Çoğumuz ilkokul yıllarında tanışmışızdır Ömer Seyfettin’in hikayeleri ile. Kaşağı, Falaka, And, Diyet başlıklı hikayeleri, çocukluk yıllarımdan aklımda kalanlardır.

Ömer Seyfettin’in çocukluk anıları kaynaklı hikayeleri yanında, kahramanlık konulu hikayeleri de çocukluk okumalarımız içerisinde yer alırdı. Bu epik hikayeler daha küçük yaşlarımızda, tarih bilinci ve milli benlik oluşturmamızda çokça etkili olmuştur. 

Çocukluk yıllarımda, ders kitaplarındaki hikayeleri ve onun dışında okuduğum birkaç hikayesi dışında, yetişkinlik yıllarımda Ömer Seyfettin ile yollarımız maalesef pek kesişmedi. Bunda O’nu çocuk edebiyatı yazarı olarak görmek yanlış düşüncesinin ve yazarı çok da derinlemesine tanımamamın etkisi olmuştur. 

Yakın zaman önce yeni baskısı yayımlanan Tahir Alangu’nun Ömer Seyfettin biyografi kitabını okumak, geç de olsa yıllar sonra Ömer Seyfettin ile yollarımızı kesiştirdi. Kitabı ilk elime aldığımda, otuz altı yıl gibi kısa bir yaşam için yaklaşık altı yüz sayfa biyografi kitabı yazılması ilginç geldi.  

Ömer Seyfettin her şeyden önce bir mücadele adamıdır. Subay olarak sınır boylarında, cephelerde, Balkan Savaşı’nda mücadele eder, esir düşer. Subaylıktan ikinci defa ayrıldıktan sonra, öğretmen olarak eğitim cephesinde mücadele eder. Bunlarla birlikte yoğun bir düşünsel mücadelenin de içerisinde olur, edebiyatını düşünsel mücadelesi ile harmanlar.  

Kitabı bir solukta okurken, aklımda hep kısacık bir yaşama Ömer Seyfettin’in ne kadar çok şey sığdırdığı düşüncesi oluştu. Yan okumalar olarak, bir yandan da hikayelerinin içerisine girmek ayrı bir edebi haz sağladı. 

Ömer Seyfettin sadece çocuk edebiyatı yazarı değil, her yaştan insana hitap eden bir hikaye yazarıdır. Her yaştan insana hitap etmek de büyük yazar olmanın temel göstergelerinden birisidir.  

Ömer Seyfettin yaşamı boyunca anı defteri tutmuş, hikayelerini de çoğunlukla bu defterlerde tuttuğu notlardan oluşturmuştur. Epik hikayelerinin yanı sıra, döneminin sosyal, toplumsal sorunlarına, gündelik yaşama dönük hikayeler de yazan yazar, böylece yaşadığı döneme de kuşkusuz ışık tutmuştur.  

Hikayelerinde mizah, hiciv ögelerini de sıkça kullanmıştır.  

Ömer Seyfettin, toplumsal gelişmeleri yakından izlemiş, hikayelerinde toplumsal gerçekliği, bu gerçekliğin nedenlerini, etkenlerini göstermiştir. Basit, yalın, süssüz yazmıştır; betimlemelere değil, hikayeyi oluşturan olaya vurgu yapmıştır. Alangu kitabında, hikayeciliğimizdeki orta tabakadan aşağıya kaymış insanlara duyulan o derin sevgi ve acıma duygusunu, bir edebiyat geleneği haline getirenlerin başında Ömer Seyfettin’in geldiğini belirtiyor.  

Otuz altı yıllık yaşamına Ömer Seyfettin, subaylık eğitimi, subaylık, savaş cepheleri, esirlik, öğretmenlik sığdırmış. Ama yaşamının her dönemi edebiyat ile dolu olmuş, esaret günlerinde bile. Bir yıla yaklaşan esaret günlerinde günce ve hikayeler yazmış; yazdığı günceler Alangu’nun kitabında da yer alıyor. 

Ömer Seyfettin’in yaşamında en çok ilgimi çeken şeylerden birisi ise dostluğa verdiği büyük önem oldu. Uzun süreli dostluklar kurabilen, vefalı bir dosttur Seyfettin. Ziya Gökalp, Baha Tevfik gibi dostlarından düşünsel olarak da etkilenmiş. Ama beni en çok etkileyen, Ali Canip Yöntem ile kurduğu ölümsüz dostluğu. Yıllarca hiç kopmamışlar birbirlerinden, uzakta olduklarında bile sıkça mektuplaşmışlar. Ali Canip, O’nun son saatlerine kadar yanında olmuş. Ömer Seyfettin’in ölümünden sonra dahi bu dostluk bitmemiş, Ali Canip, Ömer Seyfettin hakkında yazılar, kitap yazmış; hatta kabrinin yerinin değiştirilmesinde öncülük etmiş.  

Alangu’nun kitabından 1910’lu yılların edebiyat açısından oldukça zengin olduğunu görüyoruz. Yazarlar arası edebi tartışmaların, polemiklerin yanında, belki bugünkünden daha fazla nitelikli edebiyat dergisinin yayımlanmasını, bu dergilerin ülkenin düşünce hayatında epeyce etkili olmasını günümüzle karşılaştırdığımızda, bugün düşünsel bir fakirlik içerisinde olmanın hüznü insanın içini kaplıyor. 

