Kızılderililerin dinleri / Werner Müller
'Beyaz Adamın dini, kızgın bir tanrı tarafından taş tabletlere demir bir parmakla yazılmış, kendisini unutmayasınız diye. Bizim dinimiz ise atalarımızın geleneklerinden, yaşlılarımıza Büyük Ruh tarafından verilen rüyalardan, Şamanlarımızın görülerinden oluşur ve insanlarımızın yüreklerine yazılmıştır.' Delaware Yerlileriyle temsil edilen Atlas okyanusu kıyısı kabilelerinin yanısıra Kanadalı Algonkinler, ikinci bir grubu da güneye göndermişlerdi. Bunların yarısı sınır boyunda kalırken diğer yarısı mısır tarımı yapılan bölgelerin içlerine ilerlediler. Bunlar Superior ve Michigan Gölleri çevresinde yaşayan kabilelerdir. Bu Algonkinler 17. Yüzyıl ortasında Beyazların geldiği dönemde hala hareket halindelerdi, bir kısmı batıda Siularla, bir kısmı da güneyde Ohio'nun ötesinde Muskogi ve Yuchilerle savaşıyorlardı. Bu kabileler içinde en hareketli ve kalabalık grubu Superior Gölündeki Ocibualar oluştururlar. Güneye doğru onları takip edenler Menominiler, Foxlar, Savuklar, Kikapular, Potavatomiler, Miamiler, Kaskaskialar, Şavniler, kısaca bu bölgenin keşif tarihinde ve 18. Yüzyıl sonu ile 19.yüzyıl başındaki bağımsızlık savaşlarında ön saflarda yer alan halklardır. Güzel bir rastlantı Bremenli kütüphaneci ve kaşif Georg Kohl'u 1855 yılının yazında Ocibualarla tanıştırdı. Superior Gölünün güney kıyılarında yolculuk yaparken küçük misyoner kamplarını ve Kızılderili köylerini ziyaret etti ve yok olmakta olan Kızılderili kültürünün son parıltısını yakaladı. Kohl gerçekten de çok sevilmiş olmalı, çünkü yerliler içtenlikle kalplerini ona açtılar. Bunun yanısıra herşeyi olduğu gibi aktaran, sade bir yazı diline ve güzel bir tasvir yeteneğine sahipti, ayrıca farklı kültürlere karşı hoşgörülü bir anlayışı ve olaylara gerçekçi bir bakışı vardı. İki ciltlik eseri “Kiçi-Gami veya Superior Gölü efsaneleri” daha sonra kaleme alınan etnolojik araştırmaların çok üzerindedir, çünkü teorik kalıplarla sınırlanan etnograflar, meraklı gözleri ve not defterinden başka bir şeyi olmayan bu amatörden çok daha azını görebilmişlerdir. Hiç farkında olmadan Kohl önemli bir sorunun da cevabını sunmuştur: Kızılderili öğretisinin sürekliliğinin nasıl sağlandığı. Delaware Yerlilerinde gördüğümüz gibi, her bir kabile kendi çevresini saran ve içine kapalı bir Dünya görüşü ile yaşamaktadır ve bu görüşün kuşaktan kuşağa aktarılmasında sadece dogmatik iddiaların yeterli olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Yeni yetişenlere kült formları ve mitolojik metinlerin ezberletilmesi yeterli midir, yoksa Kızılderili inancı da kişisel bir deneyimin onayına gereksinim duyar mı? Kızılderiliye de sadece anlatım yeterli olmaz, burnun kişisel bir deneyimle güçlendirilmesi gerekir. Tüm Kuzey Amerika'da bu deneyim düş ile en üst mertebeye ulaşır. Bütün kıta, rüyayı en son ve kesin işaret olarak kabul eder. Düşler kültün kaynağıdır, rahiplerin görevlerini ve şamanca uygulamaları belirler, tedavi bilgisi, çocuklara verilen isimler ve tabular onlardan gelir, savaşlara, av partilerine, ölüm cezasına ve yardımlara onlar karar verirler, her