Aka Gündüz
“(...) -Kaç yaşındasın? -Hiç yaşındayım. -Böyle cevap olur mu? -Yaşamadım ki yaşımı bileyim...” (Aka Gündüz, İki Süngü Arasında - 1929). Aka Gündüz (1886-1958), 2 Kasım 1947 günü Gece Postası gazetesinde kaleme aldığı “Çocukluğumun Bir Masalı” adlı yazısında “Ben bundan altmış iki yıl önce, yani 1886 yılının Ekim ayının 12. günü ormanlı dağ başında, bir halı heybenin sağ gözünde doğmuşum”, der. Sözünü ettiği yer Katarina, Selanik’tir. İlköğrenimini Selanik’te, orta öğrenimini İstanbul’da Galatasaray ve Kuleli Askeri İdadisi’nde tamamladı. Harbiye ikinci sınıftayken hastalandı, okulu bırakmak zorunda kaldı. Bir süre Paris’te kaldı. II. Abdülhamid döneminde Selanik’e sürgüne gönderildi. 1908’te Hareket Ordusu’na katılarak İstanbul’a döndü. 1919’da İstanbul İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilince, 145 Türk Devlet adamı, asker, yazar ve aydınla birlikte o dönemde bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürüldü. 1932-1946 yılları arasında Ankara milletvekili olarak görev yaptı. 1958’te Ankara’da öldü. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna yakından tanıklık etmiş olan Gündüz, edebiyat tarihimizin en verimli kişilikleri arasında yer almasına karşın, zaman içerisinde edebiyat dünyasının unutulan simaları arasına girmekten kurtulamadı. Edebî hayatına şiir yazarak başlayan Gündüz’ün, ilk şiiri 1901’de yayınladı. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise, çocuklara yönelik olarak eğitici, öğretici ve eğlendirici şiirler kaleme aldı. Dönemin ünlü dergisi Genç Kalemler’de yazıları çıktı. “Milli Edebiyat” hareketi içinde yer aldı. Aka Gündüz Millî Mücadele’nin devam ettiği yıllarda Ankara’ya gelir ve kalemiyle Mustafa Kemal’in yanında yer alır. Yunan zulmünü, köylerimizin perişan halini, insanımızın imkansızlıklar içinde Millî Mücadele’ye içten katılmalarını hikayelerine yansıtır. Hikayelerinde Anadolu insanının birçok zaaf ve güzellikleri sergilenir. Bugüne kadar ortaya çıkarılamayan bu hikâyelerin yayınlanmamasının en önemli nedeni, hikâyelerini hem Milli Kütüphane’deki, hem de TBMM Kütüphanesi’ndeki nüshalarının tahrip olmuş olması ve okunamamasıdır. Yazar özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra yazdığı yirmi iki romanı arasında en çok Dikmen Yıldızı adlı eseriyle tanınır. Roman, Kurtuluş Savaşı yıllarında memleketin kurtulması için verilen mücadele ve bu mücadele sarmalında yaşanan bir aşkı konu alır. Birlikte Kurtuluş savaşına katıldıkları nişanlısı yüzbaşının öldüğü haberiyle sarsılan Yıldız’ın yaşadığı derin ruhsal bunalım çevresinde gelişen olaylar polisiye bir roman havasında kurgulanır. Eser, Millî Mücadele Ankara’sını anlatması açısından da ilgi çekicidir. Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarında, tiyatro sahnesi bulunan her şehrimizde sahnelenen Yarım Osman isimli piyes de Aka Gündüz imzasını taşır. Oyun, içerdiği toplumsal eleştiriyle dikkat çeker: Köye gaddar bir mültezim dadanır, Osmanlı sarayı adına vergi toplayan memurdur. Köylüye eziyet eder, malını mülkünü elinden alır. Birinci Dünya Savaşı’nda çarpışırken sol gözünü ve sol kolunu kaybettiği için kendisine “Yarım Osman” denilen kişi, bu mültezime isyan eder, köylüleri güç birliğine davet eder. Sonucunda mültezimden kurtulurlar, Osman’ın peşine takılarak Millî Mücadele’ye katılırlar. Savaş kazanılır, Cumhuriyet ilan edilir, köylüler artık özgürdür. Hem düşmandan hem de baskıcı devletten kurtulmuşlardır. Gündüz, Bir Şoförün Gizli Defteri romanı dışındaki bütün romanlarını bölümlendirmesi ve her bölümün başına uygun bir isim koymasıyla da farklı bir yazarımızdır. Edebî hayatı süresince kaleme aldığı yapıtlarla yaşadığı coğrafyaya hizmet etmiş, toplumsal sorunlarla yakından ilgilenmiş, bu sorunlara somut çözüm önerileri sunmuş, halkın okuması, yazması ve aydınlanması için yoğun gayret göstermiş bir aydın, bir gazeteci, bir edebiyatçı ve bir roman yazarı olarak Türk edebiyatı tarihi içinde göz ardı edilmemesi gereken önemli bir kişiliktir. Kurtuluş Savaşı’nı izleyen yıllar “dara düşen” her “bahtı kara”nın Ankara’yı görmek istediği yıllardır. Ankara’ya gider, dertlerine çare ararlardı. Her akşam Haydarpaşa Garı’ndan saat 19.00’da tamamı yataklı vagonlardan kurulu “vagon restoranlı” Ankara Ekspresi kalkar, sabah saat 8.00’de Ankara’ya ulaşırdı. Milletvekilliği de yapmış asker kökenli, yazar ve gazeteci Aka Gündüz bu süreci gözlemlemiş, şu satırları kaleme almıştı: “Ankara, Ankara güzel Ankara / Seni görmek ister her bahtı kara / Senden yardım umar her düşen dara/ Yetersin onlara güzel Ankara... Burcuna göz diken dik başlar insin/Türk gücü orada her zoru yensin/ Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin/Var olsun toprağın, taşın Ankara.” Bu satırlar daha sonra büyük bir coşkuyla söyleyeceğimiz Halil Bedii Yönetken’ in bestesiyle “Ankara Marşı”na dönüşecektir. Aka Gündüz’ün son günlerine tanık olan Fikret Adil, 12 Kasım 1958 günü Yeni İstanbul’da yayınlanan “Aka Gündüz” başlıklı yazısında şöyle der: “Güneşli bir gündü. Evinin balkonuna oturmuştu. Daha uzaktan, geldiğimi görünce elini salladı… İçimden: ‘Oh, diyordum, söyledikleri kadar hasta değilmiş!’ Aldanıyormuşum. Yanına gelince anladım. Vücudunun bir tarafı tutmuyordu. Sesi kısılmıştı, çıkmıyordu. Yalnız gözleri, o güzel, mavi, gülen gözleri eskisi gibi idi.” Gündüz, Adil’in ziyaretinin ardından ağırlaşır, Ankara hastanesine kaldırılır. Tüm çabalara karşın kurtarılamaz, 7 Kasım 1958 günü, güneş henüz yüzünü göstermeden hayata veda eder. “Bir halı heybenin sağ gözünde” başlayan bir yaşam Ankara’da bir hastane odasında son bulur. Eserleri hafızalarda yeniden yer bulmak için bilinçli olduğu kadar vefalı okurların ilgisini bekliyor... Selim EsenAKA GÜNDÜZ ROMANI
AKA GÜNDÜZ'ÜN OYUNU
Gerçekedebiyat.com