Cemil Meriç ve sol
Soner Yalçın'ın Solcular-Sessizliğe Söz Düşenler başlıklı kitabını görünce, Meriç'le ilgili düşüncelerimi yazmak daha da ertelenemez bir görev oldu. Kitabın tanıtımında yer alan Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Abdurrahim Karakoç, Alev Alatlı gibi ideolojik-siyasi eğilimleri iyi bilinen isimlerin -neden
Sol ve sağ çevrelerde çok
tartışılan, solda mı, sağda mı olduğu bir türlü
paylaşılamayan, bir entelektüel, aydın olarak Cemil Meriç
üzerine çoktandır bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Uzun süre yazmaya cesaret edemeyip
beklememin önemli bir nedeni vardı. Onun, tarih, sosyoloji, edebiyat,
siyaset ve kültürün geniş alanlarında fikir yürüten, yorumlar
yapan; özellikle çağdaş uygarlık, Batıcılık,
ilericilik-gericilik, solculuk-sağcılık, Türk aydını
konularında oldukça keskin, pervasız, iddialı, çok renkli,
dağınık ve yoğun eleştiriler, aforizmalar, polemiklere imza atan
birisi olması nedeniyle, bu işin üstesinden gelme noktasında
kendimi hazır hissetmememdir. Bir düşünce ve kültür insanı
olarak çok sayıda eserine yayılmış fikirlerinin bütünlüklü
ve sistemli bir değerlendirmesini yapmak oldukça kapsamlı,
dikkatli ve yoğun bir çabayı gerektirdiği aşikardı. Eserlerine belli bir eksen etrafında
toplayıp bir bütünlük içinde bakıldığında, çağın
olgularının ve gelişmelerinin neresinde duruyor, ilerisinde mi,
gerisinde ya da dışında mı, bütün bu bilgiler ambarının
özünde, odağında, ekseninde ne var, neyi öneriyor sorusunun
karşılığı nerdeyse yok gibi. Ya da çok muğlak ve çelişkilerle
dolu. Öte yandan, hiç bir yazar ve
düşünürün kaçınamayacağı bir gerçek ki, doğru veya yanlış
bir eksen, amaç, yazıların içinden, satırların arasından
görünmez bir dip akıntısı olarak yol alır; çünkü her yazarın
bir ideolojik duruşu ve dünyaya bakış penceresi vardır. Sorun
bunu açıklığa kavuşturmaktadır. Başka deyişle sorun, geniş
bir alana yayılan makalelerinde ciddi çelişkilere,
tutarsızlıklara, sığlıklara düşen, en ileriden en geriye, en
Doğu'dan en Batı'ya, en çağdaştan en çağ dışına savrulan,
yeri geldiğinde bilimselden hurafeye ve şarlatanlığa gidip gelen
mantığın ve ideolojik duruşun ne olduğudur. Düşünceleri arasında eğer bir
fikri bütünlük, bir tutarlılık arama çabasına girilmezse,
kuşkusuz herkesin yararlanacağı, en sağcısından en solcusuna,
en devrimcisinden en gericisine herkesin kendi görüşüne uygun
bilgiler bulacağı bir “Kırk Ambar” diyebiliriz Meriç'in
düşünce evreni eserlerine.
Ama her bilgi, nereden bakıldığına,
hangi ideolojik bütünlüğe bağlı olarak çok farklı, çok
karşıt düşünce ve yorumların parçası olabiliyor. Bu durumda,
ilk bakışta, görünüşte, Cemil Meriç'in hangi fikrin, hangi
ideolojik bütünlüğün, hangi kültürel ve siyasal davanın adamı
ya da aydını olduğunu saptamak oldukça zorlaşıyor. O nedenle,
Cemil Meriç'i hak ettiği bir yere koyabilmek için yüzeysel
bir okuma ve bilgi taramasıyla yetinmek olanaksız. Kısacası, aydından çok
entelektüel, bilgilendirici niteliği ağır basan Meriç,
döneminde Türkçeye henüz çevrilmemiş Batı kültürünün bir
çok önemli yapıtını çevirerek ya da okuyup inceleyerek, örneğın
Hint kültürüne ilişkin (Bir Dünya'nın Eşiğinde) kimi
bütünlüklü ve yararlı bilgileri aktarmıştır. Türk entelektüel hayatına söz konusu
önemli katkılarına karşın, bu “kırk ambar”a damgasını
vuran şey, Türk aydınlanması ve çağdaşlaşmasına, işlevsel,
ufuk açıcı, yol gösterici bir nitelikten uzak olmasıdır. Dün, 60'lar, 70'ler ve 80'lerde bu
niteliğe sahip olmadığı gibi, aynı bilgilere bugün daha
bütünlüklü ve derinlikli ulaşabilen okur için söz konusu
yetersizlik, eklektiklik ve sığlık çok daha belirgindir. Sistemli bir bütünlükten uzak,
nicelik ağırlıklı, yatay, dağınık ve sığ bilgi-yorum
ufkuyla, bana göre, Türk aydınlanmasına katkısı tartıldığında
olumsuzluk yanı olumluya göre çok daha baskındır. Üstelik,
düşüncelerinin omurgasını aydınlanma ve Türk Devrimi
karşıtlığının oluşturduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu genel perspektif ışığında
sol'un ve sağ'ın derinlikli, sınıfsal, bilimsel bir tanımı
yapılarak Cemil Meriç, gerçekçi bir yere oturtulabilir sanırım. 'SOLCULAR' KİTABI NEYİ AMAÇLIYOR? Soner Yalçın'ın
Solcular-Sessizliğe Söz Düşenler başlıklı kitabını
görünce, Meriç'le ilgili düşüncelerimi yazmak daha da
ertelenemez bir görev oldu. Kitabın tanıtımında yer alan Cemil
Meriç, Nurettin Topçu, Abdurrahim Karakoç, Alev Alatlı gibi
ideolojik-siyasi eğilimleri iyi bilinen isimlerin -nedeni ne olursa
olsun-, çerçevesi başlıkta çizilen “solcular” listesine
neden konduğuna şaşırmamak imkansız.
Anladığım kadarıyla, Soner Yalçın,
sol'da ve sağ'da güçlü bir eğilim olan, toplumun büyük
değişimler yaşadığı gibi, fikirlerin ve insanların da belli
koşullarda değişebileceğini bile kabul etmeyen, sığ, işporta
bilgilerle yetinip, insanlara ve fikirlere takım fanatiği gibi
bakan tek yanlı, takıntılı, (sağda veya solda fark etmez) yobaz
mantığını eleştirmek istemektedir. Bu bakımdan çok haklıdır. Ama
gerçekleri eğip bükerek ve ortak bir eksende buluşması mümkün
olmayan karşıt fikirleri ve kimlikleri zorlayarak uzlaştırmaya
çalışmak, ne toplumu aydınlatmaya ne de niyetlenen bir birlik ve
barış amaca hizmet eder. Çünkü karşıt nitlikteki düşünce
ve inançlar, ancak yaşanan toplumsal gerçeklik sürecinde düzeyli,
derinlikli, ikna edici tartışmalar ve toplumsal mücadelelerle
aşılır. En azından bir aydının görevi buraya vurgu yapmaktır.
Ayrıca, ortak bir eksen aranacaksa, bugün bu, Kemalizm,
vatanseverlik, ulusal bağımsızlık gibi ilkeler etrafında
olabilir. Evet, biliyoruz, okuyucuyu etkileme ve
satış için bir kitabın, bir makalenin -içerik ne olursa olsun-
başlığı da içeriği kadar önemli oluyor maalesef günümüzde. Medyatik algı taktikleriyle bir
kitabın veya haberin, içeriği hiç de doğru yansıtmadığı
halde öyle başlıklar atılıyor ki, dam başında saksağan...
Solcular kitabında, solcu,
ilerici gibi görünse de düşünceleriyle ve eylemleriyle
solculukla ilgileri olmayan, aslında kendileri de bunu reddeden,
bazı popüler isimlerin, solda gösterilmeye ya da öyle
yorumlanmaya çalışılması, kendimizi ve okuyucuyu kandırmak
olmaz mı? Oysa gerçekler, bilimsellik, siyasal
ve kültürel etik sözkonusu olduğunda, bilimsel düşünen bir
aydının kırmızı çizgilerinin olması gerekir? Uzun vadeli ve kalıcı bir iz, bir
etki bırakmak, dogmatik, önyargısal kalıpları kırmak
istiyorsak, reklama yönelik, gazeteci algı taktiklerinden (algı
oyunlarından) uzak durmak gerekmez mi? DEVRİMCİLİK ANLAMINDA OLCULUĞUN
TEMEL NİTELİKLERİ
Sahi sol nedir? Gerçek içeriğinden
kopartılmış, yozlaştırılıp kirletilmiş solculuğun değil
elbette. Hangi temel özellikleriyle bir düşünceyi, siyaseti ya da
kişiliği sol olarak niteleyebiliriz?
Sol ve sağ, Meriç'in mantığıyla
“Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit,
toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı” mıdır?
“Hıristiyan Avrupa'nın bu iki habis kelimesinden bize ne”
mi diyeceğiz? De, söylemin geri planını araştırdığımızda,
aslında bu saldırgan ve aşağılayıcı tavrın asıl hedefinin
sol olduğunu görüyoruz.
Peki, modern çağın başlangıcı
Aydınlanma ve Fransız Devrimi'nden bu yana bilim, akılcılık,
sanayi devrimi, özgürlük, eşitlik, adalet gibi insanlığı dev
adımlarla ilerleten, özgürleştiren, temelinde sömürücü asalak
sınıflara karşı üretici emekçi sınıfların mücadelesi yatan
bir simgesel kavramı reddederek nereye varılabilir mi? O nedenle,
“Sağcı ve solcu gibi sınıflandırmaları hiç bir zaman
benimsemedim. Bunlar, hakikati kapamaya yarayan uydurmaca
mevhumlardır. Bilhassa sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede
sağcı solcu ne demek?” (Bu Ülke) diyen Cemil
Meriç'in, asıl kendisi Türkiye'deki sınıflaşma gerçeğini
inkar etmiş ya da çarpıtarak gizlemiş, dolayısıyla sağcı ya
da muhafazakar bir duruşu benimsemiş olmuyor mu?
Üstelik, “Türkiye'de sınıflar
yok” yalanına sığınarak “ne sağcıyım, ne solcuyum”
demesi, egemen sınıfların sömürü ve yağma düzenini kollayan
gerçek siyasal duruşunu gizlemiş olmuyor mu?
Ve böylece sıradan, geri bilincin
gönlünü okşayan bir kitle dalkavukluğu yapılmış olmuyor mu?
50'lerde, 60'larda Türkiye'de kapitalizm ve sınıflaşma hızla
geliştiği hakikatini görmezden gelen tavrını bir yana koyuyorum. O yıllarda ülkede yoğun bir feodal
sömürünün, yani ağalık sisteminin köylü sınıfına karşı
uyguladığı baskı, zulüm ve adaletsizliğin varlığını sağır
sultan bile bildiği halde neden Cemil Meriç bilmezden geliyor
acaba? Solda ya da solcu olmak –bunun daha
daraltılmış ve niteliği yükseltilmiş ifadesi devrimci ve
ilerici olmaktır– hangi nitelikleri, hangi düşünce ve
davranışları, hangi eylemler bütünlüğünü gerektirir? Tersten
söylersek, geniş bir entelektüel bilgiye sahip olmak, yüzeysel de
olsa Batı düşüncesine genel olarak vakıf olmak, bireysel
özgürlükleri, demokrasiyi savunmak, çok yararlı bilgileri
topluma kazandırmak vb, solcu, ilerici, devrimci olmaya yetiyor mu?
Yetmiyor. Üçünü arka arkaya saydım, çünkü, bu üç kavram ve
tutum, başka zamanlarda kısmen farklılıklar gösterse de, bugünün
Türkiye gerçekliğinde aynı içerik, anlam ve tavırda
bütünleşmiştir. Bu nedenle solculuk tanımı da, emperyalist
Batı'ya ve ezilen dünyaya göre değiştiği gibi, farklı
dönemlere göre de değişir, genişler veya daralır.
Sadede geliyorum... Kapitalizm ve sınıf
mücadelelerinin toplumun bütün dokularına, siyasetine, kültürüne,
sanatına damgasını vurduğu modern çağın bir olgusu olarak,
Fransız Devrimi'nden itibaren ete-kemiğe bürünen, yani feodal,
kapitlist sömürücü sınıfların gerici sağı'na karşı, emekçi
sınıfların ve ilerici-devrimcilerin ilerici sol'unun, bugünün
Türkiye gerçekliğinde koşulları nedir? Sorun, Cemil Meriç
olduğuna göre tanımın dönemini 1920'lere kadar geçmişe doğru
genişletebiliriz. 20. yüzyıda ve ezilen dünyada Solcu ve Devrimci
olmanın birinci koşulu, emperyalist Batı dahil, dünyanın her
yerinde devrimcilik ve solculuk, emperyalist sömürü ve müdahaleye,
sömürgeleştirme tehdidine, yani Atatürk'ün vurguladığı gibi
emperyalizme ve kapitalizme karşı, ulusal bağımsızlığı
kayıtsız koşulsuz savunmaktır. İkincisi, ortaçağın feodal ağalık,
şeyhlik, tarikatçılık vb kurum ve yapılarına karşı çıkmaktır.
Üçüncüsü ise, emekçi sınıfların, halkın, gerçek anlamda
iktidar olması için mücadele etmektir. Bu bağlamda hemen şunu belirtelim:
Mustafa Kemal ve Kemalizm, en büyük devrimcidir,
dolayısıyla, bazıları kem küm etse de, devrimci düşünce ve
pratiğiyle en tutarlı solcudur. Bu koşullar ve tanım, 20. yüzyıl
boyunca ve günümüzde bütün ezilen yarı sömürge ülkeler için
geçerli evrensel ilkelerdir. Hiçbir 20. yüzyıl aydını, hangi
milletten, hangi din ve inançtan olursa olsun, bu ilkelere bağlı
düşünce, tavır ve eylem sınavından kaçamaz, yan çizemez ve
kaçamamıştır da. Bu sınavı verdiği ve yukarıdaki üç temel
koşula uyduğu ölçüde devrimci ve solcudur. Bir aydın ve
entelektüel olarak Cemil Meriç için de bu sınav,
fazlasıyla geçerlidir.
Tekil birey, bir çok karmaşık etkene
bağlı duygu ve düşünceleriyle, açık beyanlara yansıyan
niyetiyle, sağda da solda da yer almak istemeyebilir. Ama tarihin,
toplumsal gelişmenin çarkı öyle döner ki, birey olarak senin
öznel düşüncen, niyetin ve duruşun, tarihin gelişimini
belirleyen o çarkın değiştirici-dönüştürücü, saflaştırıcı
ve öğütücü dönüşüne uyum gösterdiği ölçüde bir anlam
taşır. Ya bilerek veya bilmeyerek gerici bir mevzide yer alıp
çarkın dönüşünü tersine çevirmeye çalışacaksın, ya ona
uyum gösterip hızlandıracak ve tarihsel gelişime olumlu katkı
yapıp iz bırakacaksın, ya da arada kalıp öğütüleceksin. Uyum ya da takoz olmak! Yani ya sağda
ya da solda yer almak zorunluluğunun en kritik, tartışılmaz
evreleri, toplumsal ekonomik mücadeleyle, ideolojik siyasal
mücadelenin içiçe geçip bütünleştiği ve yoğunlaştığı
evrelerdir. Tıpkı, Cumhuriyet Devriminin ilk
yılları ve gönümüzdeki gibi.
BALZAC, DOSTOYEVSKİ, TOLSTOY, ELİOT
SOLCULUĞUN NERESİNDE? Burada, çok önemli, çok konuşulan
ve soru işaretlerine takılan Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, T. S.
Eliot gibi büyük edebiyatçı, düşünür ve siyasi
kişiliklerin solculuk bağlamında değerlendirilmesi, bir tanımsız,
belirsiz alanı aydınlatmak açısından önemlidir.
Bilindiği gibi ideolojik-siyasi
düşüncesiyle Fransız aristokrasisinin sınıfsal çıkarlarını
savunan Balzac, pratikteki tavrıyla, yani yazdığı romanlardaki
gerçekçi toplumsal içerikle ve kapitalistleşme ve modernleşme
sürecini yüksek estetik bir anlatımla betimlemiş, nesnel olarak
toplumun özgürleşmesine hizmet etmiştir. Bu nedenle Marks, onu
öznel niyet ve düşünceleriyle bir devrimci, solcu olarak
tanımlamaz. Ama romanlarının içeriği ve biçimiyle toplumun
demokratikleşme ve özgürleşmesine katkıları nedeniyle selamlar.
Aynı yaklaşım Dostoyevski
için de geçerlidir. O, Rus aydınını kendine ve ulusuna
yabancılaştıran emperyalist Batı'ya, kapitalizme ve Batı
kültürüne karşı Rus milliyetçisidir. Ancak tıpkı halkçı-anarşist
Tolstoy gibi, Hıristiyanlığın içinden insani, eşitlikçi ve
paylaşmacı, yani sosyalist bir evrensel insanlık idealini yüceltir
ve önerir. Dogmalara, bağnaz bir milliyetçi tutuculuğa kesinlikle
karşıdır. Ama buna rağmen, toplumsal, siyasi düşünceleri
Çarlık yayılmacılığına hizmet ettiği için devrimciler ve
Bolşevikler tarafından bir dönem aforoz edilmiştir. Sonuçta Rus
toplumunu, Rus insanını bütün çelişkili karmaşıklığı ve
derinliğiyle anlattığı için, uzun vadede Rus toplumunun
özgürleşme ve yetkinleşmesine büyük katkılar yaptığı için,
dahi bir romancı olarak kabul edilmiştir. Yine sağcı T. S. Eliot, çağdaş
İngiliz edebiyatının en büyük şairlerinde biri olarak kabul
edilir. O, İngiliz kültürünü şiirlerinde en yüksek düzeyde
imgeleştirerek temsil eden bir şairdir.
Özetle, bilimde, edebiyat ve sanatta
büyük başarılarıyla ulusal ve evrensel düzeye yükselmiş ve
tarihe mal olmuş kişilikler, özellikle siyasal anlamda sol ve sağ
kimliklere indirgenerek açıklanamaz. Geniş bir ideolojik ve
kültürel çerçevede, zaman zaman sağda veya solda oldukları
görülse de bu, toplumun uzun vadede ilerici ve gerici
dinamiklerinin özgünlüğünü açıklamada bir anlam taşır.
Cemil Meriç'i bu çerçevede,
yukarıdaki evrensel, büyük düşünür ve sanatçı tanımı
içinde değerlendirebilir miyiz. Hayır. Ama doğru veya yanlış
Türk toplumuna ilişkin tartışmalı da olsa kimi önemli şeyler
üretmiş bir düşünür, araştırmacı ve yazardır. Madem onun, bir düşünür olarak sol
veya sağ siyasal kimliğin dışında ve üstünde kalmasına izin
verilmiyor. O halde, geçmişte daha çok sağın
sahiplendiği ve yücelttiği bir kişilik olarak, şimdi de sol'da
gösterilmek isteniyorsa, gerçek ideolojik ve siyasal konumunu
netleştirmek zorunlu hale geliyor. SÖZDE 'NE SAĞDA NE SOLDA' GERÇEKTE
SAĞDA BİR CEMİL MERİÇ Meriç, yukarıdaki kişilik
örneklerine, ne sanatçı, ne de siyasetçi ve düşünür olarak
benzemediği için, kendinin de çok kullandığı bir deyişle
sağ-sol arasında gidip gelen bir “arafta” salınmaktadır. Ama
gerçekçilik karşıtı metafizik zihninde kurgulanan bu araf,
maddeci bilimsel bir perspektiften bakıldığında belli bir
gerçekliğe oturmakta. Gerçekliğin kuşatıcı belirleyiciliğindan
asla kurtulamayacak olan “ne sağ, ne sol” arafı, kaçınılmaz
olarak düşüncelerinde, söz ve saptamalarında kendini bir sağcı,
hatta bir gerici olarak açığa vuruyor.
İşte, bir aydın, bir entelektüel
için asla kabul edilemez bir açıklama olan “ne sağcıyım ne
solcuyum” gerekçesinin, diyalektiğin, bilimin ruhu olan
nedenselliğin ve tarihselliğin ırzına geçen, üstelik
sağcılığını, hatta gericiliğini de itiraf eden, diyalektiği
söz oyunlarından ibaret gören demagojik bir karikatür felsefe:
“Solla sağ bir bütündür, solu tayin eden sağdır, sağı
tayin eden soldur. Biz, hakikatlerin sadece bir tarafını görmeye
mahkum edilmişizdir. Oysa yalnız bir tarafını görmek hiç bir
şeyi görmemektir. Halifeliğin müdafaa edilmediği yerde
sosyalizmin hiç bir değeri yoktur” (Sosyoloji Notları). Sağın da değil, gericiliğin
merkezine Halifeliği, yani Osmanlıyı yerleştiren Meriç, onları
savunmadan “hakikatlerin bütünü görülemez”
demektedir. Sol ve sağın, birbiri ile mücadele edip birinin (ki
onun zihninde bu sol) üstün gelip yeni bir evreye geçilmeden,
geriye de gidilemeyeceğine göre, sonsuza kadar bu metafizik
ikilemin (düalitenin) sürmesini, kendisinin de, ortada, ikisini
uzlaştıran, sözde ve sahte, bir tarafsız özne olarak yer
alacağını hayal ediyor. Doğu toplumlarına, Batı'nın akılcı,
bilimsel kültürünü örnek almamayı, kendi özgün kültürüyle
yaşamayı vaaz eden Arnold Toynbee gibi İngiliz emperyalizminin
kültür-tarihçisinden esinli bu yaklaşım, Cumhuriyet Devriminin,
çağdaşlaşmanın bütün ulusça benimsendiği bir ülkede,
hilafeti ve Osmanlıyı savunmak ancak böylesi demagojik ve
şarlatanca söylem cambazlıklarıyla yapılabilirdi. Şimdi Meriç'in kendini nasıl gerici
ilan ettiğini, daha doğrusu gericiliğin çağdaç entelektüel bir
teorisyeni olduğunu daha açık görelim: Romancı, Tercüman gazetesi
yazarı sağ ideolojinin önemli kişiliklerinden Ergun Göze'ye
göre Cemil Meriç, her kesimden insanın kendisi için bir
şeyler bulabildiğine ilişkin şu anlamlı notu düşer: -1917-1925: Koyu müslümanlık devri,
hacı, hoca olmak isterdim. - 1925-1936: Şoven milliyetçilik. - 1936-38: Sosyalistlik devri. - 1938-1960: Araf diyebileceğim
kuluçka devri. - 1960-1964: Hint Devrimi. - 1964'ten sonra sadece Osmanlıyım. Bu bilgiyi, Meriç'in en sadık, onu en
iyi anlayan, gerici fikirlerini benimseyen ve yücelten
izleyicilerinden Mustafa Armağan aktarıyor, Düşüncenin
Gökkuşağı: Cemil Meriç adlı kitabında. Ayrıca şu önemli
bilgiyi de verelim. Mustafa Armağan, bütün makale ve kitaplarında
görüldüğü gibi, yeminli bir Kemalizm düşmanıdır.
Osmanlıcılığın en kararlı, en iddialı ve sistemli
kuramcılarından ve sözcülerinden biridir. KEMALİZM, ÇAĞDAŞLIK, AYDINLANMA
VE İLERLEME KARŞITI, GERİCİ TEZLER... Şimdi Meriç'in, çağdaş, laik ve
halkçı Cumhuriyete karşı Osmanlıcılığını daha da
netleştirelim. Çelişkili, tutarsız, derme çatma
karşılaştırmalarla çağdaşlık karşıtı gerici bir tavrı o
kadar pervasız savunuyor ki, şaşırmamak mümkün değil. İnsan, bunca entelektüel birikime
karşın, hâlâ Osmanlıcılığı, Kemalizm ve aydınlanma
düşmanlığını sürdürüyor olmasını normal bir mantıkla
anlayamıyor. Acaba gerisinde kişiliğini ve düşünce tarzını
etkileyen ruhsal başka etkenler mi var demekten kendini alamıyor. İşte o sorunlu ruhtaki gerici
hezeyanın bir örneği: “Murdar bir halden muhteşem bir maziye
kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. IV. Murat'a,
Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey'den Reşit Paşa'ya
kadar Osmanlı Devletinin Bütün Islahatçıları gerici. Dante,
yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac, eserini iki ezeli hakikatin
ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski, maziye aşık.
Dante gerici, Balzac gerici. Dostoyevski gerici!” (Bu Ülke). Örneklemelerden de anlaşılacğı
gibi, “murdar bir hal” Cumhuriyet, “muhteşem
mazi” Osmanlı oluyor. Burada, Koçi Bey'ın tavrı
anahtar niteliğindedir. O, Osmanlının, çürüme ve çöküş
sürecini eleştirirken, seçenek olarak Osmanlının 15. yüzyıla
kadarki yükseliş/şahlanış devrine dönmeyi önerir. Tıpkı,
İslamdaki yozlaşmaya karşı seçenek olarak “asrı saadet”e
dönme önerisi gibi. Ama bunların gerçekleşmesinin, akılla
mantıkla, vicdanla açıklanabilecek hiç bir şansı yoktur. Koçi
Bey'in geriye dönük önerisi, o günün koşullarında, yeni bir
çağın olgularını tam olarak göremediği için gerici bir
tavırdan çok safça, romantikçe bir duyarlılıktır. Ama
Meriç'in, iki yüzyıllık bir deneyimden sonra, tarihsel gelişmenin
tamamen dışına çıkarak aynı mantıkla çağdaş gelişmelere
karşı çıkıp Osmanlıya dönüşü savunması gericiliğin dik
alası değil de nedir?
Cemil Meriç'in bütün çelişmeli,
tutarsız, temelsiz ve sığ fikirlerinin odağını, Türk
Devriminin, akla, bilime, özgürleşmeye dayanan gelişmelerin
çerçevesini oluşturan Çağdaşlaşma ilkesine karşı tavrı
oluşturuyor. Kemalist Devrim'in, Altı Ok'un ruhunu, devrimciliğin
ve solculuğun yatağını oluşturan Çağdaşlaşmaya karşı
çıkmak, aslında Kemalist Devrime, Cumhuriyete karşı çıkmaktır.
Sağcılıktan öte gericiliktir. Bu konuda bakın ne diyor Meriç:
“'Çağdaşlaşmak', Avrupa'nınn
yeni bir ihraç metaı, kokain ve LSD gibi. Şuuru felce uğratan bir
zehir. Çağ-dışılık ithamı, iftiralaran en alçakcası, en
abesi. Aynı çağda, muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak
neden Hıristiyan Batı'nın putlarına perestiş [taparcasına
sevme] olsun?” Ve Meriç suretinde emperyalizmin
ideoloğu Toynbee konuşuyor: “Biz apayrı bir medeniyetin
çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri
olan, çok daha eski çok daha asil, çok daha insanca bir
medeniyetin” (Bu Ülke). Yoruma gerek yok sanırım... Batı'nın, emperyalist, gerici yanına
karşı aydınlanmacı, akılcı ve bilimi esas alan yanına sahip
çıkan Jön Türklere, “Genç Osmanlılar Avrupa'nın
Yeniçerileri” diyen, ve onları “1908'den beri bütün
Türk aydınları memleketi batırmışlardır” (Kültürden
İrfana) diye suçlayan mantık, Cumhuriyet karşıtı gerici
tavrına, Üniversiteye karşı Medreseyi savunarak şu son noktayı
koyuyor: “O [Saidi Nursi] konuştukça,
laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentler köy,
çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç...
karşıkarşıya geldi. Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir
üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı'ya
karşı Doğu'nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltının
çığlığı” (Bu Ülke). Sözde Batı'ya, çağdaşlaşmaya
karşı çıkan Cemil Meriç'in, Batı'daki akıl ve
bilim karşıtı gericiliğin postmodernizm olarak sahte bir
parıltıyla ortaya çıkan söylemlerine sarılan şu sözleri
ikiyüzlülük ve ibretlik örneği değil mi? “Üç kıtaya
ferman dinleten bir ülkenin aydınları, Batı'yı tanımak zorunda
değildiler. (...) Olgun bir medeniyetin toy bir medeniyete bakışı.
Apayrı temeller üzerinde yükselen iki kültür. Tarih tek çizgi
istikametinde gelişmez diyor Spengler. Her kültürün kendine
mahsus bir ideası, hayatı, hissi ve ölümü vardır. Bir tek rakam
mefhumu veya matematik ilmi yoktur, bir tek ruh kavramı ve psikoloji
yoktur, bir tek felsefe ilmi veya modeli yoktur. Kaç kültür varsa,
o kadar matematik, felsefe, psikoloji ve güzel sanatlar vardır.”
(Ümrandan Uygarlığa). Oysa, her şeyin evrenselleştiği,
bütün ulusların ortaklaşabildiği modern çağda, günümüzde,
bilim, sanat, matematik, felsefe evrenseldir. Farklı kültürlere
göre değişmez. Bilimin, sanatın evrenselliğini reddeden, bu
görececi bakışı bugün çok iyi tanıyoruz. Postmodern gerici
kültürdür bu. Demek ki Meriç, bütün neoliberal veya muhafazakar
gericiler, Türk Devrimine karşı çıktıkça fikri malzemelerini
gerici Batı'dan devşiriyor; aydınlanmacı, devrimci Batı'dan
değil. Ve eserlerinin her satırına sinmiş bu yakıcı gerçek,
onun Batı karşıtlığına dayandırdığı düşünsel ekseninin
çürük ve sahte olduğu gibi, gerçek düşünsel kimliğini de
yansıtmamaktadır.
Türkiye'de bütüm Kemalizm,
ulusal devrimci ve sosyalizm karşıtı fikirler, kaçamayacakları
çağdaşlığın sahte kılıflarına bürünmek zorunda kaldılar.
Bu kılıf, içeriği ne olursa olsun, devrimci, aydınlanmacı
Batı'ya karşı gerici Batıyı içinde gizleyen, aslında
emperyalist Batı'nın işbirlikçisi olan “Doğuculuk”tu.
Böylece Batı'nın özellikle devrimci ve sosyalist olmayan, ama
modern maskeli düşüncelerine sarıldılar. Bunların en başında
ise, bilimi ve akılcılığı reddeden modern maskeli postmodernizm
geliyordu. Sözde Batı karşıtı ve özde Kemalizm
düşmanı Cemil Meriç ve benzerlerinin klasik numarası,
halkın cehaletinden yararlanarak, ilerici Batı'ya karşı, gizlice
gerici Batı'nın postmodern silahlarını kullanmaktı.
Sonuç olarak, Cemil Meriç'in bütün
entelektüel uyanıklığı, çürüyen ve çökmekte olan Batı'nın
postmodern gerici felsefe ve anlayışının iflasıyla sona eriyor. Mehmet Ulusoy
Gercekedebiyat.com