şeyin karanlıkta kalan derin özüne yalnız onlar ulaşabilirler. Düş, özellikle gelenekleri de onaylar, o kanunların ve otoritenin mührüdür. İster trans halinde, ister yarı uyanık veya uyurken başlasın bu içsel görüle kültün ve mitolojinin unsurlarını birleştirir. Düşler aktarımları canlandırır ve aktarım düşleri besler… Kohi, Kızılderili varlığının görülerle bu şekilde yönlendirilmesini kısa zamanda fark etti. Neye elinj atsa karşısına hep son karar ve neden olarak görü deneyimi çıkıyordu, ve kısa bir süre sonra da özellikle gençlik görüsünün ne denli büyük bir anlam taşıdığını anladı. Özgün kültürün hızla yok olması bir yerde ona yardımcı oldu ve yerlilerin son çekingenliğini de ortadan kaldırdı. 1855 yazında Keweenaw körfezindeki L'Anse misyoner kampında, diğerlerinin arasında bir vigwamda yaşarken iki yaşlı adama gençlik görülerini anlattırabilmeyi başardı. Her ikisi de hıristiyanlığı kabul etmişti ve her ikisi de hayatlarının son yıllarını yaşıyorlardı, ama her ikisi de anlatmakta karasızdı. Kohl vazgeçmedi; bu görülerin Kızılderili dininin merkezi olduğunu tahmin ediyordu. İlk anlatan “Küçük Karga” oldu; düşünde siyah bir şekil görünmüş ve onu üç dev adımla Deer dağının tepesine çıkartmıştı. Geldikleri anda dağ yarılmış ve uzun bir yarıktan güneş ışığı görünmüştü. Yarığın öteki tarafına geçtiklerinde Güneşin evine gelmişlerdi. Parlak ışığa gözleri alıştıktan sonra Güneş aşağıya bakmasına izin verdi. O zaman aşağıdaki dünyayı gördü, ağaçlar ve ormanlar, dağlar, Superior Gölü ve Dünyanın tüm yuvarlaklığı… Sonra yukarıya baktı, çatıdaki bir delikten bütün yıldızlarıyla donanmış Gökkubbeyi gördü. O kadar yakındı ki sanki elini uzatsa tutacaktı. Sonra Güneş ona gelecekteki yaşamını gösterdi ve hatırlaması için ona kartal ve ayıyı işaret olarak verdi. Sonunda vedalaştı ve Küçük Karga kendisine eşlik eden şekille beraber inanılmaz yükseklikteki bir çam ağacından aşağıya indi. Sabah kızkardeşleri onu bu çam ağacının dibinde buldular, eve götürdüler ve ancak uzun bir süre dinlendikten sonra eski gücünü toparlayabildi. İkinci anlatıcı, yaşlı “Bulut Kafa” da aynı şekilde yükseklere çıkartılmıştı. Altında dört sivri köşesiyle dünyayı ve üzerinde, av ve kümes hayvanlarıyla dolup taşan gökyüzünün parlak kubbesini gördü. O kadar muhteşem ve görkemli bir yerdi ki ve bu manzara karşısında öylesine kendinden geçti ki, sonunda ruhlar onu geri dönmesi için uyarmak zorunda kaldılar; artık yeteri kadar görmüştü . Kohl'a anlatılan bu görü örnekleri çok özgün nitelikler taşırlar. Sadece bir şekil, bir hayvan veya bir eşya görünmemiştir, içinde görüyü görenin de rol aldığı birçok olayın yaşandığı bir senaryodur. Bu görü hikayeleri kozmik karakterler taşırlar ve görüyü gören, içine girdiği bu dünyada kendini kaybeder. Bu gözlemi doğrulayan üçüncü bir Ocibua görü örneği, Ontario'da Rice Gölü kızılderililerinden George Copway'in gençlik deneyimidir. Doğudan gelen bir adam görür, bu adam ona dev bir çam ağacı gösterir, ağacın tepesi gökyüzüne değmektedir, dalları ise ülkeler ve denizler üstünde uzanmaktadır. Adam ağacı işaret ederek bir şarkı söyler. O anda ağacın tepesi sallanmaya başlar, köklerindeki toprak havalanır ve ırmaklar kabarıp yataklarından taşarlar. Adam şarkısını bitirdiği anda her şey durur ve sessizleşir. Sonra görüyü görenden şarkıyı tekrarlaması istenir ve o da söylemeye başlar: “Rüzgarın içinde dolaşan benim Sazlarda fısıldayan benim, Ben sallarım ağaçları, Ben sallarım toprağı, Bütün sularda kabaran ve taşan benim.” Şarkıyı söylerken rüzgarın uğuldamaya başladığını duyar, çamın tepesinin sallandığını görür, toprak havalanır ve sular çoşar. Sonra adam geri geleceği, ni söyleyerek belirdiği yoldan geri dönüp gider... Burada, kesintisiz olarak düş görenin üzerine akan görüntüler, kozmik renkler taşırlar. Kayadaki yarıktan parlayan Güneş, hayvanlarla dolu Gökkubbe, dört köşeli Dünya, yıldızlara değen ağaç, hepsi Kızılderili dünyasının mitolojik görüşleridir. Bu tarzda kozmik konulu düş örnekleri sadece merkez Algonkinlerine özgüdür; daha zayıf olarak ova Algonkinlerinde de görülür, ama Siular ve İrokualarda bilinmez. Onların düşlerinde sadece cüce, ölmüş bir ata, kartal, ayı, karınca gibi bireysel koruyucu ruhlar kendilerini gösterirler, kozmik bir senaryo ve en ince ayrıntısına kadar inen olaylar yoktur. Düşlerin sınır tanımayan içeriği, Merkez Algonkinlerinin çok özel bir niteliğini ortaya koyar: kozmik görü deneyimlerine karşı eğilimleri. Burada görü ve aktarımın birbirine nasıl karıştığı, birbirlerine ne kadar bağlı oldukları açıkça görülür, çünkü sadece bireysel deneyim değil, ayrıca kült ritüelleri ve mitoloji de bu tinsel yapıdan doğar. Bu kabilelerin en önemli töreni olan Şifa Evinde de aynı olgu karşımıza çıkar. Delaware Yerlilerinin Büyükev'i gibi bu Şifa Evi de, dış görünüşündeki farklılığa rağmen, kozmik bir semboldür. Şifa Evi ritüeli astronomi özelliği taşıyan bir tarih veya tarım için anlamlı bir günde değil, sadece ihtiyaç halinde gerçekleşir. Şifa Evi, bir adayın kabul için başvurması veya bir hastanın evin tedavi edici gücü için ricada bulunması ile toplanır. Toplumsal açıdan da Şifa Evi Büyükev'den farklıdır; tüm kabileye ait değildir, katılımcıları sadece “seçilmiş” üyelerle sınırlıdır. Diğerleri ritüeli yalnızca seyredebilirler, ancak fazla anlamadan ve yarım yamalak bilgilerle yetinmek zorunda kalırlar, çünkü adaylara verilen eğitimden yoksundurlar. Kohl'un da başına aynı şey gelmiş ve La Pointe'de seyreltiği bir törenle ilgili yararlı açıklama yapamamıştı. Ancak 19, yüzyılın 80'i yıllarında Hoftman, Şifa Evinin bir Öyeni olarak tören katılmayı başarabilmiş ve ritüelin anlamını görebilmiştir. Sonuç olarak Şifa Evi ve Büyükev hedeflerind de farklıydılar. Büyükev, Dünyanın izlediği yolda çıkmasına engel olarak insanlığa hizmet ederk, Şifa Evi sadece birey ve onun iyiliği İle ilgilenir, üyelerinin yaşamını olabildiğince uzatmaya çalışır. Ritüeller ve özellikle şifalı bilgiler bu amaç için kullanılır. Büyükev evrensel anlamlar taşırken Şifa Evi reye yöneliktir. Bu tören yarı-kutup bölgesi avcılarının dini anlayışını korumaktadır: kişinin tam anlamıyla kendi içine dönük olması. Şifa Evi üyelerinin bu gizli derneği, sayıca istediği kadar kadın ve erkeklerden