Son Dakika

haydar-uzunyayla-7012025210323.jpg


 

Bir zamanlar teslimiyeti, kayıtsızlığı ve dilenmeyi tek tek bireylerin kusuru olarak düşünürdüm ama artık böyle düşünmüyorum. Bu sorun bütün bir toplumun kusurudur ve teslim alınmış bir yığın siniğin, ikiyüzlünün, görme yetisini kaybetmişlerin içinde, onlarla birlikte yaşamak, insanı kendi olmaktan çıkarıyor gerçekten… Böyle bir yaşam içinde yarını öngörmek de, bir şeye kuşkuyla bakmak da zor… Bugün artık biliyorum ki insanın en büyük kusuru, ait olmayı (aidiyeti) başkasında araması ve onun parçalarından biri haline gelmesidir.

Bu kadar sert ve alçaltıcı sözleri neden mi söyledim?

(İpleri başkasının elinde olan kuklalar gibiyiz. HORATİUS)

Uzun süredir güçlü şekilde bazı şeylerin gerçekleşmesi için çabalıyorum. Ama gerçekleşmiyor.  İnsanın kayıtsızlığı çok şaşırtıcı… Uçuşan toz taneleri gibi oradan oraya savruluyoruz, kendimizi değersizleştirecek yollara girip kendi felaketimizi yaratabiliyor ve bundan da asla vazgeçmiyoruz. Hemen hemen hepimiz, her yerde ve zamanda şikayet ediyoruz, hoşnutsuzluğumuzu dile getiriyoruz ama pek azımız kurtuluş veya çözüm yeteneği geliştirebiliyoruz. Kimse kendi yarasını kendi çabasıyla iyileştiremiyor… Başkasından yardım dilenmeyi (dilencilik)  bir merkezden, bir sesten yönlendirilmeyi bekliyor.  Böyle olunca da yalnızlığımız giderek büyüyor, parçalara ayrılıyor, bir mezarda ya da etrafı dikenli tellerle çevrili bir yaşam alanı içinde ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Bu davranış biçimine her yerde rastlamak mümkün ve galiba kayıtsızlık, teslimiyet ve dilenmek toplumun ortak yönünü oluşturuyor. Toplum, gölgesine sığınabileceği birlerin arıyor, sonra da onun dalları veya kolları arasında uyumaya bırakıyor kendini.  Ve kimsenin aklından “En iyi şey kendi gölgemizi yaratmak ya da kendime benzemek,” demek geçmiyor… Ya da “Kimim, ne istiyorum ben, daha iyi nasıl yaşayabilirim,” diyemiyor.

Hiç kimse kendi derinliğini görmeden yükselemez… Yükselmek öncellikle insanın kendine yardımıyla başlar ve başarının, hak elde etmenin birinci koşulu budur… Hiç birimiz ötekinden ihsan bekleyerek yaşayamayız. Çünkü hiç birimiz ötekine en iyi, en güzel şeyi vermeyiz… Bu gerçek de bize hepimizin öncelikle kendimize ait olmamız gerektiğini kanıtlar. Bizler ne Tanrıya ne devlet ve benzeri örgütlenmelere ne kurum ve kurgulara ne de büyücülere aitiz. Kendimiziz ve önce kendimize ışık olmak zorundayız. Kendine ışık olan biri yanındakine de ışık olur. Kendimize ait olmaya karar verdiğimiz an gelişir, öğrenir, değişir ve değiştiririz. Olgunluk ve bilgelik de kendimiz olmakla başlar. Kalpazanları, politikacıları, haydutları hayatımızdan çıkarmanın yolu da buradan geçer…

Teslimiyet ve dilenmek, daha çok her önüne atılana inanan,  kuşku duymayan veya yaşamı erteleyenlere özgüdür. Bu kusurlu özellik de gerçekleri görmemizi bulanıklaştırır. Bir hayduttun ayak izleri üzerinden hüküm sürülmez… Onun, -hayduttun- ayak izinden yürümek aslında gizlenmek ve kaçıştır. Kendi olmaktan kaçmak isteyen birinin en çok başvurduğu çıkmaz yollardan biri de budur.

Günümüzde, içinde bulunduğumuz barbarlık, vahşet ve doyumsuzluk halini almış politik-mafyatik-cemaat tipi haydutluk çağında, teslimiyet, dilencilik ve çöpten yiyecek toplamak artmış durumda. Buna neden de kapitalist sistemdir… Zenginler ve egemenler gezegeni baştanbaşa ele geçirme arzusuyla, ayak takımını veya yığınları da kapsayacak şekilde çöplük alanlarını genişleterek yiyecek arıyorlar ve işin feci yanı yaşamımızı, eğitimimizi ve terbiyemizi çöplükler temelinde şekillendiriyor. Yani çöp yığınları içinde bizi eğitme ve terbiye etme görevini de üstlenmişlerdir.

Gün bitmeden, keder ve karanlık çökmeden, kapıkulu olmayı sürekli hale getirmeden, değersiz öneri ve düşüncelerden uzaklaşmak gerekiyor… Susuzluğun varsa gidermeye çalış, bekleme.

Haydar Uzunyayla
GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM