Sabit Kemal Bayıldıran Türkçeyi Arapçaya büküyor!
“Edebiyatımızın Yeni Gücü: Şaireler”, Sabit Kemal Bayıldıran’ın Klaros Yayınları arasından çıkan inceleme kitabı. Bayıldıran kitabında şaire olarak nitelendirdiği şair kadınları inceliyor. Bayıldıran kitabında şair kadınların kadın olma kavgaları, toplumsal konumları, erkeğe, aşka bakışları gibi konuları gündeme getiriyor. ‘Edebiyatımızda Terim/ Kavram Tartışmaları’ başlıklı birinci bölümde Bayıldıran öncelikle ozan-aşık-şair tanımlarının etimolojik kökenlerine uzanıyor. Ozanı göçebelik döneminde kopuz çalıp şiir okuyanlar, XV. yüzyılda Anadolu’da ve Azeri kökenli saç çalıp türkü çığıranları aşık, kapıkulu sınıfından olanları da şair olarak adlandırıyor; şairin Arapça kökenli isim fiil olduğunu belirtiyor. Aynı bölümde yazar, eril adlara ‘ye’, ‘de’ gibi ekler getirilerek dişil olduğunu yazıyor Arapçadaki sözcüklerin eril ve dişil olduklarını belirten. Örnek olarak Necmi/Necmiye-Hayri/Hayriye-Nuri/Nuriye isimlerini gösteriyor. Buna ben de ‘de’ sonekiyle gelen bir örnek vereyim: Halit/Halide-Ferit/Feride… Tezini kanıtlamak için Mütercim Âsım’ın Kâmus’ta şairi ‘şiir söyleyen adam’ olarak tanımlamasını gösteriyor. “Oysa ‘rahibe’, ‘müdüre’ dediğimizde ‘derdimizi daha iyi anlatmış’ oluruz. Bu durumda ‘şaire’ dediğimizde ‘en az sözcükle en doğru’ anlatımı bulmuş oluruz. İngilizcede de şair için ‘poetesse’ (Fr. La poetesse) kullanılmaktadır. Türkçe sözcüklerde erillik/dişilik söz konusu olmadığı için ‘şair’ sözcüğü, ‘ozan’ sözcüğü gibi ‘hünsa’ sanılıp, hem erkekler hem kadınlar için kullanılıyor. Tıpkı Arapça ‘kâtip/kâtibe’ sözcüklerinin yerine ‘Batılılştığımız için’ ‘sekreter’i kullandığımız gibi erillik/dişillik kavramlarını yok ediyoruz’ Kadın kâtip’ ne kadar doğruysa, ‘kadın şair’ demek de o kadar doğrudur.” (s.17-18) Şair kadınlara ‘şaire’ demek Sabit Kemal Bayıldıran’ın kendi seçimidir. Bu tanıma katılanlar olacağı gibi karşı olanların da var olacağı kaçınılmazdır. Bayıldıran ortaya yeni isim-fiil getiriyor, elbette bunu dilediği gibi kullanabilir. Bayıldıran’ın Arapçada var olduğunu söylediği erillik/dişillik bugünkü Türkçede var mı? En eski Türkçede var mı? Osman Ferit Sertkaya Türk Dili Dergisi’nin Eylül 2021, 837 sayılısında yayımlanan “Türkçe Kelimelerde Erkeklik-Dişillik veya Harf-i Tarif= Belirteç ile Tanımlık= Artikel Var Mıdır?” başlıklı incelemesinde günümüz Türkçesinde de öncü Türkçelerde de böyle bir ayrımın olmadığı kanısındadır: “Türk dili bir Altay dilidir. Türkçe, Moğolca, Tunguzca gibi Altay dillerinde ise erkeklik/dişilik/yavruluk hâlleri ekle değil ayrı kelimeler kullanılarak yapılır. Türkçenin yapısında kelimelerde ‘artikel = tanımlık’ ögesi bulunmaz. Yani Türkçede artikel ögesi yoktur. Dolayısıyla artikeli gösteren herhangi bir öge (ek, kelime vs.) de yoktur. Ancak Türkçede artikelin karşılığı vardır. O da şöyledir: Türkçede canlı nesneleri karşılayan bazı isimler cinsi ifade eder. Meselâ kağan denildiğinde insan cinsinin erkeği, katun denildiğinde insan cinsinin dişisi, tigin denildiğinde insan cinsinin çocuğunun erkeği, kunçuy denildiğinde insan cinsinin