oluşur ve bunlar “mide”, daha popüler tanımlarıyla “şifacılar”, olarak toplumda büyük itibar görürler. Kabilenin bütün bilgeliği onlarda toplanmıştır; efsanelerin kutsal anlamını, şarkıları, şifalı bitkileri ve temel ahlak kurallarını onlar bilirler. Onlara katılmak isteyenler, en saygın üyenin denetiminde yıllar süren bir eğitimden geçmek zorundadırlar. Ancak bu uzun eğitimden sonra birinci derecenin olgunluğuna erişirler ve bunu takip eden dersler onlara Şifa Evinin dört derecesini tek tek geçerek en üst mertebeye ulaşma olanağını verir, Adayın derecesini kazanarak topluluğa kabulü, tüm kabileye açık olarak gerçekleşir, bu da Şifa Evinin dernek karakterine karşın kabile yaşamında merkezi bir rol üstlendiğini göstermektedir. Minnesota Ocibuaları böyle bir tören içim dikdörtgen, doğu-batı doğrultusunda uzanan, ince öğr gövdeleri ve dallardan direkler üzere, kubbem« eğrilmiş dallardan oluşan bir çatısı ile ev benzeri yapı kurarlar. Güneş ışığını kesmek için tek tuk be ler ve ağaç kabuğundan plakalar yerleştirilmiş olsa da, direklerin arasından içerisi rahatlıkla görülebilen Evin iki kısa kenarında birer kapı bulunur, dördüncü dereceye kabul töreninde uzun kenarların ortamına da birer kapı açılır. Doğu-batı yönündeki ana eksende, adayını kabul edildiği dereceye göre renkli boyanmış bir kaç veya dört kazık bulunur. İlk üç derece yeşil ve mızı renklerle yetinirler, dördüncü derece de ise çok nadiren olur, çünkü neredeyse adayların hiçbirisi bu kadar yükselemez. Ev, kenarları eşit uzunlukta bir haçla donatılır. Bu tahta haçın dört köşe olarak be çimlendirilmiş bir gövdesi vardır; eğer yuvarlak kazıklardan yapılmışsa o zaman hemen yanında dört köşeli bir direk yükselir. Dört kapı, haçın dört kolu, dört köşeli direkle kendisini gösteren dörtlük özelliği renklerle de belirginleştirilir. Direğin dörtkenarının yüzeyleri Dünya renklerine göre boyanır; doğu beyaz, güney yeşil, kuzey kırmızı ve batı siyah. Bu sembolik özellik, Delawarelerin Büyükevi gibi Şifa Evinin de Dünyayı temsil ettiğini net bir biçimde gözler önüne sermekte ve Algonkinlerin kozmik tasvir hayallerinin yeni bir ifade şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Şifa Evinin ritüel donanımı en yüce varlık Ki Manitolu Manitu)'nun yüceltilmesi ile yakından bağlantılı olduğunu gösterir; açılışta yapılan ve etlerinin tamamen yenilmesinin zorunlu olduğu köpek kurbanı O'na adanır; “aday” yaşam arayan Olarek O'na takdim edilir, şarkılarla O'na seslenilir çağla yan sularda onun sesi konuşur. Yukarda Gökkubbede otururevin kubbemsi eğimli damı gökyüzünü temsil etmektedir. Dört kapılı kulübe, dört kollu haç, dört renkli direk hepsinin Kiçi Manito'nun dördüncü derecesinde görülmesi (o diğer derecelerin başka koruyucuları vardır. Ulu varlık ile dörde bölünmüş Dünya simgesinin yakın bağlantısını ortaya koyar. Kayınağacı kabuklarına işlenen Algonkin resimlerinde “Yüce ruhun” kareli daire veya dört uçlu halka olarak gösterilmesi ve dünyanın da aynı simgeyle tasvir edilmesi Avrupalı görüşünde birbirinden çok farklı kabul edilen bu iki unsurun eşliğini göstermektedir; Kiçi Manito ve Dünya tek ve aynıdır. Delawarelerde de bu dini anlayış hakimdi. 1745 yılında misyoner Brainerd'e gökyüzüne yaptığı tinsel yolculukta ona görünenleri anlatan bir Delaware şamanının söylediği gibi, Dünya, Büyük Adamın bedenindedir, toprak ve görülebilen herşey, kayalar, dağlar ve denizler, O'nun üzerindendir … Düşlerde derin iz bırakan Algonkinlerin kozmik tasvirlere eğilimleri Kuzeyli avcı kültürün bir mirası olarak görülmelidir, çünkü orada haç, dört yaprak ve dört nokta hemen hemen tüm çanak, çömlek, davul ve kaynana zırıltılarının süsleme motifi olarak kullanılmışlardır ve Labrador Naskapilerinin Speck'e özellikle vurguladıkları gibi, bu motifler Çementu'yu (En Yüce Varlık) temsil ederler. Yarı-kutup bölgesi Algonkinlerinde de tüm kıtada egemen olan dört sayısı ile Yüce Ruh'un bağlantısı önemli bir yer tutmaktadır. Ancak güneydeki mısır tarımı bölgelerine kadar ilerledikten sonra, onların geniş el sanatı olanakları ve güçlü toplumsal sistemleri Algonkinler bu görüşlerini geliştirip, güçlendirme ve düşüncelerini, Büyükev ve Şifa Evinde olduğu gibi, mimari biçimlere aktarma fırsatını verdi. Bu mimari ve sembolik birleşim Tanrı tasvirinin özgünlüğünü göstermektedir, çünkü sürekli Dünya sembolüyle karşımıza çıkan Kiçi Manitu Şifa Evine anlam kazandırır: O bir Avrupalının Göller Bölgesine ayak basmasından çok uzun zaman önce, ta başlangıçtan beri oraya aittir. Ritüele geri dönersek, yarı-kutup dindarlığının bireye yönelik özelliği tekrar kendini gösterir, çünkü tören sadece tek bir kişi ile ilgilidir. Aday, merkez konumdadır; en üst düzeyde dört Mide, şifalı keseleri ile yaşamın amblemi olan bir beyaz midye kabuğunu adayın bedenine “sokarlar”; aday, “ölü” olarak yere düşer ve şifalı keselerle yapılan pekçok dokunuştan sonra yeni bir yaşama gözlerini açar, artık bir yenidoğandır ve şimdi çok uzun seneler yaşama hakkını kazanmıştır. Bu nedenle tüm ilaçların yetersiz kaldığı ağır hastalar da eve kabul edilirler, “Ölüm” ve “Yaşam”, artık ümidi kalmayan hastadan sağlıklı yeni bir insan yaratacaktır. Yüce tanrının sadece Minnesota Ocibualarında görülen bu ritüelinin yanı sıra coğrafi olarak Minnesota'nın güneyinde Wisconsin'e özgü ikinci bir ev tipi daha vardır Bu, uygarlık kahramanı Menebuş'un, “Büyük tavşanın”, evidir. Yarı-kutup kabilelerinde olduğu gibi Merkez Algonkinlerinde de bu mitolojik kahramanın çevresinde geçen, ciddi ve komik maceralarının anlatıldığı, çok sevilen sayısız efsaneler vardır. Kohl'ün vigwam'ında da pek çok akşam, Menebuş'un hikayeleri ile geçmişti. O, yeryüzünde ilk defa tavşan olarak kendisini göstermiş ve teyzeleriyle amcalarına, yani insanlara, bugünkü yaşamlarını vermiştir. El sanatları ondan gelir, derinlerdeki su canavarları ile savaşmıştır, bir tufandan sonra yeryüzünü yeniden yaratır ve giderken onu bugünkü haliyle arkasında bırakır. Kıtanın felaketiyle doruk noktasına ulaşan bu kozmik savaş bir cinayetle başlar. Su hayvanları Menebuş'un küçük kardeşi Kurdu boğarlar ve onu ölü olarak tekrar yeryüzüne bırakırlar. Ölü dört gün sonra tekrar ortaya çıktığında Menebuş onu Güneşin battığı yere göndermek zorunda kalır. Burada ölüler hüküm sürmektedir ve o günden sonra teyzeleri ve amcaları da aynı yolu takip etmişlerdir. Burası mutlu bir ülkedir ve kötülere kapalıdır, kötü olanlar girişi ararken, çağlayarak akan nehrin üzerindeki sallanan tahta köprüden aşağı düşerler. İlk ölüm Dünyanın bu iki tarafı arasındaki savaşı en yüksek noktasına tırmandırır. En popüler hikayeye göre Menebuş birkaç su hayvanını öldürür, onlar da önce bir tufan, sonra da korkunç bir kış yollarlar, elbette amaçlarına ulaşamazlar. Ev üyeleri arasında anlatılan kutsal Mide efsanelerine göre ise her iki taraf barış yapar; suyun güçleri, kardeşinin ölümüyle çok öfkelenen Menebuş'un gönlünü almak için Şifa Evini hediye ederler. Evin bu biçimi, yani uygarlık kahramanından insanlara aktarılan ve coğrafi olarak Wisconsin'e özgü olan biçimi, Minnesota'daki Yüce tanrının evinden biraz farklı bir görüntü sergilemektedir. Burada renkli direkler yoktur, dört yerine sadece iki derece vardır, görevlileri iki gruba ayrılır ve ritüeli ikilidir, çünkü midyenin sokulmasının yanında “inci”nin, iki taraflı yetişen tohum tanesinin, yutulması yer alır. Kabul töreni kadim olayların tekrarıdır. Aday, Menebuş'un kendisidir ve iki görevli grubu, bir zamanlar uygarlık kahramanını ilk evde kabul eden, yukarının ve aşağının güçlerini temsil ederler, Artık Yüce Tanrıdan hiç bahsedilmez; ikinci kulübe onu tanımıyor gibi görünmektedir. İkinci ritüel modeli Kiçi-manito evinden farklı kuralları takip eder. Burada tüm eylemler, bölgede sadece Minnesota ritüelinde görülen kuzeyin dörtlüğünün tam aksine, güneyin iki sayısına göre gerçekleşir. Her iki tören sisteminin ve ortaya çıkış nedenlerinin arkasında tarihsel bir sıra gizlidir. Farklılıklarına rağmen Minnesota modeli ile Büyükevin akrabalığı hemen göze çarpar. Her ikisinde de dikdörtgen, doğu-batı doğrultusunda uzanan, kozmik nitelikler taşıyan mimari yapı görülür ve her ikisinde de ev Yüce Tanrının bedenini temsil eder. Ova Algonkinlerinin de “Güneş danslarını” gerçekleştirdikleri kutsal yapı, yaradılış kutlamaları ve Dünya evi semboliği benzer özelliklere sahip olduğu için, bu sembolik mimari, en azından Algonkin dilleri konuşan gruplarda, çok eski bir geçmişe sahip olmalıdır. Ayrıca Atlas Okyanusundan Kayalık dağlara kadar dağılmış olan motifler, tarihöncesine dayanan bir ilk örneğe kadar iner. Delawarelerin, Büyükevi kıtadaki tüm dini ifadelerin en üst noktası olarak görmeleri ve “bütün diğer Kızılderili kültürlerini bu inancın sadece dalları” olarak kabul etmelerinde belli bir gerçeklik payı vardır. Buna karşın uygarlık kahramanının evi, Güneyde hakim olan iki sayısının etkisiyle gelişen, daha genç bir ibadet biçimini göstermektedir. Ancak şimdi karşımıza çıkan bir olguyu da açıklamakta fayda vardır: Delaware Yerlileri herhangi bir uygarlık kahramanı tanımazlar, ne ona atfedilen efsaneleri vardır, ne de onun kişiliği ile bağlantılı herhangi bir ritüelleri. Böylece Delaware efsaneleri Kuzey Amerika mitolojisinin dışındadır, çünkü diğer halkların hepsi, büyük kahramanın mitolojik figürünü çok iyi bilirler. Bu gözlem de Delaware kültünün çok eskilere dayandığını göstermektedir: Büyükev ve Kiçi Manito'nun evi dini yaşamın Kuzey Amerika'nın doğusunda karşımıza çıkan en eski katmanını temsil ederler. Bunu takip eden, daha yeni basamağını ise uygarlık kahramanının evi oluşturur. Avrupalı araştırmacıların sonuçlar çıkarttıkları ince çatlakları Kızılderili gözü görmez. Kızılderili sürekli akan tasvirlerden oluşan bu dünyayı tek gerçek olarak kabul eder, düşüncelerini bu temele oturtur ve algıladığı yeni görüntüleri hemen bu dünyaya dahil eder. 1911 yılında, Minnesota'da Red Lake Ocibua rezervasyonu üzerinden ilk defa bir uçak geçtiğinde yerliler bunun ne olduğunu hemen anlamışlardı. Bu uçan canavar elbetteki bir Gökgürültüsü kurşuydu. Mitolojik yılanların düşmanı olan bu kuşun gözlerinde şimşekler çakar, kanat çırpışı ile gök gürlerdi. Hemen göle koşup, üzerlerinde uğuldayan bu yaratık için tütün kurban ettiler. Kızılderili dünyayı kendi dünya görüşüne göre değerlendirir, yorumlar. Bir sığınak gibi kendi mitolojik dünyasında yaşar, ta ki bu mistik dünya görüşünün koruyucu çatısı “Yeryüzünde doğan”ların üzerinden kaldırılıncaya dek. Mide'lerin yanısıra başka saygın “gizemli adamlar” da vardır ve burada da Kanada avcı kültüründeki farklı şaman sınıflarının birbirine karışmış olması yine kendini gösterir, Güneyin avcı kabilelerinde de bunların bir görev mi yoksa sadece uzmanlaşmalar mı olduğu belli değildir. Midelerin dışında Wabenolar “Doğu ödemler “Şafağın adamları” vardır. Bunlar bir grup oluşturmazlar, daha çok herkes kendi başına çalışır ve büyüleri, aşk muskaları, şifalı ilaçların yapımıyla uğraşırlar. Bu insanlar günlük gereksinimler ve dertleriyle yakından ilişkilidirler. Onlara duyuları güven ne sızdır ve onlar da sanatlarını göstermek için fırsatı kaçırmazlar, kızgın korlarla oynarlar, kayra suya ellerini sokarlar, bıçak yutarlar. Batıl inanç, onları geceleri ateş topları veya kıvılcım olarak oradan oraya uçarken görür veya uzak ormanlarda uluyan kurtlar olarak duyar. Wabeno bazen Ev'e katılırken Jossakid kesinlikle uzak durur. O, özellikle gelecekle ilgili sorulara yanıt arar, bunu yaparken ona sade ce koruyucu ruhları yardım eder. En tipik aleti titreme çadırıdır. Dört ila sekiz adet, kalın, üç metre boyunda direk, bir metre çapında bir daire oluşturacak şekilde toprağa dikilir, etrafı kayın ağacı kabuklarıyla kaplanarak üstü açık kalın bir boru görünümü alır Toplantının başında Jossakid bu yapının altından sürünerek içine girer ve şarkı söylemeye başlar. Dışardakiler onun ruhları çağırışına davulları ile eşlik ederler. Kısa bir süre sonra sağlam direkleriyle birlikte tüm yapı şiddetli bir biçimde sallanmaya başlar; bu çağrılan güçlerin sahipleriyle konuşmak için geldiklerinin işaretidir. Direklere bağlı olan çıngıraklar çalar, geyik toynakları takırdar, gelen ruhların aşağıya düşüşü duyulur, bu arada bazı sesler yükselir, bazıları derinden ve boğuk, bazıları ise tiz ve net; sonunda Jossakid dinleyicilere seslenmeye baş» lar ve ruhların ona söylediklerini, çare arayanların bilmek istediklerini iletir. Titreme çadırı, Labrador avcılarının tipik özelliklerinden birisidir. Göller Bölgesinde kullanılması oradaki Algonkinlerin eski miraslarını nasıl sadakatle koruduklarını ve güneydeki unsurların yavaş yavaş bunlara katılmaya başladığını bir kez daha gösterir, Yarı-kutupsal anlayışın ne kadar canlı tutulduğunun diğer bir örneği de, farklı şaman gruplarının varlığıdır, çünkü onların etkilerinin temelinde kuzeyin hayalet korkusu gizlidir; şamanların varoluşu gizemli ve korkunç cinler inancına bağlıdır. Şamanlar ve ruhlar birbirlerine aittirler, Ocibualar da korkutucu bir dünyayla çevrelenmişlerdir. Sonsuz ormanlarda insan yiyen devler yaşar, yürürken adımlarıyla ağaçları devirirler; orada cüceler vardır, vigvamın direğini sallarlar, üstüne taş atarlar, araç gereçleri saklarlar ve binlerce kötü oyun oynarlar; ayrıca gölgeler manido'sunun ağır ayak sesleri duyulur, o, ölülerin yolunda ruhları kovalar. Eğer uyuyanların ve hastaların dışarda dolaşan ruhlarını yakalarsa hiç şansları yoktur, mutlaka ölürler, çünkü yaşamı taşıyan geri dönemez, kötü manido tarafından kovalanarak Kurt kardeşin krallığına, batıya kaçarlar. Mezarda sadece gölge kalır, ama gölge tam bir yaşam değildir. Ve dışarda dolaşan bu ruhların içine insana düşman, kötü güçler girerler, özellikle cadılar ve büyücüler. Eskiden bu hayati tehlike taşıyan güçlere karşı Jossakidler vardı; onlar yok olduğundan beri insanlar muskaların büyüsüne sığındılar. Bu yüzyılın başlarında cadı inancının belirgin bir şekilde artması dikkat çekicidir, Bir zamanlar bu uğursuzluk getirenler, hastalıklara ve vakitsiz ölümlere neden olan ruhlar, titreme çadırındaki Jossakid'in koruyucu ruhları tarafından yokedilirdi ve ruhu çalan öldürülürdü. Bugün, Kızılderili kendisini cadılara karşı korunmasız hisseder, çünkü muskaların yardımı eski “gizemli adamların” sanatları kadar etkili olamaz. Buna karşın ölülerin devam eden yaşamı inanç, günümüze dek sürmüştür. Bir Ocibua mezarlığına girildiğinde yerde duran tahta sandıkların. uzun, yukarı doğru eğri köpek kulübelerine benzerler. yanında ucuna bezler asılmış direkler görülür, ayrıca, burada kalıp yaşayanlarla aradaki bağlantıyı kuran gölgele İçin küçük bir tütün yığını, yemeklerle dolu kaplar, ayna ve birçok sunular bırakılmıştır. Batıya giden ruh birgün geri dönebilir ve yeni bir insanda canlanmak Üzere gölgeyle birleşebilir. Bu şekilde yeniden doğanlar bazen düşlerinde eski hayatlarını görürler. “Benim amcam” der Jenness'e bilgi veren bir yerli, “dört veya beş kez, toplam 500 yıl yaşamış”tı. Sonbaharda, alabalık mevsimi tüm yiyecek depolarını doldurduğunda, her Ocibua topluluğu uzun bir vigvam kurar ve ölüler bayramını kutlar. Büyük kazanlarda lezzetli yemekler pişirilir. Davet edilen herkes toplandığında, birkaç parça yemek gölgeler için ateşe atılır, sonra hep beraber yemekler yenilir ve sabaha kadar dans edilir. Yılın bu mutlu ve neşeli günlerinin anısı, daha sonra, kış mevsiminin zorluklarına güzel bir pırıltı verecektir . KAYNAKÇA 2.cilt Bremen 1859, Werner Müller (Kızılderililerin Dinleri, Türkçesi Alev Kırım, Okyanus, s.52-67)
(Şef Seattle)KAŞİF GEORGE KOHL ve OCİBUALAR
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR