Kendilik etiği ve sanat esnafı / Jale İris Gökçe
Onlarca Güzel Sanatlar Fakültemiz olmasına karşın kültür ve sanat hayatımıza katkıları neredeyse sıfır derecededir. Hatta varlığıyla yokluğu arasında bir fark yoktur. Ressam Jale İris Gökçe bu sorunu kültür sanat ortamımızın 'proje sanatçılar' tarafından nasıl istila edildiğiyle birlikte irdeliyor.
Yaz başında, Üsküdar-Beykoz vapurunda yolculuk yaparken bir haber gözüme çarptı: Uruguay eski Devlet Başkanı José Alberto Mujica Cordano, nam-ı diğer Pepe vefat etmişti. Haberde, ünlü “kaplumbağası” (Volkswagen), evi ve Noam Chomsky’nin ziyareti sırasında, kaplumbağayı sürerken çekilmiş fotoğraflarına da yer verilmişti. Bir yandan gözlerim, Boğaz’ın iki yakasını kaplayan yalıları ve işten dönen yolcuları izlerken, bir yandan da zihnim, dünyaya ve insanlık durumumuza ilişkin sorularla boğuşuyordu. İlk bakışta çok farklı görünseler de aslında hepimiz benzer yazgıları paylaşmıyor muyduk? Bu yazgıyı bir nebze tersine çevirebilme potansiyeline sahip olabilecek kültür-sanat alanı ise büyük bir kriz içindeydi ne yazık! Biz ‘kültürel iktidarı’ tartışıp dururken, krizin daha da derinleştiğinin farkında bile değildik. Sanata ramak kala, bu pürtelaş halimiz trajikomik tuhaflıklarla sergilenmekte ülkemizde sanat esnafı tarafından. Tam bir karnavelesk cümbüş gibi… Sürekli belli şahıslar, kurumlar, klikler, peyderpey proje “sanatçı-lar” piyasaya sürüyor… İş öyle bir yere geldi ki resim, heykel, şiir, roman, hikaye vd. alanlarda, ‘Türkiye’de Kimler Projedir’ adlı bir tez/kitap araştırması yapacağım neredeyse! Kronolojik olarak ve istatistiklerle, belge/fotoğraflarla da desteklenen. Her alanı ayrı çalışarak. Eminim çok tanıdık kişiler karşımıza çıkacak: Ressam, heykeltraş, şair, romancı… Böyle bir kitabın çok satılanlar arasında olacağı da kesin! Benden önce yapacak olan çıkarsa da her türlü desteği sağlayacağım. Arz telaşı içindeki ne yaptığının farkında olmayan, ihtiraslı sanat esnafı, her parası olanı görünür kılmak adına, araştırmadan öne çıkartıp, amatörce PR/tanıtım yaparak çok fazla zarar verdi sanata! Bulandırdı, görünmez kıldı! Kimileri tutucu, bağnaz diye eleştirilirken arz telaşındakilerin, ağırlıklı olarak seküler “tarikatlara” sıkı sıkıya bağlılıklarına da hiç değinilmedi nedense. Yanıbaşımızda hem de! Düşünce ufkumuzu daraltan, hamaset yüklü bir kısım eski/yeni çağ akımları gibi. Konuşmanın, tartışmanın imkansızlaştığı bir tutuculuk maalesef! Eleştirdiğimiz "karşı”, “öteki” kesim-lerden farkı ne? Aynı! Bir kâbus gibi! Bir cendere! Devasa bir blokaj ve “ben yaptım oldu” keyfiliği! Nasıl da sinsi bir sessizlik hakim! At gözlüğü ile bakan bir tayfa, bazı kişileri, sırf kendilerini ‘seküler tarikatlara mensup’ olarak adlandırdığı için sorgusuz sualsiz, baş tacı yaptı sanatta! Apartması falan önemli değil, yeter ki bizim mahallenin çocuğu olsun diyerek! Hep eleştirdiğimiz klikler meselesinin bir