Ömer Seyfettin – Ülkücü Bir Yazarın Romanı

Ömer Seyfettin – Ülkücü Bir Yazarın Romanı 

Ömer Seyfettin’in yazar, subay, öğretmen olmasının yanında, bence en önemli özelliği mücadeleci kişiliğidir. ‘Yeni Lisan’ akımının öncüsü olmuştur. Konuşma dili olan İstanbul Türkçesi’nin yazı, edebiyat dilinde de etken olması için düşünceler üretmiş, etkili yazılar yazmıştır. ‘Yeni İnsan’ tipinin de başta bu yeni lisan ile oluşacağını savunmuştur: Batı özentisinden uzak, ayakları bu topraklara basan milli ‘Yeni İnsan’. Kadının bile alafrangasını, alaturkasını değil, millisini aramıştır yaşamında, ama bulamamıştır maalesef.  

Ömer Seyfettin’in yaşamının son yılları, Osmanlı’nın yıkılış dönemine, aynı zamanda da Anadolu’daki kurtuluş mücadelesinin kıvılcımlarının çakmaya başladığı yıllara denk gelir. Eğer yaşasaydı, hiç kuşkusuz Milli Mücadele’ye en ön saflarda katılırdı; belki de iki defa ayrıldığı orduya üçüncü defa katılarak. Sonrasında da Atatürk Devrimi’nin başta gelen savunucularından olurdu, özellikle de Dil Devrimimizin. 

Büyük Atatürk, Dil Devrimi’nde Ömer Seyfettin’in ‘Yeni Lisan’ ile ilgili düşüncelerinden de etkilenmiştir. Aynı zamanda Cumhuriyetimizin uluslaşma projesinde, halkçı, ulusçu düşünceleri ile yine en önde yer alırdı Seyfettin. 

Bugün yaşasaydı, ‘Türkçe Edebiyat’ safsatasına karşı Türk Edebiyatı için en başta O mücadele verirdi. Yozlaşmaya, çürümeye karşı yeniden ‘Yeni İnsan’ tipini yaratmanın öncüsü olurdu. Günümüz insanını hikayelerinde anlatır, topluma ayna, ışık tutardı.  

Ömer Seyfettin’in ölümünün, otopsi sonucunda şeker hastalığından kaynaklandığı öğrenilmiş. 

Tahir Alangu, Ömer Seyfettin’in ölümünde son yıllarında yaşadığı yenilmişlik, umutsuzluk, yalnızlık, yılgınlık gibi olumsuz duyguların etkili olduğunu düşünüyor.  

Edebiyat tarihçisi, eleştirmen, çevirmen, folklor araştırmacısı Tahir Alangu elli sekiz yaşında, en verimli çağında göçtü bu dünyadan. Otuz yıllık dostu Oktay Akbal ‘Alangu’nun Ardından’ başlıklı yazısında, kendisini duyguların, özlemlerin elinden kurtaramayanların, belirli bir yaş çizgisine ulaşmış kişilerin bir tartışma, bir bezginlik, bir yıkılış sonucu, yaşamlarının kapılarını kapattığını, Alangu’nun da son yıllarında bu durumda olduğunu belirtiyor. Aynı yazıda, ilginçtir ki, Alangu’nun Ömer Seyfettin’in son yılları ile ilgili düşüncelerine benzer düşünceleri, Akbal da Alangu için söylüyor:  

‘’Son yıllarda korkunç bir karamsarlığın, bir çökmüşlüğün içinde duyuyordu kendini: ‘Biz bittik, biz yaşlandık, çekilip bir köşeye beklemeli ölümü’ çeşidinden sözler söylüyordu. Yaşamdan beklenenlerin bir teki bile gerçekleşmeyince aydın kişi, duyan, düşünen kişi bu ruh haline kaptırır kendini.’’(1) 

Kitabın sonuna doğru, Ömer Seyfettin’in yaşamının da sonuna yaklaşılıyor ve insanın içini bir acı sarıyor. Türk edebiyatının bu büyük yazarı için Alangu’nun yazdığı şu cümleler yürek dağlayıcı: 

‘’Haydarpaşa Hastanesi’nin loş, soğuk , formol kokuları sinmiş teşrihhanesinin mermer masaları üstünde, şimdi savaş meydanlarından canını kurtardığı halde, büyük yıkılışın insanları birbirine düşüren iç çöküntüsüne yenik düşmüş, parçalanmış, kimsesiz bir Ömer Seyfettin yatıyordu.(2)’’  

Ömer Seyfettin, konuştuğu kişilere Cancağızım ’ diye hitap edermiş. Büyük Türk edebiyatında, Türk hikayeciliğinde çığır açmış, kısa yaşamı edebiyat ile dolu, halkçı, ulusçu büyük yazar, mücadele adamı, edebiyatçı Cancağızımız Ömer Seyfettin’i kimsesiz bırakmayalım. 

Hasan Murat Doğan 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)