Işıkları sönmüş, üç katlı ahşap evin önünden geçiyorduk. Emel, dalları evin bahçesinden dışarı taşmış olan ağaçtan bir elma koparmamı istedi. Yürüyüşlerimiz boyunca uzun bir suskunluğun içine girer, sonra birden olmayacak bir şey isterdi. Bana öyle gelirdi ki, sanki o olmayacak şey içindi tüm suskunluğu. İşte yine bulmuştu huzur kaçırtacak bir konu. Neredeyse omzuma gelen duvara çıkıp, bahçeyi saran demirlere tutunarak dallara doğru yükselmemi ve kırmızı elmayı koparmamı istiyordu.
Durgun bir sesle "ama bu hırsızlığa girer.” diyerek isteğinden kaçınmaya çalıştım, sonra ekledim. "Ağaç eve ait..."
"Dalları kaldırıma düşüyor, kaldırımı işgal ediyor." diye itiraz etti.
Sesi de, tombulca yüzü de hemen asılmıştı. Gülümsediğinde bile pek sevimli bir hal almayan yüzüne bu soğukluk da eklenince canım iyice sıkıldı.
"Sonuçta önümüze bakarak yürürsek, ağacın yolu işgal ettiğini görmeyiz.” dedim.
Kısa boyu sanki biraz daha ufaldı. Verecek bir yanıt bulamadığından gülümsedi. Gülümseyişindeki kini saklama gereği duymadı.
Gülümseyişi sanki şöyle diyordu: "Seni aşağılık okul arkadaşı seni. Biraz boylu olsaydım, etim bu kadar çok olmasaydı, en azından bir geceliğine benimle yatmak için maymun olurdun. Hele birde güzel olsaydım, bana âşık olsaydın, etim, kokum seni çıldırtsaydı; bahçeye atlayıp ağacı kökünden sökerdin."
O iğrenç sessizlik aramıza yeniden serildi. Gecenin içinde bir yerlerde uluyan bir köpek, tek tük geçen arabalar, inceden bir bahar soğuğu, şehre yoksul bir görünüm veren sokak lambaları...
Bu huysuz ve mutsuz kızla olan bu gereksiz arkadaşlığı sonlandırmalıyım diye düşündüm. Evet, bir daha kendisini gezdirmemi isterse yufka yürekliliği bir yana bırakıp kesin bir ret cevabı vermeliydim. Öyle ki, bir daha bana selam vermek cesaretini bile gösteremesindi. İçimden sertçe bunları düşünüyordum ki, beni ikiye bölen bir soru sordu:
"Çok sıkıcıyım değil mi?"
Bir yanım "evet, dünyanın en sıkıcı insanı sensin” demek için tutuştu. Öteki ses,
yani ara sıra bünyemizde yeşeren, insani duygular buna engel oldu.
Biliyordu Emel. Erkek cinsinin yüreğini kıpırdatacak dişilikten uzak olduğunu, böyle bir yürek bulamayacağını biliyordu. Çekilmez olduğunu biliyordu. Kim bilir belki, gezilerimiz sırasında içimden ettiğim küfürleri bile duymuştu.
İnsanoğlunun varlığını koruyabilmesini, özü tutarsızlıklarla ve ikiyüzlülüklerle dolu olsa da bu medeniyeti kurabilmesini sağlayan en önemli şey, duygularımızın gelgitli ve esnek yapısıydı. Eğer bir duygu yüreğe taş gibi oturuyorsa, kalkma anı geldiği halde kalkmak bilmiyorsa, kaplaması gereken yerden fazla yer kaplıyorsa, bu duygulanımlardaki bir insan ya da bu tip insanların yaşadığı toplum ilkel ve mutsuz bir yaşam sürerdi.
Yüzümdeki yumuşama sesime de dokunmalıydı. Evet, doğrusu, sağlıklısı buydu. Duygular sürekli yer değiştirmeliydi. Bu, bizi kuruntulu ve takıntılı, kendine mahkûm biri olmaktan korurdu. Yaklaşık elli metre sonra, vermem gereken cevap dilimde yerini almıştı.
"Sıkıcı olduğunu da nerden çıkartıyorsun? Bir daha böyle şeyler söyleme."
Sözlerim yüzünde hiçbir esinti yapmadı. Sanki beni duymamıştı. Yoksa aklı hâlâ o al elmada mıydı? İşte o sıra karşı yoldaki manav çarptı gözüme. Birden tüm iyimserliğimle, sanki beş büyük dünya savaşından çıkmış bu mutsuz kızı mutlu etme isteğine tutuldum. Çarçabuk karşıya geçtim. Cebimdeki bozukluğu manavın eline tutuşturdum. Tahta kasadan aldığım al elmayla Emel'in yanına döndüm.
"Al canım, kırmızı bir elma." diyerek elmayı uzattım. Hafiften gülümsemeyi de ihmal etmedim. Fakat yüzümdeki bu gülümseme havası kaçan balon gibi uçuverdi.
"İstemem, sağ ol."
"Yahu sen değil miydin elma isteyen?"
"Ben o ağaçtaki elmayı istemiştim." deyip yürümeye devam etti.
Duygular sürekli yer değiştirmeliydi öyle mi? Az önceki düşüncelerime düşman olmuştum şimdi. Sinirden elim ayağım titriyordu. Elmayı hırsla yere çarptım. Peşine düştüm.
"Sen sadece sıkıcı değil, ayrıca suratsız ve kabasın tamam mı? Bu suratla senden anca gardiyan olur. Haddini bilmez bir aptalsın üstelik. Senin için mi duvarlara, demirlere tırmanacağım, nesin sen, kraliçe misin? Koşarak gidip aldığım o elmayı öpüp başına koyacağına burun kıvırıyorsun."
Elinin sırtıyla gözlerini siliyordu. Ağlıyordu, çok ağlıyordu Emel. Ve ben bundan zevk alıyordum. Zalimce, onu aşağılayarak konuşmaya devam ediyordum. Ta ki o, durup kanlanmış gözlerini gözlerime dikinceye kadar konuştum. Sonunda, yaşlı ve kanlı gözlerinin içinde yaraya dönmüş o korkunç acıyı görünce sustum.
Beni seviyordu.
Beni her gece seviyordu.
YORUMLAR
Mustafa gülseven
03.09.2023 17:04
Mükemmel bir öykü. Sonu süpriz oldu. İnsanı kendi gerçekliğinden alıp bir anda yabancı diyarlara soyutlayan, ordan oraya savurup uçuran bir ezgisi var hikayenin. Hayatı hem sorgulatıp hem insanoğkunu kendi bencilliğiyle başbaşa bırakıyor. Yazar yine kinimizi eleştirip yerden yere vuruyor. Şahane...