yanı! Henüz emekleme dönemi yaşayan sanatın topluma yayılmasının önündeki bariyer olarak, her daim görevlerini gayet oportünist şekilde yerine getirdiler! Mevcut bölgelerde lokalize ve bir anlamda “tekelleşme” yaratarak; göz açtırmadan üstelik konuşanlara! Klik, klik! Dar alanda kısa paslaşmalarla! Bunlar üzerinde düşünülüp tartışılmadan, sanat hakkında hüküm vermek, mevcut tekelleşmenin devamını, kemikleşmesini sağlayacaktır. Kendileri yoksa sanat da yok zannına kapılan narsist elitimsiler, engelleyemedikleri ihtirasları ile tozu dumana katmakta! Dar bakış açıları ile kendilerini olan biteni fark eden, sessiz sedasız sanatını yürüten sanatçıların da yerine koyma cüreti göstererek, sanat adına bilirkişiliğe soyunup, her şeyin onlardan sorulduğu bir hiyerarşik düzende, yıllardır iktidarlarını pekiştirmeye çalışıyorlar. “Şu dernekleri, müzeleri biz kurduk! Sanatta çığır açtık! Sanat bizden sorulur!” diyerek. Keşke hiçbir şey yapmasaydınız. “Naif” kalsaydık! Toplumsal hafızamız silinmeden, nerede olduğumuzu bilirdik en azından. “Esinlenme”, intihal yarışı… Daha fazla zarar verilmezdi… Yaşanan tıkanıklığın ve krizin önde gelen sorumlusunun da dış mihraklar, batının dayattığı hegemonik emperyalist kültür-sanat, siyasi iktidarlar, sermaye falan değil; “sanatçının” özellikle “akademisyen-sanatçının” kendisi olduğunu düşünmekteyim. Örneğin ‘Frankfurt Okulu’ gündemimize bir ara girer gibi oldu ve sonra içi boşaltıldı. Tartışılmadı yaygın olarak sahada yeterince. On yıllar geçmesine rağmen, hâlâ bize bakıyor endişeyle… Ama bu saatten sonra da çok zor. Saklandığı klik-ler anma toplantıları yapıyordur belki, herkese kapalı. Geçmişte olduğu gibi. Benzer “akademisyenler” kenardan izleyip ellerini ovuşturdular hiçbir şey yapmadan senelerdir. Sanat Eseri Raporu ile, doçent ve profesör olmak gayet de rahat içlerine sinebildi. Ve yıllardır da YÖK, bu çelişik duruma bir açıklık getirip, çözmüş değil! Yazdığın “Sanat Eseri Raporu” tezimden apartılmış dediğimde de bu raporların intihalden muaf olduğunu düşünebilecek kadar da etik ilkelerden, meslek etiğinden bihaber vasat altı bir savunma içinde! Kendilik bilincinden uzak. “Klasik tez formatında yazmak zorunda değilim!” “Sanat Eseri Raporu ile kadrom ilan edilsin!”, “Maaşım da yatsın!”, “Haftada da bir iki derse gireyim!”, “Emeklilikte de bu raporlarla bir Tıp Profesörü cerrah ile ile aynı ücreti alayım!” “Çünkü ben sanatçıyım!" Hem de akademide!.. Cumhuriyetten günümüze, zaten piyasa, “akademisyen sanatçı” istilasına uğramış durumda, diğer tekel oluşturanlar gibi! Haksız rekabet yaratarak üstelik! Dengeleri de altüst ederek! Akademide mi piyasada mı çalışıyor belli değil! Piyasaya bu denli entegre isen akademide niçin kadroları işgal ediyorsun madem? Sonra, piyasayı bu kadar iyi tanıyıp, dört yılın sonunda mezun olan çocukları hiçbir şekilde bilinçlendirmeden, eti senin, kemiği benim diyerek sahada yalnız bırakmak da ne denli doğru? Haksız rekabetin âlâsı değil mi bu? Paraya da hiç ihtiyacın olmadığı halde! Bu şekilde mi sanat eğitimi olması gereken seviyeye çıkacak! Hakkaniyetten anlaşılan bu mu? Hem piyasayı manipüle et, hem de “akademiyi”! Biraz insaf yâni! Yazmayalım mı bunları? Devranınız hep sürsün mü? “Ağlayan Çocuk” anonim fotoğrafı gibi, evlerde, özel/kamu müzelerinde ve her yerdesiniz. “Yeteneklisiniz” aklınız sıra sanatınızdan çok “piyasaya” ayar verme konusunda! Diğerleri, ümmî, naif ve başarısız; entrikayı, kalleşliği beceremiyorlar, bilmiyorlar sanıyorsunuz! Ama acaba böyle mi? Bu kadar da kafanız kumda! Nedir bu acımasızlık? Sadece sizin klik-lerden, localarınızdan sızıntılar mı belirleyecek bu lağım suları sızan piyasayı”! Mistifikasyon/gizem/ezoterizm soslu ritüellerle bulanık sulardan çıkamıyoruz işte! “Üstad" halı esnafının güzellemelerini sanat esnafı “yaşa beyaz-kırmızı” nakaratlarıyla, ritim tutarak ve severek yapmakta maalesef. Halı esnafı, senin beyaz-kırmızını görmüyor ama! Bir sonraki aşama, tepside kentin anahtarını sunma merasimi mi acaba? Sinsi bir yanıt sonra da; Tepside kafaların sunumu? Tarihin dehlizlerine gitmeye de gerek yok! Apaçık her şey, yanıbaşımızda hep! Bu mu? Gardıroptan çıkamayan ulusalcı, kendine locada yer ayırtıyor… “Mücadele” tarihimizin garip cilvesi! Paragraflar arası sert geçişler yapmayı hep sevdim: Akademi ayağını sağlam temellere oturtmadan, piyasada sanatın dengesini kurmak imkansız. Batılı anlamda sanat ile geç tanışan, “geleneğin” üzerine eklektik bir biçimde monte edilmeye çalışılan, git gide kiçleşerek “olgunlaştığı” iddia edilen sanatımız, hiçbir ülkeyle kıyaslanamayacak kadar, yozlaşmış durumda. Zaten dengede duramayacak bir yapıyı, toplama işleri üzerine yığarak, zorla ayakta tutmaya çalışamazsınız. Etiğin üzerini çizerek estetiğe atlayamazsınız! Dahası, estetikten de ne anlaşıldığı malum! Neden? Sürekli, ısrarla söylemeye çalışıyorum: Koskocaman bir İNTİHAL sorunu var ve bunun kaynağı da çözümü de “akademide”! İntihal nedir? Emek hırsızlığıdır. Hırsızlık, GSF (Güzel Sanatlar Fakülteleri) aracılığı ile gerçekleştiğinde, sanat piyasasının etkilenmemesi imkansızdır. Normalin bu olduğunu düşünerek mezun oluyor çünkü ‘sanatçı’ adayı. “Akademisyen” olduğunda da bu “normale” sadık kalıyor haliyle. Yaşadığım onca şeyden sonra vardığım sonuç bu! Bir lağım çukurunun üzerini “kültür-sanat” ile ne kadar sıvamaya, kapatmaya çalışırsanız çalışın, alttan gelen pis kokuları insanlar alacaktır. Hakikat peşinde koşan birileri de konuşacak ve yazacaktır! Ta ki toplumun en azından belli bir kesiminde farkındalık oluşana kadar! Bu çürümeyi yaratanlar, bir de kalkmışlar, konuşanları itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar vicdanları sızlamadan. Kaç kişinin canını yaktıklarını da bilerek ve bunu gizleyerek. Bakalım nereye kadar! Bir denge unsuru olarak, dik duran, herhangi bir tarikat ve klik içinde yer almayan, haksızlıklar karşısında tavır alabilen, fikirlerini özgürce dile getirebilen, etik ilkelere sadık, bağımsız sanatçı özne, tam da böylesi bir zamanda yeryüzüne çıkmak zorunda! Siyasi yelpazenin solundan sağına nerede durduğundan da bağımsız! Sürdürülemez oldu artık her şey! Bir nemelazımcılıktır gidiyor! Basında, sosyal medyada önüme düşen tartışmalar diğer tüm yaratıcı sektörlerde yaşananlarla benzer. Bir ölü toprağı serpilmiş kültür-sanatın üzerine. Nefessiz kalmış durumdayız! Kimse fark etmiyor mu bunları? Sanatta intihal meselesi gerek metinlerde, gerek görsel çalışmalarda, büyük bela açacak tüm aktörler için. Hâlâ kandırılmaya çalışılıyor insanlar, tırnak içindeki ‘deha sanatçı’ve ‘bitirim tüccar’ satıcıları tarafından. Bu zihniyete sahip sanat esnafının insafına terk edilmiş alan. Gıda fiyatlarındaki dramatik yükselişteki bir kısım “esnafın” rolü gibi. Sanat alanındaki bu boşluğu, sanatı çok da ciddiye almayan, piyasa “becerileri” olan şahıslar, türlü entrikalarla pragmatik olarak kapatınca, tuhaf bir zincir oluşuyor akademiden piyasaya; hamaset yüklü argümanlarla, idealizmden, estetik yetkinlikten uzak… Para verip resim vd. satın alan kişi/koleksiyoner ve kurumlar da yakında anlar zaten tüm çıplaklığıyla. Anlamak istemeyenler de paralarını istedikleri gibi çöpe atmakta serbest tabii:) Para kolay kazanılınca, kolay da gözden çıkarılabilir ne de olsa. Hatta bazı kişilerin yüksek sesle dillendirdiği şey; zekalarıyla alay edilmesi. Şu da söyleniyor açıkça: “İntihalli resimleri, heykelleri vd. yapan çoğu kişinin, üniversite giriş sınavlarında düşük puan alması yeterli oluyor “yetenek” sınavlarına girmesi için! Merkezi olmayan sınavların üzerinde ise, eskiden beri şaibe eksik olmuyor!” Haliyle, intihal yapması da kolaylaşıyor diyorum ben de. Yıllardır, GSF taban puanının en az edebiyat, hukuk vb. düzeyde olması gerektiğini de savunurum hep. Raporla doç., prof. olunabiliyormuş ve kimse de bunu “fark etmemiş” nedense? Geçerken uğranacak yerler olmamalı buralar. Zaten bu alanlarda kayda değer bir planlama da yok yıllardır. Merkezdeki GSF’ler özellikle, intihal açısından sıkıntılıyken, periferi düşünemiyorum bile! Neredeyse sergi görmeden mezun olunan periferde güzel sanatlar açmak da ayrı bir sorun, işsizlikle birlikte düşünüldüğünde. Merkez de benzer şekilde sıkıntılı, ama ara sıra dışarıdan getirilen iyi sergileri görme şansına sahip öğrenci bari. Acil olarak, sanat eğitiminin sil baştan yeniden şekillendirilmesi şart! Nasıl olacağını başka yazılarda açarım belki. Herkes kulaklarını tıkamış bu meselelere çünkü. Bu kadar büyük paraların döndüğü, kendi haline bırakılmış, başıboş bir alanın olduğunu da görmedim hiç, içeriden gözlemlediğim ve deneyimlediğim kadarıyla! SİNEMA TELEVİZYON ve DİZİ SEKTÖRÜ Bir Çin atasözündeki gibi ilginç zamanlar yaşıyoruz. Görsel Sanatlardan sinema, televizyon ve dizi sektörüne geçeyim biraz da: Kültür-sanat alanında bu yıla dizi ve film sektöründe yaşanan “tekelleşme” iddiaları damgasını vurdu kanımca. Haksız rekabet, güç dengesizlikleri, başlatılan soruşturmalar, hukuki süreç… Bu olayın ayrıntılarına giremeyeceğim çünkü dizi izlemeyi yıllar önce bıraktığım için, bahsi geçen şahısların çoğunun adını duymadığım gibi, yolda görsem de tanımam! Zaten televizyonum da yok. Ama basını (basılı ve dijital), yakından takip ettiğimi söyleyebilirim. Dizi sektöründe kendine “sanatçı” diyen kişilerden başlayayım! Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Sanat ve kültürü, zaten zor tutunmuş olduğu zeminden zorla kazıyarak çıkarıp atma girişiminizin nedeni nedir? Bunları hiç düşündünüz mü? Tıpkı, resim alanının meşguliyetle “tedavi” etkinliğine sıkıştırılması gibi, yoğun sedasyon yaratan kimi diziler vd. ile neredeyse apatik olabilecek kitlelerin yaratılmasında bir “dönüştürücü” olduğunuzu düşünmüyor musunuz? Öylesine yaygın ve kanıksanmış bir davranış ki bu depremde, selde, yangında; neredeyse insanlık trajedilerinin yaşandığı her yer ve zamanda, empatiden yoksun bir sanat camiası ve “sanatçı” kitlesiyle karşı karşıyayız sanki! Bu vasat ve vasat-altı dizi ve filmler, gündüz kuşağı programlar için, ajans kapılarını aşındırıp, menajer arayan, kendine “sanatçı” diyen ve tutuklama sonrasında da da çok az kişi dışında, ortadan kaybolan kitle siz değil misiniz? Bu topluma, bu dizileri, filmleri ve her seyden önemlisi ‘senaryoları’ reva gören zihniyetin iş birlikçileri olarak görülüyorsunuz konuya duyarlı kişilerce. Gazze gibi, iktidar ve muhalefetiyle toplumun neredeyse tamamının üzerinde uzlaştığı, steril bir sorunda bile çıtınız çıkmıyor! Bir iki müzisyen ve birkaç kişi dışında, aranızdan kaçınız sesini yükseltebildi! Gerçekleri dile getiren, kendilik bilincine(*) sahip az sayıda kişi olmasa, bu kanıksanmış düzen devam edecek. Çoğu insan, paraya ihtiyacı olmasına rağmen, önlerine gelen her işi, projeyi kabul etmiyor. Bir duruşu, çizgisi olduğu için, belki hayatının sonuna kadar sıkıntı çekeceğini bildiği halde eğilip bükülmüyor. “Yapmamayı tercih ederim” diyemeyen, biat kültürünün "entelektüel" aktörlerinin izinden gitmek zorunda mısınız hâlâ? Örneğin, kendilerinden izin alınıp alınmamasından bağımsız, “hasta” sır ve mahremiyetinin ihlal edilmiş olabileceği öne sürülen senaryoları hayata geçirenlerle, ‘meslek etiğini’ hiçe sayarcasına ortak projeler yürütmek, bu dizi ve filmlerde yer almak ve bunu “sanat” adına yaptığını beyan etmek, “sanatçıyı” hiç mi ilgilendirmiyor? Yine benzer tavır plastik sanatlar/resim alanında yaşanmakta! Geçmiş günlerde sanat alanından bir dernek üyesi (AICA) eleştirmiş olmak için eleştiriyor; sürekli gündemde tutarak, gözlerinin içine baktıkları finans kapitalin kanatları altına sığınıp, konuşmacı, eleştirmen, küratör olarak faaliyetlerde bulunup para kazandıktan sonar efendim, şu şu kişiler sanat yapamazmış. Popüler kültürün ilişkiler ağında öne çıkartılan, eş-dost-sevgili “sanatçı” olabiliyor, onlar olamıyor öyle mi? Geçiniz! Sanat alanının nasıl manipüle edildiğini, şimdiye dek kimsenin dile getirmemiş olması normal değil! Artık konjonktür değişmek zorunda! Toplumu, gerçekte neler olduğu konusunda bilinçlendiren, muğlak olmayan metinlerin artması, özellikle yeni başlayanlara anlatılması önemli. Bu çocuklar, “atölyelerde” vd. kimi “akademisyenlerce” de, özel asistan ve ucuz iş gücü olarak, yıllarca sömürüldü zaten. Dillendirilemeyen mobbing, nepotizm de ayrı bir sıkıntı. GSF/Enstitüler sizlere ömür! Karşılığında ne verildi? HİÇ! Temel Sanat Eğitimini geçemeyen bir “donanım”! Niçin? Piyasada rakip olamasın, düşük ücretli ve güvencesiz, “yedek iş gücü” olarak, muhtaç kalsın diye belki de! Pasta küçük çünkü. Ve ortak sırları var ketumların. Klik klik. Kapalı. Sanat konuşabilmemiz için, herkesin aklını başına toplamasında fayda var! Bir kısım sanat esnafının insafına terk edilmek vaka-i adiyeden olmamalı! Sanatta yaşanan çürümüşlükle ilgili malum derneğe (aica) dönüp sorayım üyelere: Siz, mevcut tıkanıklık ortaya çıkmadan önce ne yaptınız? Geriye dönüp baktığımızda Türkiye’de “eleştirmen”, “sanat yazarı” olarak “yıldız” sanatçının “ortaya çıkması, büyümesi, ve alanı, (alttan gelen kişileri yok sayarcasına), ele geçirip tekelleşmesinde, hiçbir katkınız olmadı mı? Geçen hafta da biri yine bu dernekten: Efendim, “yıldız sanatçı” hep vardı çünkü “yetenekli” idiler bunu engelleyemezsiniz, gibi bir beyanatta bulundu! Ben de diyorum ki: geçmişte vardı kuşkusuz. Mesela, Rönesans ve sonrası. Ama şimdiki gibi, üretim bandından, bu kadar çok “proje sanatçı” çıkmıyor; bu kepazelikler yaşanmıyordu. Bir de akıllara ziyan fiyat güncellemeniz yok mu? Buldunuz tabii, parası çok fikri yok kişileri. Alabildiğine sömürmeye çalışıyorsunuz piyasadaki üçkağıtçı, nitelikli dolandırıcılarla! Siz izin vermemiş olsaydınız eğer zaman zaman tehdit ve şantaja da başvurabilen tayfa bu kadar semiremezdi! Sonra da “protest” sanatçı özlemi bazılarında. Bu saatten sonra zor çıkar, bu kadar parayı öne çıkartıp sanatı bitirirseniz! Geçmiş olsun! Tüm bunları, beklentim olduğundan falan da yazmadım. Şair’in videosunda söylediği gibi, ben bunları söylemek durumunda değilim! Canınız… nasıl isterse!.. Yani oturup bu satırları yazacağım yerde, atölyeme kapanıp projelerime odaklanabilir, “asistanlarımı” toplayıp, aynı anda onlarca resim birden yaptırıp bitince de kendi imzamı atıp, merdiven altı müzayedelerden oto galerilere kadar piyasaya dağıtıp, kimi tekel oluşturanlar gibi işime bakabilirdim:) Ama olup bitenleri, kimse dile getirmiyor! Getirmeyecek gibi de yakın zamanda. Yaşanmakta olan sürdürülemez gidişatı eleştirebilecek insanlar “dost” görünen kişiler tarafından ekarte edilmekteler. Belli bir merkezden yönlendirilmişçesine, “iktidar” kendi muhalefetini de yarattığı için sanatta. Onlar da ‘muhalif yakalayıcı aygıtlar olarak’, vazifelerini gayet güzel ve biat ederek, ikili üçlü çalışarak yerine getirmekteler! Önümüzdeki günlerde kimler, hangi çığırtkanlar tarafından proje olarak karşımıza çıkarılacak acaba sanatta? Diğerlerini silip süpürerek alan açma, saha temizliği yapma işleri sürecek gibi… Tek-el-leş-me! Maalesef! Belki bu iştahlı ihtirasınız olmasaydı, dibi boylama sürecini, biraz daha uzatabilecektik sanatta. Ama son demleri yaşıyoruz! Katatoni halinin “masum” yaratıcıları! Sayenizde bunları da gördük! Özellikle kendilik etiği bağlamında, popülist söylemlere kapılmadan ayaklarımızı yere sağlam basmamızda fayda var bundan sonra. Çünkü, YZ (yapay zeka) ve robotların hayatımıza son sürat girdiği bir dönemde sanata ve sepetine dikkatle bakmamız gerekmekte. Konuya, sanatçının kendilik bilincinden girdim, YZ’nın sanatta nelere kadir olacağına değinerek bitireyim. Bizi nasıl bir geleceğin beklediği gözünüzde canlanabilir belki. Görünen o ki resim ve sanat eleştirisi alanında çığır açtıracak yapay zeka! Ve çoğu “sanat yazarı/eleştirmen” işsiz kalacak! Bu üzücü bir durum olsa da, sıkça gördüğümüz apartılmış, şablon, sergi/katalog metni, basın bülteni/kavramsal çerçeve, sanatçı kitapları ve hatta röportajlarda “çeşitlilik” ortaya çıkabilecek! Kimi dernek (aica vd.) ve piyasada esip gürleyen kifayetsiz şahıslar bırakalım fahiş fiyatı; para bile talep edemeyecek! Ben bu işlerden para almadığım için de şahsımı hiç etkileyemeyecek:) “Küratörlük” ortadan kalkacak! Bu kez yapay zeka, doğal zekaya sahip “sanatçıya” kolaylıkla payanda olabilecek! “Akademisyen” meslektaşının/öğrencisinin tezinden “esinlenip” anlamadığı için de ‘postpostmodern kendim’ gibi ucube bir kavram ortaya atamayacak! Post-post dönemin zırvalarıyla kafamızı şişiremeyecek sanatta! “Akademisyen”, Akdeniz’de vd. yerlerde alanı manipüle ederek ve haksız rekabet yaratarak, kendisiyle ilgili özel, sipariş “tez” yazdıramayacak “yüce sanatçı” özne olarak! İşsizlikten veya ek gelir için parayla sipariş tez, makale, şiir/öykü/roman, kitap yazanlar; proje şair, yazar, ressam vd. piyasaya sürenler de “sanatın iyileştirici gücünü” kullanan robot şifacılarda derman aramak zorunda kalacak! Taşı toprağı altın diyerek “sanat dünyasına” akın eden vasat-altı kişiler tası tarağı toplayıp, başka kolonilere gitme hesabı yapacak belki de! Sanatın ülkemizde daha ortaya çıkmadan, yok oluşuna tanıklık edeceğimiz yeni bir döneme giriyoruz velhasıl… Geleceğimizi aydınlatacak hepimiz için YZ. En azından Türkiye’de kendilik bilincini yitirmiş, etik değerleri hiçe sayan kültür-sanat ortamına da elveda diyeceğiz ki bu benim için bir ödül! Hepimizin verileriyle bu kez “sıfırdan” yeni bir başlangıç:) “Kolektif bilinçaltımızın” yeniden programlanması belki de… “İlginç zamanlarda yaşayasınız” sanat esnafı! Jale İris Gökçe
Gercekedebiyat.com
















YORUMLAR