Son Dakika

ali-gunay-deprem-5022025145955.jpg


Hayır, belleğimi yitirmedim; yok zaten. İyi ki yok! Olsaydı da yitirmeyi isterdim. Gördüklerimi her görenin de aynı şeyi dileyeceğine kuşkum yok. Belleğim yok ama var olan azıcık aklım durdu, gözlerim kör oldu. Olanı ve bitmek bilmeyeni anlatmayı başarabilecek miyim bakalım? Öyle şeyler var ki yaşanır, anlatılamaz; bilinç kilitlenir, duygular dumura uğrar, ses boğulur, sözcükler yetersiz kalır, her şey derin bir boşluğa düşer de düşer. Başıma gelen işte böyle bir şey; yine de anlatmayı deneyeyim.

Sizde bir çağrışım yarattı, biliyorum; önünde sonunda babası ölmeyeniniz yok, “sizin hiç babanız öldü mü” diye sormayacağım. Sizin hiç çocuklarınız, eviniz, mahalleniz, kentiniz, dünyanız aynı anda öldü mü? Bir anda? Ne olduğunu anlayamadığınız bir anda! Benim öldü; ağzım da gözlerim de faltaşı gibi açık kaldı, bir daha kapanmadı, kapanmayacak.

Hepsi gibi biz kırlangıçlar kim bilir ne zamandan beri, binlerce yıllık “kavimler hanı” ve göçmen kuşların konaklama yeri olan bu kentin yerlileriyiz. Coğrafya kaderdir, dersiniz ya, tarih de bir o denli kaderdir sanki, kanıtı da biziz. Sulak alanların, besledikleri gölün kurutulmasına, bir kuş cennetinin yok edilmesine tanık olan bizden öncekilere acır, yeni kuşak olarak kendimizi talihli sayardık. Ta ki korkunç ötesi bu yıkımı yaşayana dek.

Sonbaharda göçtüğümüz uzak diyardan bu yıl erken dönmüştük. Orada hava erken soğumuştu, burada da erken ısınmış meğer. Geçen yıl doğduğum sonra genç bir kırlangıç olarak ayrıldığım ve özlediğim yuvamı kolayca buldum, göç yolunda tanıştığım ilk eşimle birlikte oraya yerleştim. Birkaç hafta sonra yumurtlayacak, kuluçkaya yatacak, yavrularımıza kavuşacaktık. Bunların heyecanı ve mutluluğu içindeydik. Yuvamız kent kıyısında katlı bir apartmanın çatısı altındaydı, korunaklıydı, kışı sapasağlam aşmıştı. Yerleşmeden önce kentin üzerinde birkaç tur atmış, hem bolca olan lezzetli uçucularla karnımı doyurmuş hem de çok sevdiğim kentimle özlem gidermiştim. Epeyce değiştiği gözümden kaçmamıştı ama sevgimde değişiklik olmamıştı. En başta, yuvamın bulunduğu apartmanın -artık, apartmancık desem daha doğru olur- dört bir yanı, iki katını aşan yüksek yapılarla kuşatılmıştı. Göklere alışkın ben, kendimi yere yapışmış gibi duyumsadım. Oysa yere yapışmanın ne demek olduğunu sonra görüp anlayacaktım.

İnsanlar bizim yuva yapış yöntemimize ne denli hayransa, ben de kurdukları dev yapılara öyle hayrandım. Öyle ya, bir köyü dolduracak insanı barındıran, başı göğe erişmiş bu evleri dikmek, yıllarca ayakta tutmak kolay iş mi? Üstelik kara, yağmura, rüzgâra; sıcağa, soğuğa dayanıklı yapmak? Akıl ve bilgi işi tabii. Bizim yuvalar hiç değişmezken insanlarınkilerin bunca değişmesi, büyümesi, güzelleşmesi akıl farkı değil de nedir!

Ahh! Evet, sözü dolandırıp uzatıyorum; bir türlü konuya, yaşadığım dehşete, tanık olduğum acılara getiremiyorum çünkü. Bir anda cennetin cehenneme dönüşmesini anlatabileceğimden, olanları yeniden yaşamaya katlanabileceğimden emin değilim; hele ki gördüklerimin, yıkımların, ölümlerin, acıların yalnızca çok küçük bir bölümü olduğunu bildikten sonra…

Sıradan bir geceydi. Her zamanki gibi, kent ışıklarının da etkisiyle gözüm yarı açık kuş uykusundaydım. Sabaha yakın olduğunu sezdiğim bir anda delirtici bir gürlemeyle sarsıldım, zifiri karanlıkta, yapıştığı beton parçasıyla aşağı düşerken yuvam dağılıverdi, kendimi havada asılı gibi buldum. Eşim yuvamızın kalıntısıyla birlikte beton levhanın altında kalmıştı. Talihli mi, tersine talihsiz miydim, o an bilemedim. Gürlemeler zincirleme olarak ve uzaklaşarak sürerken bir boşluktan kapalı bir yere daldım, kırık, çatlak duvarların arasında bir süre dönendim umarsızca. O sırada yarı karanlıkta gördüm, bir ana ve biri genç diğeri çocuk, iki kızı yataklarında birbirlerine sarılmış, titreyip inlemekteydiler. Cılız bir sesle çığlık atmaya çabalıyorlardı, sesleri yeterince çıkmıyordu. Yatağın yanında kırıntı yığınına gömülü birinin ayakları görünüyordu. Gövdesi, bir beton parçasının altında kalmış bir kedinin dehşetten açılmış gözleri alev saçıyordu, o sırada onu emdiği anlaşılan bir yavrusunun arka yarısı da aynı betonun altındaydı. İncecik sesleriyle iki yavrusu da umarsız devinip emecek meme arıyorlardı.  Az ötesindeki yıkık duvarın taşları arasına sıkışıp kalmış bir farenin kuyruğu görünüyordu. Ezilen kafesteki muhabbet kuşu çifti birbirine yapışmış tek gövde olmuştu.

Nice sonra bir delikten fırlayıp kendimi dışarının tozlu, boğucu havasına attım. Birkaçını aç karnıma gönderdiğim arıların, ezilen, kovan dediğiniz evlerinden fırladıklarını anladım. Büyüklü, küçüklü uçucular toz bulutunun içinde şaşkın dolanıyordu. Yuvalandıkları taş duvarlar yıkılan serçeler delice uçuşuyordu. Yerlerde karıncaların, sineklerin üşüştüğü tüysüz yavru ölüleri ve yumurta kırıkları oraya buraya dağılmıştı. Benim gibi canını kurtaran ama neye uğradığını anlayamayan büyükbaş, küçükbaş hayvanlar, kediler, köpekler açlık ve korkudan acı sesler çıkararak bir o yana bir bu yana seğirtiyorlardı. Buradan karınca gibi görünen insancıklar çığlıklar atarak, yakınlarına seslenerek, yardım çağrıları atarak, gözyaşı dökerek yıkıntılar arasında umarsız koşuşturuyorlardı. Onları deyişiyle kıyamet kopmuş ortalık mahşer yerine dönmüştü. İç paralayıcı can pazarı yukarıdan daha kolay izleniyordu, bakmaya katlanabilen için

Görebildiklerimi, anlatılması güç o olağan dışı an ve sonrasına ilişkin duygularımı dilim döndüğünce aktarmaya çalıştım. Anlatabildi mi, bilmiyorum ama bu durumda benden bu kadar… Ötesini anlamak da anlatabilmek de biz kuş beyinlileri aşar; akıl, gelişkin düş gücü ve derin duyarlılık gerektirir ki bu da siz insanlarda var. Dehşetten aklı durmamış, varsa acıdan duyguları uyuşmamış biriniz, bana söyleyebilir mi: Ne oldu böyle, ne?

Ankara, Mart 2023

 

BİR ACININ ACI UYARLAMASI

Yirmi üç yılında altı Şubat’ta

Yıkıldık ey halkım unutma bizi.

Meşum bir gecenin kör şafağında

Yarıldık ey halkım unutma bizi.

Mezar oldu bize dost toprağımız

Kor ateşe düştü yandı bağrımız

Devlet sağır duyulmadı çağrımız

Boğulduk ey halkım unutma bizi

O gece hem yer hem gök yarıldı

Kâğıdı kaderin baştan karıldı

Evlerimiz üstümüze yığıldı

Ezildik ey halkım unutma bizi

Ölmedik diye kurtulduk sanma

Yaşıyoruz sanıp sakın aldanma

Biz yerin üstüne onlar altına

Gömüldük ey halkım unutma bizi

Aşık Fani derki en büyük acı

Sarılmazsa yara büyüyen sancı

Biz yolcuyuz ama kentimiz hancı

Ölü, diri gömüldük unutma bizi…

Ocak 2025

Ali Günay

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM