Rahatsız eden adam / Selim Esen
Kapı açıldı… Baktım o! “Merhaba” dedim.” Merhaba” dedi. “Rahatsız etmiyorum ya?” “Yooo… Buyurun.” Önümdeki dizüstü bilgisayarına, masanın üzerindeki üst üste yığılmış kağıtlara, içi izmarit dolu kül tablasına, gömleğimin açık yakasına, kravatımın gevşeyip yana kayan düğümüne baktı: “Çalışıyorsun galiba” dedi. “Ne yaparsın ekmek kapısı” dedim “Çalış, çalış… Rahatsız etmiyorum ya?” “Yooo… Hayır.” Ne yazdığımı unuttum. Kafamı toparlamak için elimi alnıma koydum. “Ne o, hasta mısın?” “Yok, hayır.” “Başın mı ağrıyor?” “Hayır, iyiyim…” “Yüzün de kızarmış. Sakın ateşin olmasın?” “Yok kardeşim, hamdolsun bir şeyim yok.” “Dur bakim, ben anlarım.” Avucunu alnıma dayadı: “Yokmuş… İyi sevindim… Neyse, sen çalış, çalış… Rahatsız etmiyorum ya?” “Hayır, hayır!” diyerek klavyenin tuşlarına bir iki vurdum. “Şu dergilere bakabilir miyim?” “Bak abi bak!” Eğildi, gözlerini gözlerime dikti: “Azizim, senin gözlerin de kızarmış.” “Şu elimdeki yazıyı yetiştirmek için dün gece uyumadım da!..” “Aman dikkat et, Covid filan olma! Biliyorsun Pandemi var. Neyse, sen çalış, çalış. Rahatsız etmiyorum ya?” Zihnim iyiden iyiye karıştı. Bir sigara daha yaktım. “Azizim çok içiyorsun.” "Aklım karıştı, toparlayayım diye içiyorum.” "Sigarayla akıl toplandığını da ilk defa senden duyuyorum. Neyse, sen çalışmana bak… Rahatsız etmiyorum ya?” On saniye kadar sustu. Ben de fırsattan istifade galiba bir cümle daha yazabildim. Şu yazı bir bitse! “Öf be! Şu resme bak!” Duymazlıktan geldim. Dirseğiyle böğrüme dürttü: “Resmi gördün mü resmi? diyerek burnuma dayadı. “Hımmm, güzelmiş” dedim. “Güzel de ne demek birader, harika, dehşet!” “Öyle…” “Helal olsun herife nasıl da çekmiş, pes valla… Neyse, sen çalışmana bak, rahatsız etmiyorum ya?” “!!!” “Duymadın galiba, sana söylüyorum, rahatsız etmiyorum ya?” “Etmiyorsun, etmiyorsun kardeşim!” Ne yazacağımı iyice unuttum. Aklım karman çorman. Kalktım pencereye yürüdüm. Neredeyse telefon gelecek “nerede yazı” diyecekler. “Görüyorum ki çalışamıyorsun” dedi. “Övünmek gibi olmasın ama, ben bir defa çalışmaya oturdum mu ölüm meleği gelse kalkmam!” “Bana az müsaade,” dedim “yüzümü yıkayıp geleyim, belki açılırım.” Elimi yüzümü yıkadım, su iyi geldi… Tam yazmaya başlayacağım: “Sana bir şey soracaktım” demez mi!!!… Zaten o sorundan kaçmış kafamı aydınlatmaya çalışıyorum, diyemedim.” Tüh Allah kahretsin” diyerek elini alnına götürdü,” Neydi yahu… Allah Allah şimdi aklımdaydı… Neyse ne, sen çalış abi çalış! Rahatsız etmiyorum ya?” “!!!” “Eee… Niye öyle bakıyorsun bana. Yoksa ne yazacağını mı unuttun. Bana da bazen öyle olur. Yanımda biri konuşurken, gürültü ederken yazamam. Yaratıcı kişiye, sakin çalışacak yer gerek… Neyse sen çalış. Rahatsız etmiyorum ya?” Gözlerimi, tavanda baş aşağı yürüyen küçük böceğe diktim. “Senin bu dalgınlığını beğenmiyorum azizim. Aşık mısın yoksa? Hadi, hadi saklama benden…” “Ne münasebet kardeşim. Sadece ne yazacağımı düşünüyorum. Yazıyı teslim etmem gerek. Vakit doluyor.” “Çalış kardeşim… Sen de çalış. Kaç dakikadır yanındayım, çalışacağına boyuna sigara içip camdan dışarıya, ya da tavana bakıyorsun. Çalışsana kardeşim. Kendimi övmek gibi olmasın, ben masaya oturdum mu üç sütunluk yazıyı 10 dakikada çıkarıveririm. Çalış, çalışmana bak! Benim yanında olduğumu düşünme, neyse, rahatsız etmiyorum ya?” Seslenmedim, içimi çektim… “Kardeşim valla içime şüphe girdi. Sen kalbini kaptırdın birine… Bilirsin ağzım sıkıdır… Kimseye söylemem.” “Sıkıntım, derdim merdim yok arkadaşım. Sadece kafamı toparlayamıyorum ki ne yazacağımı bileyim!” “Hah, işte… Benim de dediğim o… Madem kafanı toparlayamıyorsun öyleyse bir derdin var demektir.” “Şöyle az sessizlik olsa da şu yazıyı bitirsem kardeşim!” “Sessizlik… Tabi… Yazı yazmak için sessizlik şart. Bu binada da seninkinden sessiz bir yer yoktur yani. Caddeye bakmaz, etraftakiler televizyonu avazı çıktığı kadar bağırtmaz! Çoluk çocuk gürültüsü de yok… Şanslısın azizim.” “Evet, çok şanslıyım.” “Sessizlik… Sessizlik ne güzeldir. Ben bütün eserlerimi sessizlik içinde yazarım. Makinalı tüfek misali da-da-da-da, da-da-da konuşanlardan nefret ederim. Ya sen?” “Ben mi, ne demezsin birader?” “Hele tam tuşlara vuracakken, zırrr kapı. Biri gelir, biri gider… Konuşta konuş; konuş ta konuş... Hadi ters bi zamanda geldin, çeneni kapayıp otursana be adam… Di mi ya?” “Doğru, doğru.” “Böylelerinin boğazına sarılasın gelir.” “Ahh, ah… Hem boğazına sarılıp hem de dilini koparasım gelir.” “Herife, sus be adam işim var da diyemezsin. Alınırlar… İnsan karşısındakinin halinden anlar!” “İnsan olan, evet!” “Bunlar eşek canım, eşek… Tekme vurup da kovamazsın ki.” “Eşektirler, eşek! Birazdan telefon gelecek, ‘hani yazı’ diyecekler. Adama ‘defolup git de şu yazıyı bitireyim’ diyemezsin ki!” “Diyemezsin dostum, diyemezsin. Dersen gücenirler. Halbuki it oğlu it, sus ta karşındaki yazısını yazsın birkaç kuruş alsın di mi… Neyse konuyu dağıtmayalım. Sen çalış, çalış. Rahatsız etmiyorum ya?” “Dur kardeşim dur… Hep bunu konuşalım… İçim açılmaya başladı. Benim de tanıdığım böyle bir tip var. Affedersin ağzımı bozacağım. Yüzüne söyleyemiyorum bari arkasından küfredeyim.” “Et dostum et!” “Dünyada ondan daha ahmak birini tasavvur edemezsin.” “Kim o tanır mıyım?” “Tanımazsın, tanımazsın… Aman bi çenesi açılmasın, dır dır da dır dır… Susmaz hergele. Çıldırırsın alimallah!” Arkadaşım yumruklarıyla kafasını dövdü. “Vah kardeşim, vah dostum vah! Demek senin de başında bela var.” “Sorma, affedersin ağzımı bozacağım.” “Boz dostum boz…” “Bunlar hıyardan farksızdır!” “Doğru, doğru… Ben hıyar diye tarlaya bile ekmem.” “Cibilliyetsiz herif.” “Cibilliyetsizdirler…” “Hayvan…” “Evet…” “Hayvan dediysem kuş, kelebek demek istemedim, ayı, ayı…” “Doğru söylüyorsun.” “Affedersin kardeşim ağzımı çok bozdum. Eşşoğlu eşek.” “Söyle kardeşim, söyle. Ben sana demedim mi, bir sıkıntın, bir derdin var diye. Bak yüzüne renk geldi. Gözlerin kanlı değil artık. Neyse, sen çalış, çalış, rahatsız etmiyorum ya?” Selim Esen
Gerçekedebiyat.com