Son Dakika



Yılmaz Onay 1937 yılında Gaziantep’te doğmuş, ancak memleketi benim de memleketim olan Elazığ’ın Ağın ilçesidir. Ülkemizin küçücük ilçelerinden birisi olan Ağın’dan ne kadar büyük, aydınlık değerler çıkmış; gururlanmamak olası değil. Edebiyatçılığını yitirmeyen dev Adnan Binyazar, bilge ressam Zafer Gençaydın, tiyatromuzun devleri Nihat Asyalı, Rüştü Asyalı, Nurhan Karadağ ve Yılmaz Onay. İlçemizin başka değerleri de vardır kuşkusuz, benim bildiklerim ve aklıma gelenler bunlar. Birisi Ağın’ın neyi meşhur diye sorduğunda, yukarıdaki değerlerimizi sayarım, övünerek.

Etkinlikte yazar Oğuz Gemalmaz, Yılmaz Onay’ın yaşamından kesitler sundu, anılarını paylaştı. Anlattığı anılar, O’nu daha da yakından tanımamızı sağladı, sanki Yılmaz Onay’ın salonda olduğunu hissettirdi.

Toplumcu bir tiyatro adamıdır Yılmaz Onay. Ülkemizde epik tiyatronun belki de en önde gelen ismidir. Yazdığı, uyarladığı, yönettiği, çevirdiği oyunların ana teması emekçilerdi, toplumcu gerçekçilikti çizgisi. Bana göre, Nazım Hikmet’in şiirdeki, Orhan Kemal’in romandaki çizgisinin tiyatrodaki çizgisiydi Yılmaz Onay. Bu çizgisinden hiç sapmadı, dönmedi, sonsuzluğa göçene kadar bu çizgide kurdu tiyatrosunu ve kuramsal çalışmalarını. Elbette edebiyat alanında Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’e çokça kişi eklenebilir, ancak Yılmaz Onay’ın değişmeyen çizgisinde yürüyen tiyatro adamı muhtemelen çok azdır. O bu yolda öncüydü. 2012 yılında yayımlanan ‘Gerçekçilik Yeniden’ isimli kitabı, kuramsal olarak toplumcu gerçekçilik alanında yol gösterici bir kitaptır. Gerçekçilik ile ilgili şu sözleri çarpıcıdır:

‘İşçi bundan anlamaz’ deyip yüksek sanat yapma çabasındakiler ile ‘Emekçiler bundan anlar’ denilerek ortaya sürülen ucuz televizyon dizileri aynı kaynaktan besleniyor. Doğru olan bu tutumun tam tersidir: Emekçiler kendi sanatçılarına sahip çıktıklarında, daha yüksek bir sanat ortaya çıkacaktır. Gerçekçilik bir tutumdur. Emekçiler hayatlarında olduğu gibi, sanatta da gerçekçidirler. Gerçekçilik bir akım değil, bir tutumdur. Ve bunun asıl sahibi emekçilerdir.’’(*)

Kendi yazdığı oyunlar, romanlar, tiyatro uyarlamaları, kuramsal kitaplar ve başta Brecht’ten olmak üzere yaptığı çevirilerle onlarca eser vermiştir Yılmaz Onay. Türk tiyatrosuna büyük katkılar sunmuştur usta. Işıklar içinde yatsın.

OPERA SANATÇISI TUNCER TERCAN

Etkinliğin diğer bir katılımcısı ise opera sanatçısı Tuncer Tercan’dı: Türkülerimizin ve operanın yakışığı. Yılmaz Onay ile ilgili anılarından O da bahsetti. O yaşına kadar herhangi bir evde kitap görmeyen Tercan, onlu yaşlarında ilk defa duvarları boydan boya kitapla kaplı Yılmaz Onay’ın evinde yaşadığı şaşkınlığı anlattı. Gençliğindeki, İşçi Kültür Derneği’nde yaşadığı Yılmaz Onay ile ilgili anıları ile de bizleri gülümsetti.

Tuncer Tercan birbirinden güzel türkülerimizi, anlatımların başında, arasında ve sonunda, bağlaması ve bariton sesiyle muhteşem söyledi. O’nun sesini ve türkü söyleyişini tanımlayabilmek için çok düşündüm. ’Çağlayan veya coşkun bir ırmak’ gibi benzetmeleri yetersiz ve sıradan buldum. Çok erken sonsuzluğa göçen, Tercan’ın da yakın dostu olan tenor Ömer Yılmaz için de söylediğim gibi: Türküler nasıl bu kadar güzel söylenir?

1986 yılında opera yüksek bölümünden okul birincisi olarak mezun olan Tercan, o günden bu yana Ankara Devlet Operası’nda solist sanatçı olarak görev yapmaktadır.

1980’li yılların sonuna doğru, ‘Öylesine Bir Dinleti’ eserinde, Zigana’nın kaynak suyu gibi tertemiz sesli, Cumhuriyetimizin tenoru Ömer Yılmaz’dan ilk olarak nasıl etkilendiysem, sahneleri kalabalık opera temsillerinde, Tuncer Tercan’ın sesi de, o kadar değerli sanatçı arasından beni yıllar önce etkilemişti. Hatta ‘Yeni Türkü’ müzik grubunun çocukluğumda çokça dinlediğim ‘Akdeniz Akdeniz’ albümündeki son şarkı ‘Öldükten Sonra’ şarkısını O’nun söylediğini öğrendiğimde, kendisini çocukluktan beri dinlediğimi fark ederek, şaşırmıştım.

Opera sahnesinde sesi ve sanatçılığıyla beni yıllar önce etkileyen Tercan, Ruhi Su’nun izinde giden bir türkü sevdalısıdır aynı zamanda. Ömer Yılmaz’ın anısına yayımlanan ‘Ezgili Yürekler’ albümü, iki usta sanatçıyı bu anı albümde de buluşturan eşsiz bir eserdir.

Tuncer Tercan büyük bir sanatçı olmasının yanında, son derece alçakgönüllüdür ve halkın içerisindedir. Daha önce Ankara sokaklarında üç, dört defa gördüğümde tanışmaya cesaret edemediğim kendisiyle, en sonunda geçen yıl Ağustos ayında tanıştım: Ankara Kızılay’daki bir üst geçitte. Sanatçılar genelde kibirlerini bir giysi gibi üzerlerinde taşır. Kendisini yolda çeviren, ilk defa gördüğü birisiyle olan tanışmada, görüntüsüyle, konuşmasıyla, güler yüzüyle bu kadar sade, içten, samimi, alçakgönüllü bir insanı bugüne kadar tanıdığımı hatırlamıyorum. Etkinlikten önceki ayaküstü, kısa süreli sohbetimizde de yine aynıydı Tuncer Tercan: sade, içten, samimi, çelebi.

UMUT KESİLMEZ

Oğuz Gemalmaz’ın anlatımı ve Tuncer Tercan’ın sazı ve türküleriyle Yılmaz Onay’ı andığımız etkinlikten çıktığımda, kendimi bir başka hissettim. Karanlık bir çağdaki dünyamızdan üzerimize sinen umutsuzluk sanki biraz azalmıştı.

Etkinlikte olan Yılmaz Onay, Oğuz Gemalmaz ve Tuncer ağabey, etkinlikte olmayan, ama varlıklarını bana etkinlik aracılığıyla anımsatan Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet, Ruhi Su, Ömer Yılmaz, Adnan Binyazar, Zafer Gençaydın, Nihat Asyalı, Rüştü Asyalı, Nurhan Karadağ, Ibsen ve Brecht’in olduğu bir dünyadan hiç umut kesilir mi?

(*) Emekçiler ve Edebiyat Haber – İş ile 2002 yılında yapılan söyleşiden.

Hasan Murat Doğan
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM