26 Ekim 2002 Cuma
Ne zaman geldin sen? -Dün, Cemal abi getirdi… Yalan! -Ciddi! O yanında mı şimdi yoksa gitti mi? -Yok yok! Köln'den alışveriş yaptıktan sonra sevgilisinin yanına döndü dedi istem dışı. Cem yanında olsaydı gitmesine izin vermezdi oysa. Ne zaman gelicektin sen? -Hafta sonu gelicektim ama son anda vazgeçtim. Niye? -İşte! Nasıl işte? diyeceksin ki iste öyle. Niye vazgeçtin rahat değil miydi yerin? -Rahat'tı ama öyle işte…olmadı, aradığımı bulamadım. Çalıştığı gazetede beraber çalıştıkları Cemal kendisini bir süredir yaşadığı Bremen’in şirin, yemyeşil, tertemiz kasabasında tanıştıkları; kocasından boşanmış, dört yaşında bir kız çocuğu olan yirmiyedi yaşında bir kadınla tanıştırmak isteyince arabasına atlayıp yola çıkmıştı. Cemal ile sevgilisi Fatma’nın yazlık sayfiye yerlerini anımsatan şirin köydeki ilk yabancı olduğunu öğrenince şaşırmıştı. Çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu köy halkı manav-bakkal karışımı bir yer açan ikiliye karşı çekingen, tedirgin ve şüpheli yaklaşımlar içindeydiler. Dükkanın önünden geçerken hayvanat bahçesine yeni gelen hayvanlara bakan gözlerle geçip gidiyorlardı. Doğu Almanya’nın çeşitli şehirlerinde yaptığı haberlerde sınırlarını yabancılara kapatıp aralarına kimseyi sokmayan ufak köylerden geçmişti. Sosyalist bir sistem içinde yaşayan yaşlılarla iletişim kurabileceğini düşünmüştü ama yabancılara neden düşman olduklarını dahi bilemeyen ve – onlar bizim işimizi elimizden aldılar- gibi yıllarca politikacılar tarafından ısıtılıp ısıtılıp her seçim öncesi yaratılan algıların tuzağına düşen, kendilerini dış dünyadan izole etmiş yaşlılarla konuşmaya çalışmış ama başaramamıştı…Cemal Abinin kaldığı köy diğer köylerden daha modern ve Bremen gibi bir şehre yakın olmasına karşın ayni düşünceleri paylaşan yaşlıların idaresindeydi. Açtıkları dükkâna, tek tük Yeşiller partisini savunan gençler geliyordu. Yaşlılar ise ayni domatesi almak için on kilometre uzaklıktaki alışveriş merkezlerine gitmeyi tercih ediyorlardı. Bunda Cemal’in Almanca bilmemesinin ve müşterilerine kaba davranışının da büyük bir etkisi vardı… Halime’de kocasından ayrıldıktan sonra kasabaya yerleşen ikinci Türk aile olmuştu. İki kadın tanıştıktan sonra kendisinden söz açılmış Halime görmek isteyince de yola çıkmıştı. Kadını görünce yaşadığı hayal kırıklığı içinde sessizce dikdörtgen büyüklüğündeki üç pencereli camdan içeriye dolmaya çalışan gün ışığının yansımalarının içinde oturan bakımsız, dağınık, utangaç, Metin’in yüzüne bakmaya cesaret edemeyen kadını özümlemeye çalıştı. Metin kendisini beğenmesin diye bu şekilde davranıyor olabileceği düşüncesi rahatsız etti ama yerine koyabilecek başka bir neden bulamayınca bir sigara yaktı. Duygularını başka sokaklara yönlendirmeye çalışan düşüncelerine yapışan sıkıntı hüzünlü bir ayrılık şarkısını ıslıkla çalmaya başlayınca ansızın bastıran karabasanlı sisler dağılmaya başladı…beklemeye karar verdi. Sigarasından derin bir nefes aldı. Kadın, Metin’in oturduğu duvara dayalı masaya yemek için bir şeyler taşıdı ama beyaz tabak içindeki yemeğin görüntüsü, kokusu, üstünde yüzen yağ parçaları ile -sakın beni yeme- dercesine haykırıyor gibiydi. Boğazına yumrular dizildi, zorla yutkundu. Su bardağını aldı ama üzerindeki lekeleri görünce vazgeçti, masaya bırakıp bir sigara daha yaktı. Aralanan camdan sokağa giren bir kamyonun usulca açılıp kapanan kapılarını duydu. Sonra başlayan yağmurun dallara vuran sesini…radyodan yayılan akşam haberlerini. Masanın üzerine konulan orta boy bir televizyonun üstünde duran eski bir saatin tik-tok sesinin deviniminde gizlenen yalnızlığı hissedince silkindi kendisine gelmek ister gibi. Kadın bir sigara yakıp dumanını gün ışığının camın oluşturduğu prizmaların arasına üflerken kısık gözlerle Metin’e baktı. Değdiği yerleri karartan, hüzünleri depreştiren, çatallı bir ses tonuyla “Ben bu akşam sizinle yatmak istemiyorum…”dedi yorgun, endişeli ve korkmuş bakışlarını ekleyerek… “Anlıyorum!” dedi Metin, reddedilmenin acısını duydu yüreğinin derinliklerinde. Halime gibi bir kadın tarafından istenmemek canını çok acıtmıştı. Yüreği daraldı. Rengi sigara dumanından sarıya dönmüş tül perdenin boşlukları arasından sızan rengarenk; yalnızlığını, güçsüzlüğünü ve talihsizliğini yansıtan hüzünlerin saldırısına uğradı ani bastıran sağanak yağmur gibi…Cemal abiye kızdı. Öfkelendi. ‘Tamam hocam. Kadınla konuştuk. Seni bekliyor bir sorun yok. Sen bol bol ballı süt içip kuvvetlen.’ diye haber göndermiş günlerce gelmesi için baskı yapmıştı. Sigara dumanının oluşturduğu sis bulutu içinde yüzünü göremediği kadına “Siz eşinizden neden ayrıldınız? Sakıncası yoksa öğrenebilir miyim?” dedi Kadın başını çevirmeden, “Beni aldatırken yakaladım…” dedi Metin’e bakıp devam etti. “Benim eşim doktordu. Türkiye’de tanışmış evlenip Almanya’ya gelmiştik. İkinci yıl bir kızımız oldu. Eşimin doktor olmasının etkisiyle kendimize iyi bir yaşam ve arkadaşlık çevresi oluşturmuştuk. Davetler, balolar, geziler…Bir gün işyerinde ateşim çıktı ve eve erken döndüm. Eşimin de hastanede olduğunu sanıyordum. Kapının önüne geldiğimde bir gariplik olduğunu anladım. İçeriden sesler geliyordu. Bana sürpriz yapıp erkenden eve geldiği düşüncesiyle kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara kolay kolay hazmedilebilecek gibi bir şey değildi. Eşim yatağımızda, bir başka erkekle, meslektaşı, ortak arkadaşımızla beraberdi. Şoka girdim. Dilim tutuldu ve hareket edemez hale geldim. Ne diyeceğimi bilemeden öylece taş kesilmiş halde onlara baktım bir süre…sonra da kendisinden boşandım. Kendisi Homoseksüelmiş beraber olduğu erkekle de yıllardır beraberlermiş. Benden ayrıldıktan sonra gidip onunla evlendi…” “Çok acı bir deney…”dedi Metin… “Çay ister misiniz?” “Yok ben almayım. Sigaram bittikten sonra gidiyorum…” “Kusuruma bakmayın lütfen…Fatma abla ısrar edince olur dedim ama sonra da pişman oldum…boşu boşuna o kadar yol geldiniz…” “Maalesef!” dedi Cem “Ben sizi yalnızlığınız ve geçmişle hesaplaşmalarınızla yalnız bırakayım…”dedi ayağa kalktı. “Ben yolu biliyorum…” Yorgun adımlarla evden çıkıp arabasına bindi. İş dönüşü sokaklar her zaman olduğu gibi bomboştu. Selamlaşmalar, hal hatır sormalar kapı önlerinde yapılıp bitirilmiş yemeklerin hazırlanması için mutfak lambaları yakılmış. Evin erkeği birasını açıp televizyonun önüne otururken evin kadını da mutfaktaki yerini almıştı. Sokaklar belirgin bir sessizliğin hüznü ile sis gibi kaplanmıştı… Cemal’i arayıp durumu anlattı ve arabasını çalıştırıp kendisini Bonn’e götürecek otoyola doğru sürdü…Yüz kilometre uzaklaştığında Fatma arayıp Halime ile konuştuklarını, kadının pişman olduğunu geri dönmesini istediğini söyledi birkaç kez ama artık çok geçti…Yaşanan bu olaydan bir hafta sonra da Cem abi Fatma’dan ayrılmış Düsseldorf’a geri dönmüştü… -Sen nasılsın? Eh işte… Ne yapayım bende… -Yalnız mıydın? Evde değildim. Çocuklar burada ya gidip onlara biraz alışveriş yaptık eşya filan aldık Aslı ile çok yoruldum. Hem çok soğuk. -Yok canım bugün hava çok güzeldi. Çok soğuk donuyorum ben bilmem belki yorgunluktan, uykusuzluktan olucak ama ben kendimi iyi hissetmiyorum… -Neden uyumadın mı dün gece? Uyudum hem de çok uyudum. Gül ile beraber yattık dün gece, onların odası çok dolu olduğu icin, sabahleyin de saat dokuza doğru kalktık. Ama tabi yorulunca insan yine dinlenmek istiyor…Ben aslında öylesine çevirdim seni. Ayrıca telefon çalmış Gül açmış. Belki sensin dedim…Ne yaptın anlatsana... -Güzel gecti… Offf of ! -N’oldu? Karnım ağrıyor. İki gündür Gülten’in çamaşırını yıkıyorum. Aslında biraz yattım ama dinlenemedim. -Yat dinlen o zaman… Anlatsana. -Ne anlatayım? Ne yaptın kaç gündür? Birkac gün daha kalsaydın. İyi olmadı mı, iyi gelmedi mi değişiklik? Şu Sonbaharı hic sevmiyorum. Geçen sonbahar daha romantikti. Bu sonbaharın hic tadı tuzu yok. Güzel değil. -Anlıyorum… Pazartesi günü gitmistin sen değil mi? -Evet. Güzel mi oraları. Soğuk mu? -Valla benim icin soğuk değil…ayrıca pastırma yazının bol güneşli günlerini geçirdik… Üşümezsin çok sıcaksın evet… -Yanımdaki de öyle söyledi zaten…kıskanacağını ve tahrik olacağını bilerek. Yanındaki kim. Birisi mi vardı yanında? ben anlamıştım zaten yanında birisi olduğunu… -Nerden anladın? Oraya gittin herhalde öyle boş durmaya gitmedin…işin içinde Cemal abide olduğuna göre… -Yani öyle şeyler düşünüyorsun ki. Lütfen! Yoo yo!…oraya gittiğine göre o adamın sana baskı yaptığını sanıyorum. Demek ki anlatıcak bir şeylerin var demektir. Seviştin mi onunla? Sarışın mıydı? Benim kadar güzel miydi? Seni memnun etti mi? -Anlatıcak bir şey yok İstemiyorsan eğer anlatmama özgürlüğün var müsade ediyorum. -Teşekkür ederim. Çok naziksin. Beni çok mutlu ettin Öyleyimdir. Öyle yaparım -Öyle yaptığını görmedik şimdiye kadar ama… Öyle yaparım demek derken öyle mutlu ederim demek istemiştim. Yani öyle yaparım. Sen çok argo biliyorsun var ya! -Kim? Sen! -Evet her şeyi bilirim ben… Neden aramadın beni? -Konuşmamızdan sonra uyumuştur diye düşündüm. Zaten yorgundun… Hayır hiç yorgun değilim ama su ayağım nasıl acıyor ne olucak bilmiyorum, oturunca bir başka yürüyünce bir başka ne olucak benim halim? -Acısını azaltmak için kalın çorap giydiğini söylemiştin…Ayağının daha iyi olduğunu da söyledin… Evet. Çorapla, terlik giyiyordum kalkar kalkmaz iyi geliyordu ama simdi cok acıyor ne yapacağımı sasırdım. Bilmiyorum! Doktor gidiyorum açıyorlar, sarıyorlar, kapatıyorlar… -Sen neden kendin halletmiyorsun? Ben elimle dokunamıyorum öyle acıyor. Bilmiyorum! Ayağımdaki sargıyı çıkartırlarken bile yumuşadığı halde çok acıyor. Ben bitip tükeniyorum, eriyorum halbuki o anda… -Sevişir gibi mi? Yapabilsem bu acıya dayanmaktan daha kolay. Ne dedin sen? -Bilmem. Hep böyle yapıyorsun. Hiç dinlemiyorsun beni… -Kaçta yattılar çocuklar? 12.30 da. Gül az önce uyudu. Ötekiler uyudular. Yatak kavgası. Gül bende yat diyorum onlar orada yatsınlar Gül’de yatağını vermiyor kimseye -Ooo canim benim bende yatağımı kimseye vermezdim. Ama Gül’ün ikimizin arasında uyumasını isterdim. Gerçekten. Çok hoş…Hiç su anda mutlu ya da iyi değilim. -Ne olur biraz mutlu olmaya çalış Ne dedin az önce ikimizin arasında mı? Olur mu? -Neden olmasın ki ne güzel olur hem de… Nein olmaz. -Olur olur. Ben çok severim. Sen Gül’ü hic tanımıyorsun. Gelirdi ama o zaman cok inanıyorum çocukların benden uzaklaşacağına. Hadi diyelim uzaklaşmadılar ama beni başkasıyla yatarken görücekler ve yanımıza gelicekler, mümkün değil. Mümkün değil! -İnanmıyorsun ama gerçek bu. Çocuklar yaşamlarını değiştirecek olumlu değişimleri hissederler ve hemen uyum sağlarlar. Şimdi Gül kaç yaşında? Sekiz yasına girmedi, girecek… -Tabi büyüdüğü zaman olmazda... Daha küçük olsalar. Gözleri açılır açılmaz seni görseler kabul ederler ama bunlar bu yastan sonra hiç sanmıyorum… -Ben senin gibi düşünmüyorum. Oğlun için ayni şeyi söyleyemem ama Gül için eminim…Her şeyden önce evin içindeki düzen değişecek. Onlarla ilgilenen, seven, saygı duyan birisinin varlığı karşısında evde her şeyin değiştiğini, annelerinin eskisi gibi onlara bağırmadığını ve dövmediğini görünce bu ayrıntıları farketmiyeceklerini mi sanıyorsun? Ya belki haklısın ama onun için uzun bir zamana ihtiyaçları var…Zamanla görücekler bunu. Bakalım o kadar zaman durabilecekler mi? -Ne bileyim. Bende çok yıllar evvel ayrılsaydım ve tekrar evlenseydim Ayse eve gelecek olan kadının annesi olmadığını bilecekti ama onu anne olarak kabul edip etmemeye çocuklar kendisi karar vericeklerdi…her şey değişimi başlatan kişinin yaklaşımına bağlı bence. Ya o yasta öyle ama bu yasta. Yani bizim çocukların yaşında. Ya onu hemen kabul ederler ya da ona bir şans verirler...Hoş çocuk bunu hemen yapmayacak, zamana bırakacak durumu ya da duruma müdahale edip tepkisini göstericek. Bunlardan biri. O evin içinde birtakım problemler yaşanacağı kesin ama hersey o kişiye bağlı. Eğer anlayışlı davranırsa bana kalırsa hiçbir sorun yaşanmaz. Ya çocukları davranışlarıyla kendisinden uzaklaştırır ya da kendisine çeker. Şimdi ben sana onların yanında bağırsam tabi ki çocuk sana koşucak, belki de ağlıyacak…Ya ben kendimden düşünüyorum mesela, babamız öldü ama annemin yanına ne bileyim onun yanına kimseyi yaklaştıramıyorduk, yakıştıramıyorduk. Yedek bir babayı kabul edemiyorduk. Hepimiz ta evlenene kadar. Ben 6 yaşındayken babam öldü, ben evlenene kadar böyle birseyin hep imkânsız olduğunu düşünürdüm ama evlendiğim zaman tabi annemin de evleneceğini ve buna hakki olduğunu düşünmeye başladım. O zaman anladım yalnız yasayan bir kadının yasam zorluğunu ve anneme yaptığımız haksızlığı… -Olabilir! Bu olayı ne hafifletir ne de sonucu değiştirir ama esasta yapılmaması gereken bir davranış. Bir kadın çok seven bir kadın asla dayanamaz. Haklısın. -Geç oldu kapatalım istersen Evet iyi olur bence de... -N’oldu Ya şimdi senin yanlış anlamandan korkuyorum! -Anlamam sen söyle Biliyorsun sen -Sevişmek mi istiyorsun? Evet -Geleyim o zaman? Olmaz evde misafir var, hani telefonla yapıyorduk ya... -Telefonla mı? Evet, çok güzel oluyor. Beni sevdiğini söylemen bile yetiyor bana biliyorsun… -İstersen sen bana gel… Olmaz gerçekten, hadi telefonla yapalım… -Peki o zaman... Bana devamlı seni seviyorum de yeter bana… Telefonu kapattıkları zaman sabah 5 olmuştu. Televizyon Rusya'nın başkenti Moskova'daki bir tiyatroyu basıp bin kadar kişiyi rehin alan. Liderliğini Movsar Barayev'in, acımasızlığıyla ünlü Çeçen liderlerinden Arbi Barayev'in yeğeninin yaptığı üç gündür devam eden rehine eyleminin, Rus timlerinin katliamı andıran kurtarma operasyonuyla son bulduğunun haberini veriyordu… Alfa komando timleri, bu sabah erken saatlerde uyuşturucu gaz püskürttükten sonra binaya baskın düzenleyip, uyumakta olan eylemcileri şakaklarına kurşun sıkarak öldürmüşlerdi. Bilanço: 50 militan, 67 rehine ölürken 750 rehine kurtarılmıştı…57 saat süren eylem, içeride yakını olan bir kişinin tiyatroya dalmasıyla tırmanmış. Bu kişinin militanlar tarafından öldürülmesiyle Alfa komando timi ani ve kanlı bir operasyon düzenlenmesiyle de noktalanmıştı. Başını yastığa koyar koymaz uyudu… Erdem Buyrukçu
Gerçekedebiyat.com