Bir kez daha eğitim - öğretim üzerine
İlginç ve sarsıcı sorular üzerinde düşünmeyi değerli bulurum… Haziran ayı ortalarında, Liselere Giriş Sınavı öncesi, eğitim ve okul hakkında konuya hakim, donanımlı bir arkadaşım (MUSTAFA PALA) okul-aile-toplum-ödevler üzerine uzun sayılabilecek bir yazı kaleme almıştı ve şöyle bir soruyla bitiriyordu: “…paralı parasız, dinsel bilimsel, yarışmacı paylaşımcı bir öğretim yılı daha bitti… Kapitalist sistemin “iyi-kötü” değerleri içinde paradoks gibi duran soru şudur: Çocukların iyi yetiştirilip mutsuz olmaları mı, kötü yetiştirilip mutlu olmaları mı iyidir? Ne dersiniz?..” Peki… Bir şeyler diyelim. Günümüzde anne ve babaların büyük kısmı, barınma beslenme gibi en temel gereksinimlerini bile kısarak ya da erteleyerek, çocuklarına özel ders, dershane, kitap, her türlü kaynak ve daha başka araç gereci almak için olağanüstü çaba gösteriyorlar. Bunu sırf çocukları ayakları üzerinde dursun, eksik yetersiz kalmasın, yoksulluktan çıkış yolu bulabilsinler diye yapıyorlar. Eğlenceli büyükanneler, torunları için okula pasta börek, çilek taşırlar… Babalar, kurs çıkışı karanlığa kalan çocuklarını duraklarda beklerler. Anneler, gece yarısı test başında yorgun düşen çocuklarına çay, kahve servisi yaparlar ve bu çaba, sabır ve azimle ilkokuldan başlayıp üniversite bitinceye kadar devam eder. Çocuk, anne-baba sistemli, düzenli bir işbirliği içinde pişmanlık veya geri çekilme göstermeden, birbirlerini destekleyerek yürürler... Sonunda beklenen an gelir, çocuk başarıyla ve dereceyle bölümünü bitirir… Şimdi rahat bir nefes almanın zamanı… Anne-baba masa başında, huzur içinde çaylarını yudumlarken, çocuk da arkadaşlarıyla kutlama yapmaktadır. Derken günler, haftalar sonra yeni bir telaş başlar. Sırada bir iş, aş, bir kapı aralamak vardır. Ama bir sorun vardır. Başvurduğu her kurum yeniden sınav ister. Ancak çocuk dert etmiyor… Sınava giriyor ve yine en üst basamaktan yer ediniyor. Ne var ki yine de işe girememiştir… “Mülakat” denilen nepotik ilişkiler üzerinden yürüyen yöntem etkili olmuş, ortalamanın altında düzeye sahip taraftar işe alınmıştır. Eğitimli, derece sahibi çocuğumuz ise elenmiştir. Şimdi soralım: Çocuğumuzun işsiz kalma nedenini ve ailenin yaşadığı derin hayal kırıklığını anlayabiliyor muyuz? Yaşadığımız ülkenin eğitim sistemi hakkında dikkatli gözlem yapabilen biri, şunu kesinlikle bilir: Yaklaşık son elli yılda, eğitimde kendi kuyumuzu kazıyacak gelişmelerle karşılaşıyoruz. Dogmatik öğretiler, menkıbeler, boş kurumlanmalar etrafımızı sarmış durumda… Sorun çözmekten yoksun eğitimin eğitimini görüyoruz ve sorunlar öylesine karmaşık ki insan bazen umutsuzluğa kapılıyor... Bilime karşı örgütlü bir “istemezük” yürütülüyor. Sorgulayıcı, bilime tutkun nesiller yetiştirilemiyor. Bilimsel gelişme programları müfredatta sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Biyolojinin ders saati azaltılıyor, matematik, fizik, kimya, gökbilim, gerekli ilgiyi görmüyor. Dersler, sınıf içi tartışmalar, ödevler, öğretmenler sıkıcı birer tahtakurusundan öteye geçemiyorlar… Çocukların çoğu öğrendiklerini hafızalarında tutamıyorlar ve okulu boşa geçen zaman olarak değerlendiriyorlar… Ders ve anlatımların büyük kısmı düşünmeye yöneltmekten öteye ezbere dayandırılıyor, çünkü bu en kolay yol varsayılıyor... Yeterli, doyurucu cevaplar alınamıyor… Kendi öğrencilik yıllarımdan kalan bir anımı burada paylaşmak istiyorum: Bir defasında anlamadığım bir fizik sorusunun çözümünü, daha iyi anlamak için öğretmenden yardım istemiştim. Bana cevabı şu olmuştu: “Senin zekanda sorun mu var!.. Anlattım ya!.. Dinleseydin…” Bu cevap aslında öğretmenin yetersiz olduğunun kanıtıydı ama yapacak bir şey yoktu. Otoriteye karşı gelmek sınıf tekrarı demekti… Elinde sopasıyla dolaşan öğretmenden, en temel kavramları kavramakta zorlanan akademik ünvanlı öğreticilerden ne öğrenilebilir? Eğitimi otoriteye itaate endeksleyen sistem ne verebilir? Tarihi kronolojik rakamlar, ekonomiyi rant yağma, yurttaşı yolunacak kaz olarak gören, siyasilerin sürekli müdahale edip yap-boz tahtasına çevirdiği bir sistem ne kadar verimli olabilir? Böyle bir ortamda bilim yeşerebilir mi?.. (Parantez içinde şunu belirteyim: Siyaset, ekonomi ve benzerlerini bilim alanında değerlendirmek, -yani bunlara ekonomi bilimi, siyaset bilimi demek- yanılgı olur. En doğru ifade siyaset için kandırma, ekonomi için de yolma sanatı ifadelerini kullanmak olacaktır sanırım.) Eğitimi siyasilerin, dogmaların ve menkıbelerin kıskacından kurtarmak gerekiyor. Aile, öğretmen, öğrenci, idareci ve iktidar kanadı bir araya gelerek paylaşım içinde çözümlere ulaşılmalıdır. Bir şeyin doğruluğuna ya da yanlışlığına gözlemler ve kanıtlar üzerinden düşünceler geliştirilerek varılır. İkinci olarak: Çocuklarımıza dokunmak gerekiyor. Her kesimden, her coğrafyadan, daha çok da eğitim olanaklarından yoksun kalmış çocukları kucaklayarak, onlara görkemli mimariyi, havuzu dolduran suyun gücü mü yoksa sürekliliği mi, hayatın neden inişli çıkışlı olduğunu, lamba cininin neden karanlıkta kalmaya can attığını, dünyada yetmiş kilo ağırlıktayken ayda neden yüz gram kütleye sahip olduğumuzu, internetin gücü, tıp ve teknolojinin sınırsızlığı, biyolojinin önemi, hamam böceği ile insan arasındaki rekabet benzerliğini, yıldız kümeleri, etnik çeşitlilik ve zenginlik, zorbaların zayıflara neden saldırdıkları, atmosfere salınan zehirli gazların zararları ve bilgilenmenin yararları anlatılırsa her çocuk düşünü gerçekleştirebilir… En azından neden iyi bir biyolog veya avukat olması gerektiğine karar verebilecektir. Bunu yapabilirsek eğer, muhtemelen baştaki, “Çocukların iyi yetiştirilip mutsuz olmaları mı, kötü yetiştirilip mutlu olmaları mı iyidir" sorusunu cevaplayabiliriz. Haydar UzunyaylaYAŞADIĞIMIZ EĞİTİM SİSTEMİ
EĞİTİM SİYASİLER DOGMALAR
Gerçekedebiyat.com