çocuğunun dişisi anlaşılmıyor mu? Çocuk demişken onun da eril veya dişil olma durumunu belirtmediğini söyleyelim. Bu yüzden birisinin çocuğu olduğu zaman ‘erkek çocuğu olmuş’ veya “kız çocuğu olmuş’ diye erillik ve dişilik sıfat kullanarak belirtilmiyor mu? Yani yavruyu bildiren kelime genellikle erillik veya dişillik bildirmiyor. Başka örnekler de verelim. Eski Türkçede ud ‘sığır’ kelimesi cinsi bildirir. udçı ‘sığırtmaç’ demektir. Erkek sığırın adı buka > buga > boğa’dır. (Eğer boğa iğdiş edilirse ona boğa değil öküz denilir.) Dişi sığırın adı i?ek > inek’tir. Boğa ile inek’in yavrusunun adı ise tana > dana’dır. Ancak bu yavru doğduğu zaman ister boğa (erkek sığır) ister inek (dişi sığır) olsun. Ona yavru olduğu bilinsin diye tana > dana denilir.” Bayıldıran şairi Türkçe kullanımına göre değil Arapça kullanımına yakınlaştırmak için şair kadına ‘şaire’ derken, Arapça kullanıma uygun dişillik yüklüyor. Altay kökenli Türkçeye, Arapça kökenli bir sözcük yüklüyor. Sertkaya, ‘Hint-Avrupa dillerinde tanımlık=artikel unsuru ile belirlenen eril, dişil, yansız kelimelerin Altay dillerinde ayrı ayrı kelimeler kullanılarak yapıldığını belirtiyor ve "sonuç olarak Hint-Avrupa dillerinde tanımlık unsurla vurgulanan cinslik hâli bizde her cins için ayrı kelime kullanılmasından dolayı Türkçenin yapısında yoktur” yargısına varıyor. Nerede var? Almancada. Sertkaya onu da örnekliyor: “Almancada ise bu kelimeler der/die/das artikelleri = tanımlıkları ile geçer. Sığırın erkeğinin, dişisinin ve yavrusunun cinsiyetini belirtmek için ‘boğa’ karşılığında der Stier, ‘inek’ karşılığında die Kuh, ‘dana’ karşılığında da das Kalb artikelleri kullanılır.” Selçuk Bulut Milliyet gazetesindeki “Türkçede İsimlerin niye cinsiyeti yok?” başlıklı yazısında (tarihsiz) Hint-Avrupa dilleri ile köken bakımından da Ural-Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer alan Türkçe için şunları yazıyor: “Peki, neden böyle bir durum var Türkçede? Genel olarak bakacak olursak Türkçenin ortaya çıkışı sırasındaki dinleri, yaşayış biçimleri bunda etkili. Hint-Avrupa dilleri ortaya çıkarken çok tanrılı dinlere inanıyorlardı. Her tanrının bir cinsiyeti vardı. Haliyle kadın, erkek, canlı, cansız birçok ayrıma sebep olmaktadır. Lakin Türklerdeki tek tanrı Gök Tengri inanışı cinsiyet ayrımı olmamasında büyük etken. Cinsiyet ve gruplara ayırmaya ihtiyaç duymuyordu insanlar. Ayrıca dinin yanı sıra eski Türk kültürünün kadın ve erkek ayrımı yapmadan kanunlar, töreler karşısında eşit olması, orduda kadın erkek beraber savaşılması, iki cinsiyetin de aynı derecede söz sahibi olması dilin oluşmasında etkili. Bu durum da kelimelerde cinsiyet ayrımı olmamasında etkili oldu.” Bayıldıran’ın itirazına a priori örnek olarak Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi kaynaklı bir başka araştırma Dr. Fatma Öztürk Dağabakan imzalı. A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 46. Sayısında yer alan inceleme “Dillerde Cinsiyet Almanca ve Türkçede Cinsiyet Kavramları” başlığını taşıyor: “Dünya dillerinin bazısında dilbilgisel cinsiyet bulunmamaktadır. Bazı dil ailelerine bağlı dillerde ise ya yoğun bir şekilde kullanılmakta, ya da zamanla kaybolmaktadır. Örneğin Hint-Avrupa dil ailesindeki İran dilinde önceleri bulunan üç dilbilgisel cinsiyetin daha sonra yok oluşu, yani dilbilgisel cinsiyetin bu dillerdeki kullanımı geçmişe dayalı bir kalıtım ile sağlanmaktadır, tamamen yeniden edinilmemektedir. Dünya dilleri dilbilgisel cinsiyet bulunanlar ve bulunmayanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan, genel olarak Hint - Avrupa dilleri Ailesi (İranca ve Ermenicede Kayıp), Kuzey - Kafkas dilleri, Avustralya dilleri, Nil-Kongo dilleri, Papua dilleri, Dravid dilleri, Kelt (Sibiryaca), Afro-Asya dilleri, Boşiman dilleri, Kuzey Amerika Kızılderili dilleri grubu cinsiyet ayrımı yapmakta, Ural dilleri, Altay dilleri, Tay dilleri, çoğu Amerika dilleri, Bask dilleri, Tibet-Birman dilleri, Eski Sibirya dilleri, Eskimo- Eski Sibirya dilleri, Malayca-Endonezya dili grubunda ise dilbilgisel cinsiyete rastlanmamaktadır. Türkçe de Altay dillerinin Türk Dil Grubu kategorisinde yer alan bir dil olarak dilbilgisel cinsiyet bulundurmamaktadır.” Osman Ferit Sertkaya’nın eril/dişil ayrımı için verdiği Almanca örneğine, Dağabakan başka dil örnekleri gösteriyor: “Dilbilgisel cinsiyetin eril-dişil-yansız ayrımını birçok dilde görmek mümkündür. Önceleri tümünde eril-dişil-yansız sınıflandırması bulunan Hint-Avrupa dil ailesinden Germen dillerinde günümüzde yalnızca Almanca, Hollandaca, Norveççe (muhafazakâr Bokmal haricinde), İzlandaca, Faroe Dili ve Frizce bu üç cinsiyeti muhafaza etmişlerdir. Yine Roman dillerinden Latince ve Rumence, Slav dillerinden Bulgarca, Polonyaca, Rusça, Slovakça, Çekçe, Ukraynaca, Sorb dili ve Slovencede, ayrıca Arnavutça, Sanskritçe ve Yeni Yunancada da üç dilbilgisel cinsiyet bulunmaktadır.” Daha da ileri giderek söyleyebilirim ki, erillik/dişillik ayrımlarında yapılan işin ve yapanın ne yaptığı ve ne olduğuna bakarak yargıya varmak gerekir. Şiir şiirdir, şair şairdir. İlle de bir ayrım getirilmesi gerekiyorsa başa değil yapılan işin ardına dişilik tanımı getirilebilir kanısındayım. Örnek olsun ‘kadın şair’ değil ‘şair kadın’ (Ben bu ayrımın da feminist nitelikte olduğu kanısındayım. Bana göre ‘iyi şiir/kötü şiir’, ‘iyi şair/kötü şiir’ var.) Bayıldıran, Türkçe sözcüklerde erillik/dişilik söz konusu olmadığı için, kendince bir ayrı yaparak şair kadınlara şaire demeyi uygun görüyor. Bu durumda Türkçede olmayan bu ayrıma gerek var mı? Türkçe sözcüklerle değil Arapça sözcüklerle şiir yazmak isteyen Arapça yazar, ‘şair kadın’a ‘şaire’ diyebilir. Türkçe sözcüklerde yazan biri için böyle bir ayrım gereksizdir. Bayıldıran kamu çalışanı kadın için de ‘memure’yi öneriyor. Devlet Memurları Yasası istihdam şekillerini sayarken (a) fıkrasında memur tanımını “Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu Kanunun uygulanmasında memur sayılır. Yukarıdaki tanımlananlar dışındaki kurumlarda genel politika tespiti, araştırma, planlama, programlama, yönetim ve denetim gibi işlerde görevli ve yetkili olanlar da memur sayılır” biçimiyle yapılıyor. Bu tanım içerisinde ‘memure’, ‘müdire’ yok. Çalışan kadınlar da bu yasaya göre memurdurlar, memure değil. Sözleşmeli çalışanlar için de durum farklı değil. Eril/dişil ayrımına gerek görülseydi, tanıma ‘memure’ tanımını yapan bir paragraf eklenebilir ya da yasanın adı Devlet Memurları ve Memureleri Yasası denilebilirdi. Bayıldıran yazar kadınlar için de ‘edibe’yi uygun görüyor. Kubbealtı Lügatı’nda edibenin iki anlamı var: 1-Terbiyeli, edepli, zarif kadın. 2. Kadın yazar. Bayıldıran ikinciye işaret ediyor. Türk Dil Kurumu Edibeyi teke indiriyor: ‘Terbiyeli, saygılı, nazik kimse’ demek olan ve kökeni Arapça olan Edibe’yi Türkiye'de 10.604 kişi kullanmaktadır ve uygun anlamı sebebiyle kız ismi olarak bebeklere konulabilir.” Görüldüğü gibi eskidiğinden sınırlı sayıda kullanılıyor ve bu nedenle Türk Dil Kurumu sözcüklerinde yer almıyor, kız ismi olarak bebeklere veriliyor. Bayıldıran’ın eskiye rağbet gösterebilir. Ömer Asım Aksoy’un yayımladığı “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”nde (İnkılâp Kitabevi, 1995) “Eskiye itibar olsaydı bitpazarına nur yağardı” geçiyor. Buna ilişkin başka örnekler de verilebilir, bu kadarla yetiniyorum. Sabit Kemal Bayıldıran ‘eril/dişil’, ‘şaire’ gibi sözcükleri dil devrimini eleştirmek için gerekçe olarak da kullanıyor: “Erillik/dişillik özelliği olmayan bir dilde, başka dillerden gelen erillik/dişillik özelliğinin bilinçli kullanılması zordur. Tabi bunda ‘dil devrimi’nin de payı vardır.” (s.19) Bayıldıran yukarıda eleştire gelinen, köken bakımından da Ural-Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer alan Türkçede olmayan eril/dişil ayrımlarına bir eleştiri de kendisi yapıyor ve Türkçede eril/dişil ayrımı olmadığı hailde yaptığı eril/dişil ayrımını kendi yazdıklarıyla eleştiriyor. Türkçenin erillik/dişillik özelliği olmayan bir dil olduğunu kabulleniyor. ‘Erillik/dişillik özelliği olmayan bir dil’ tanımı da Bayıldıran’a ait. Üstelik kabullenmekle yetinmediği gibi erillik/dişillik özelliğinin bilinçli kullanılmasının da zor olduğunu söylüyor; ‘erillik/dişillik özelliğinin bilinçli kullanılması zordur’ diyor. Zorsa böyle bir ayrım yapmasının anlamı var mı? Kaldı ki böyle bir ayrımı yapan kendisi olmasına karşın sanki dil devrimiyle erillik/dişilik ayrımı yapılmış gibi bunda dil devriminin payı olduğunu ileri sürüyor. Üstelik dil devrimiyle Arapçadan gelen ‘handese’ yerine ‘geometri’, ‘paşa’ yerine ‘general’ getirilmesini de uygun bulmuyor, Arapçada denildiği gibi kullanılsın istiyor, nitekim şaire sözcüğü de Arapçadan geliyor ve Bayıldıran böyle kullanmayı uygun buluyor. İyi ki dil devrimi yapılıyor, iyi ki Dil Tarih Kurumu oluşturuluyor, bugünün aksine yabancı dillerin boyunduruğunda boğulan Türkçe, çağdaşlaşarak gelişmeye başlıyor. Kuşku yok ki her yazar/şair dilediği konuyu dilediği ideolojik yaklaşımla yazabilir. Her okur da ideolojik yaklaşımların ötesinde bilimsel, somut yaklaşımıyla kitabı olumlayabilir ya da eleştirebilir. Yazan gözle okuyan göz aynı olmayabilir. Nesnel olan değerlidir, olmayan değersiz. Hatta her iki unsur da bir arada olabilir. Ayıklamak okura kalır. Halit Payza
Gerçekedebiyat.com