Resimsi (Pitoresk) İzmir / Önder Şenyapılı
Kurtuluş Savaşı İzmir’in 15 Mayıs 1919’da yabancı güçlercek işgâli ile başlamış ve gene İzmir’de 9 Eylül 1922’de mutlu sona erişmiştir. Dolayısıyla, ‘işgâl’i görsel kılan resimlerin yanı sıra, mutlu son da ressamların önde gelen konuları arasındaydı.
Dolayısıyla, ‘işgâl’i görsel kılan resimlerin (Resim 1) yanı sıra, mutlu son da ressamların önde gelen konuları arasındaydı. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde bulunan “Türk Ordusunun İzmir’e girişi” (Resim 2) adlı tablonun geri plânında hem İzmir Hükümet Konağı yer almakta, hem de İzmir’in yanmakta olduğu görsel olarak belgelenmektedir. de İzmir’in yanmakta olduğu görsel olarak belgelenmektedir. Kurtuluş Savaşı öncesi, — 19. yüzyıl İzmiri’nin nasıl göründüğü hakkında bilgileri ‘gravür’lerden ediniyoruz. Örneğin, asıl mesleği mimarlık olan ve Doğuculuk (Orientalizm) akımının büyüsüne kapılarak İstanbul’a gelen ve İstanbul’un yanı sıra İzmir’den görüntüleri de ‘belgeleyen’ Thomas Allom (1804-1872)’un denizden kente bakarak yapmış olduğu gravüründen ayrıntıyı (Resim 3) “Ne demek İzmir; Buca niya Buca!?” adlı kitabımın kapağında kullandı yayınevim. İlk sayfanın arkasında yer alan Thomas Allom gravüründe de “İzmir Kervan Köprüsü ve (arkaplânda) Kadifekale” (Resim 4) görüntülenmiş. Cumhuriyet dönemi ressamları, İzmir’de yaşayanlar da dahil, tuvallerine İzmir görütüleri boyamamışlar pek!.. Aradım-taradım, İzmir’i izlek seçmiş çok sayıda ressam bulamadım. Elbette hakkı yenemezler var. Öndeki satırlarda onlardan söz edeceğim. İzmir’i fırçasına dolayanlar da, daha çok ‘Saat Kulesi’ni yeğlemişler. İlginçtir: Türkiye’nin birçok kent merkezinde saat kulesi var. Gelgelelim, hiçbiri İzmir Saat Kulesince tanınmıyor. Giderek şunu da eklemeden geçmeyeyim: İzmir Saat Kulesi ile Bursa Saat Kulesi, her ikisi de 2. Abdülhamid’in tahta geçişi dolayısıyla yaptırılmış. İzmir’deki padişahın tahta geçişinin 25. yılı dolayısıyla Sadrazam Küçük Said Paşa tarafından 1901 yılında; Samsun’daki padişahın tahtta geçen 30 yılını kutlamak amacıyla 1906 yılında Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından yaptırılmış. Gelin görün ki, Bursa deyince Bursa Saat Kulesini anımsayan hemen hemen yoktur. Oysa, İzmir’den söz edilince ilk akla gelen İzmir Saat Kulesi!.. İzmir Saat Kulesini tuvallerine taşıyanlar arasında Vedat Mavitan(1915-1986)’ı (Resim 5) öncelikle anmalıyım. İtiraf etmeliyim ki, Vedat Mavitan’ı ölümünden 2 yıl sonra Ankara’da açılan ‘retrospektif’ sergisinde tanıdım. O sıralar Ankara’daki sanat olaylarını ve de özellikle yoğrumsal sanat sergilerini hiçbirini kaçırmaksızım izliyordum gerçi ama Vedat Mavitan sergisine, yonut sanatçısı ve ressam dostum Bihrat Mavitan ayrıca çağırmıştı, “Pederin sergisine geliyorsun değil mi?” diyerek. Orada ayrıca öğrenmiştim ki, Vedat Mavitan’ın eşi Nesrin hanım orada bulunan son yılların flaş adlarından Baskın Oran’ın ablasıdır. Sergiye girdim ki, aaaa, benim çok iyi bildiğim İzmir Enternasyonal Fuarının afişleri!.. Eskiden İzmir Fuarı bir ay süren bir şenlikti İzmirli için. Artık öyle değil. Geçmiş yıllarda (bir zamanlar) yalnızca İzmirli için değil, İzmir’in çevresindeki kentlileri, kasabalıları, — kısacası, Egelileri açılmadan sarardı coşkusu. Açılmadan aylar öncesi, Fuar afişleriyle donanırdı sokaklar. Otobüslerin, giderek çevre il merkezleri ve kasabalara ulaşım sağlayan ‘otoray’ların içindeki panolara asılırdı Fuar afişleri. 20 Ağustos günleri iple çekilir, 20 Ağustos’a yaklaşılınca Çeşme’de, İnciraltı’nda, Urla’da, Klizman’da (artık Güzelbahçe), Narlıdere’de, vb. ‘yazlıkta olanlar’, ya evlerini kapar, ya da derme çatma çadırlarını toplayıp kente geri göçerlerdi. Fuarın açılmasıyla birlikte deniz mevsimi kapanmış sayılırdı. Vedat Mavitan 1947, 1951 ve 1953’te Fuar Afişi Yarışmalarında birinci olmuş. Fuara katılan ülkelerin biribirine eklenmiş bayraklarını Lozan Kapısının uzun beton direkleri arasından geçirerek mavi göklerde uçuran ak güvercinli afişi belleğime kazınmış. (Sayısal ortamdan buldum. (Resim 6) Bu sayfalarda yer alıyor.) Ayrıca, DYO Resim Yarışmasının 1982 ayağında “Gri Yuvarlaklar” (Resim 7), 1984 ayağında ise “Çocukluğum” (Resim 8) adlı yapıtlarıyla ödül almış Mavitan. Asılları İzmir’deki DYO Müzesindedir. Araştırmalarım sırasında İzmir’e yerleşmiş asker kökenli ressamların, örneğin, Albay Şükrü Çağlayan(1939-2019)’ın (Resim 9-kartpostal), örneğin Ladik doğumlu Albay Raif Yazıcı’nın (Resim 10), örneğin Balıkesir doğumlu Birol Akdemir(1964)’in (Resim 11) İzmir Saat Kulesini çalıştıkları çok çeşitli izilekleri arasına kattıklarını gözledim. Ayrımlı (farklı) kuşakların temsilcisi asker kökenli ressamların tablolarına bakınca, ’Konak Meydanı’nın nasıl değişimlere uğradığı ortaya çıkıyor. Değişimler, kulenin meydana başatlığını yitirmesine de yol açmış! Bir başka deyişle, Kule kuleliğini yitirmiş! Nasıl ki, Ankaralılar Güvenlik Parkındaki Güven Anıtını, İstanbullular Taksim Meydanındaki Cumhuriyet Anıtını artık neredeyse ‘görmeden’ geçiyorlarsa, İzmirliler de, enazından, Kulenin alan tanımlayıcı varlığını eskisi denli derinden duyumsamıyorlar. Kendisiyle yarışan çok katlı yapıların arasında ‘farkedilirliği’nden çok şey yitirdi Saat Kulesi. İnanmayan söz konusu 3 resmi dikkatle incelesin!.. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünün iki öğretim üyesi Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çıkışlı emekli Profesör Fahri Sümer(1958)’in (Resim 12) ve Yardımcı Doçent Turan Enginoğlu (1953)’nun (Resim 13) ‘Kule’leriyse çevre hakkında ayrıntı sunma erekli değildir. Hocalar salt ‘Saat Kulesi’ni sulu ve/ya yağlı boyamakla yetinmemişler. Enginoğlu, doğduğu kasaba olan Tire’nin yanı sıra, Buca, Ödemiş, Birgi, Manisa, Turgutlu (Manisa), Kula (Manisa), İstanbul, Ankara Dikmen, Ankara Kaleiçi, Nevşehir, Kadınhanı (Konya), Buldan (Denizli), Ürgüp (Nevşehir), Derbent (Konya), Şirince (Aydın), vb.’den görünüler, portreler, yaşamdan kesitler de betimlemiştir. “İzmir Kordon” adlı resmi (Resim 14) insansızdır ama, “Buca’da sütçü” (Resim 15) yaşamdan bir sahneyi yansıtmaktadır. Bozüyük (Bilecik) doğumlu Fahri Sümer 1981 yılından bu yana yaşayageldiği İzmir’i, çevresindeki Kuşadası, Urla, Bodrum, vb., kimi yerleşimler de dahil olmak üzere tuvallerine aktaragelmektedir. Başta gelen izleklerinden biri yörenin balıkçıları, balıkçı tekneleridir. Bu açıdan, balık ve balıkçıları pek önemsemeyen ülkenin sıra dışı sanatçılarından biri sayılmalı. Bu sayfaya konulan resimleri kentin çok bilinen “Pasaport İskelesi”ni içeren (suluboya ve yağlıboya) dört görüntü (Resim 16, 17, 18, 19) ve “Alsancak’ta Kafe” (Resim 20). ‘Kafe’lerin bildiğimiz ‘kahve(hane)lerden ne denli ayrımlı olduğunun elbette ayırdındayız. Gelgelelim, bu ayrımı görsel olarak tanılamanın zararı yok!. Dolayısıyla, Atanur Doğan(1964-)’ın “Ödemiş Cafe Scene” (Resim 21) adlı resmini de (İzmir il merkezi dışı bir görüntü olmasına karşın) bu sayfalarda yer alması yararlı. Ayrıca iki yorumu yan yana görmek, aynı amaçlı mekânların büyükkent (İzmir’in nüfusu 2 milyon 700 bin) ile kasabada (Ödemiş’in nüfusu 62 bin) nasıl düzenlendiklerini, donatıldıklarını, kullanıldıklarını, vb. sergilemesi açısından da bilgilendirici. 1971-1976 yılları arasında İzmir Resim-Heykel Müzesi Müdür Yardımcısı olarak görev yapan, ilk kişisel sergisini 1966’da açan ve çalışmalarını İzmir’de sürdüregelen Adapazar doğumlu Cavit Atmaca(1931- )’nın “İzmir Körfezi” (Resim 20) tablosu, doğrusu sıra dışı bir betimlemedir. Ama, Körfez’in yoğun bir kirlilik dönemi geçirdiği de biliniyor. Antalya doğumlu Halil Akdeniz (1944- ) “Körfez” kirliliğinin doruğa çıktığı yıllarda İzmir’de yaşıyordu. O yıllarda “İzmir Körfez Kirlenmesi İle İlgili Görsel Denemeler” ‘yaptı’. ‘Görsel Denemelerinden biri 16. DYO Resim Yarışmasında mansiyon (Resim 21), bir diğeri 19. SYO Resim Yarışmasında ödül aldı. Atmaca’nın “İnciraltı” (Resim 24) benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın gözde kumsalına (plajına) bir gönderme olmalı. Bugün İnciraltı yüksek yapılarla donanmış bir alan. Uzun yıllardır gitmediğim için hâlâ denize giriliyor mu girilmiyor mu bilgim yok. Giriliyorsa bile (herhalde) tadı yok. 1981 yılından bu yana İzmir’de özel işliğinde çalışmalarını sürdüren Cavit Atmaca (1931) da yaşadığı kentin figürlü görünüleri yanı sıra soyut betilerini de boyamıştır. “İzmir Körfezi” (Resim 22) ve “İzmir Limanı” (Resim 25) soyut çalışmalarına örnek. Figüratif çalışmaları (Resim 26 ve Resim 27) “resimsi İzmir” tanımını doğrulayan örnekler. İskelesinin Atmaca’ya da çekici geldiği izleniyor. Bir başka Akdeniz, — Nadide Akdeniz de İzmir’in toplumsal yaşamından ve çevre donanımından görüntüler sunan tuvallere imza attı. Bu sayfalara, iki örnek koyuyorum. Biri “İkiçeşmelik’te Bir Öğle Vakti” (Resim 27), diğeri “Mahalle Arası Parkı” (Resim 28) adını taşıyor. Resim 29 İzmir kentinin her köşesinin, — semtinin/sokağının/caddesinin resimsi (pitoresk) değerler taşıdığı, sanatçıların bu kentle ilgili görsel ürünlerine bakılınca ortaya çıkıyor. Eskiden daha da mı pitoreskti?.. Sorunun yanıtını arayanlara ışık tutması için askerlik görevini İzmir Bornova’da yapan şair ve yazar Özdemir İnce’nin 2001 yılında yayımlanmış bir yazısından alıntıladığım satırları okuyalım: “1961 yılında, eski İzmir’in son günlerini yakaladım, diyebilirim. Çok sevdiğim istasyonuyla, villalarıyla Bornova, İtalyan’ın Toskana kasabalarını andırıyordu. Ege Üniversitesi yeni yeni palazlanıyordu. Alsancak’ın geleneksel cumbalı evleri sonsuza dek yaşayacak gibiydi. Bunlardan birinde, Girit göçmeni Hürriyet Hanım’ın evinde kiracıydım. Benden sonra kiracı olan Metin Eloğlu cumbadan bakarak sokağın manzara resmini yapmıştı. Bu tablo sonradan kartpostal oldu. İzmir Kız Lisesi’nin önünden başlayıp, Karantina, Küçükyalı ve Göztepe’den geçerek taa Üçkuyular’a kadar caddenin iki yanında eski İzmir evleri uzanırdı. Alt katların açık pencerelerinin perdeleri uçuşur, içerden Türkçe ve Yunanca radyo sesleri gelirdi. İnsanlar, evlerinin içeri gömük merdivenlerinin önünde oturup kahve içer ve sohbet ederlerdi. Tavla oynayanları bile anımsıyorum. Tarık Dursun K.’nın kitabına adını veren ‘Rıza Bey Aile-Evi’ni de anımsıyorum. Bir de bir türlü bitirilemeyen Opera’nın iskeletini.” (Özdemir İnce: “İzmir’in kavakları”, Hürriyet, 8 Şubat 2001) Metin Eloğlu(1927-1985)’nun ‘kartpostal’ olan resmi (Resim 30) mi sadece, İzmir’in çeşitli semt ve caddelerini/sokaklarını/açık pazarlarını betimleyen resimlerin hepsi görselliği doruklarda bir kentin varlığını kanıtlıyor. Örnek mi istersiniz, işte: Kars doğumlu ama Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü mezunu Yudum Akkuş’un “Kemeraltı” (Resim 31) ve “Tilkilik” (Resim 32); İzmir doğumlu Asuman Doğan(1963)’ın “Hisarönü” (Resim 33) betimlemeleri. Ali Rıza Hiti(1914-1987)’nin “Karşıyaka’dan İzmir’e” baktığı tablo (Resim 34) kentin taşıdığı resimsi (pitoresk) değerleri sergileyen geçmişten bugüne kalmış bir belge olarak görülebilir. Aynı anlamda başka belge resimler de var elbette. Örneğin Kolejde sınıf arkadaşım Esin’in babası resim öğretmenim olan Kadri Atamal(1903-1988)’ın (Benim bir portremi yapmıştır.) kentten denize baktığı görünü resmi (Resim 35), Kızılçullu Su Kemerleri (Resim 36) ve İzmir (Resim 37) belge resimler arasındadır. Kadri öğretmenim 34 nolu resme İzmir adını vermişse de bir pazar yerini yansıtıyor. Bir dönemdeki Ege yaşantısı, Egelilerin yaşamı hakkında görsel bilgiler iletiyor. Enazından, ağaç gölgesi altında sıcaktan bunalarak uykuya dalmış olan İzmirli erkeklerin ve bebeğini eşeğindeki heybesinde taşıyan Egeli kadının (ve elbette öteki satıcı kadınların) betimlemeleri resmin bir belge resim niteliği edinmesine yol açmıyor mu? 2017 yılında yitirdiğimiz Büyükelçi İsmet Birsel (1934-2017) aynı zamanda ressamdı. “Diplomat ressam” diye anılıyordu. İzmir/Karşıyaka doğumluydu. Yaşam boyu İzmir ile ilişkisini korudu. “… tangolarla birlikte çocukluk yıllarım sahneye çıkar, Karşıyaka sahilleri, atlı tramvay, deniz banyoları, eşekli sayyar satıcılar…” diyen İsmet Birsel’in 1991 yılında “Belleğimdeki Tablolar” adlı bir kitabı yayımlanmıştır. Bu kitapta çocukluk yıllarının belleğine kazınmış görüntülerini ‘sözel’ olarak anlatırken, ‘görsel’leştirmiştir de. Örneğin, Karşıyaka rıhtımında hizmet veren atlı tramvayları şöyle betimlemiştir sözel olarak: “Bir başkaydı atlı tramvayın camlarına vuran yağmur damlaları. Tramvayın küçük vagonunda karşılıklı iki sıra, karşı sırada oturan kambur çingene pabuç boyacısı, pala bıyıkları tütünden sararmış… Yanında tek gözlü gazinocu Cemil, sahildeki gazinosunda çıpraların döşüne defne yaprağı koymadan kızartmazdı ızgarada. Zeytinyağı simsarı Emin Bey, oğlu İsmet ve diğer Bostanlı sakinleri… Bir sessizlik tramvayın kibrit kutusu büyüklüğündeki vagonunda… Bazen sahile vuran dalgaların serpintisi yağmur damlalarına karışıyor. Atın üzerine konan muşambadan süzülüyor damlalar parıldıyan raylara… 7:45’de kalkacak tramvay…” Satırlara eşlik eden desen görselde (Resim 38) geriplânda görülen deniz hamamı benim belleğimde de yaşıyor!.. Hangi yılda, daha doğrusu kaç yaşımda deniz hamamlarından birine gittik, söylemem zor. İzmir’deki atlı tramvaylar 1928’de kaldırılmış. Karşıyaka tramvaylarının aşamalı olarak kaldırılması kararı ise 1939 yılında alınmış. Demek ki, Bostanlı hattı epeyce geç kaldırılmış!. Deniz hamamlarına gelince, Üniversite yıllarımda, 1950’lerin sonu ile 60’ların başlarında yâni, İzmir ve Karşıyaka’dakiler için bir şey diyemeyeceğim ama, İstanbul’da, örneğin Moda’da bu hamamların varlıklarını koruduklarını anımsıyorum. Geçmişteki İzmir’de ‘denize girmek’ denizhamamına gitmekle sınırlı değildi. İzmir’de Konak’tan Güzelyalı’ya uzanan Mithatpaşa caddesinin deniz tarafındaki evlerin hemen hepsinden denize girilir, ayrıca çoğunun kumsalına çekilmiş ya da iskelesine bağlanmış bir de ‘kayık’ bulunurdu. Elbette yelkenli tekneleri olanlar da vardı. Kayıklara binilip kıyıdan uzakta denize girenlerin yanı sıra, ‘yelkenli’sine eşi dostuyla doluşup ‘Körfez’de hem turlayıp hem de istediği yerde yüzenler de eksik değildi. Birsel yelkenlide deniz sefası yapanları da yansıtmıştır. (Resim 39 ve 40). Bu sayfalarda yer alan resimlerden yağlıboya olanı 1998 yılı yapımıdır ve “Karşıyaka’nın eskide kalan yazlarından anılar” (Resim 40) adını taşımaktadır. Resmin sol yanında Karşıyaka rıhtımı, geride ise Karşıyaka vapur iskelesi görülmektedir. 1997 yılında suluboya “Karşıyaka”sı (Resim 42) doğduğu yerleşimin 23 yıl öncesini belgeliyor bir bakıma. Pasaport iskelesinin İzmir’i konu edinen ressamları, örneğin Fahri Sümer’i, örneğin Turan Enginoğlu’nu, vb. ne denli etkilediğini biliyoruz. İsmet Birsel de aynı iskelenin resimsel değerlerini görmezden gelememiş, “Pasaport İskelesinde Balıkçılaı”ı (Resim 41) aktarmıştır tuvaline. “Belleğimdeki Tablolar” kitabında İzmir “Yemiş Çarşısı”nı anlatır ve bu anlatıya eşlik eden deseninde andığı kişilerin, — Bohor efendinin, Avram’ın, Ramazan efendinin, Feridun beyin portreleri de yer alır. Bu kişilerin son buluşma noktası (son ‘beraberlik’ noktası), gene, Pasaport İskelesidir: “Yemiş çarşısı sessizliğe gömülecektir artık. Bekçinin düdüğü duyulacaktır arada bir. Türün depolarının önündeki at arabaları, köftecilerin yerini, serçeler, kumrular almıştır. Pasaport iskelesinden son vapur kalkmaktadır.” Yalnızca “Pasaport İskelesinde Balıkçılaı”ı (Resim 41) değil Çeşme balıkçılarını ve yazlığının bulunduğu Dalyan’daki balıkçı lokantalarını da görüntülemiştir. Dalyan kumsalı (plajı) da izlekleri arasındadır. İzmir Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nün kurulup gelişmesinde önemli hizmetlerde bulunan İzmir Bergama İlçesinde doğan Şeref Bigalı (1925-2005) 1986 yılında Devlet Resim Büyük Ödülü ile Türkiye İş Bankası Büyük Resim Ödülünü kazanmıştır. İzmirli gazeteci yazar Yaşar Aksoy (1947) “1925’te Bergama’nın Göçbeyli bucağında doğduğu evin iki parçalı ahşap kapısı, bir kaç meyve ağaçlı ve asmalı avlusu, evin önündeki taşlarla kaplı sokak, sokağın ucundaki çeşme ve gelip geçen hayvan sürüleri ile horozlar, kuşlar hafızasından hiç silinmedi. Çocukluk yıllarının bu imajlarını yıllar sonra yaptığı eserlerine taşıdı, köy kahveleri, kır çiçekleri, şemsiyelerini açmış ıslak insanlar ustalık döneminin başlıca temaları oldu” diye Şeref Aksoy’u anlattıktan sonra sözü sanatçının yağmurlu resimlerine getirir ve der ki: “Ben hocamın en çok yağmurlu resimlerini severim. O tablolara bakarken, şemsiyemi açıp tabloların içine dalıp, kalabalık caddelerde veya ıssız bulvarlarda gezinmek, dahası kaybolmak isterim.” “İzmir Konak Meydanı ve Yağmur” (Resim 43) Bigalı’nın yağmurlu resimlerinden biri. Konak Meydanını çevreleyen (hiç de resimsi olmayan) yüksek yapıları gizleyen bir devingen ve renkli ortam yaratmış olan Bigalı’nın eline sağlık. Resimde görülen yapılar içinde “resimsi” olan tek yapı firuze çinilerle süslü 18. Yüzyıl yapımı sekizgen Yalı Camii. İzmir’e ilişkin çok beğendiğim tabloyu sona sakladım. İzmir doğumlu Arslan Gündaş (1914-2000) imzalı “Dokuz Eylül” tablosu (Resim 44) 16. DYO Resim Yarışmasında (1982) mansiyon almıştı. (Aynı yarışmanın 1974 yılındaki 8.sinde Gündaş’a “Jüri Özel Ödülü” verilmişti.). Gerçekten de, yazının başında da değindiğim Kurtuluş Savaşının utkuyla sonuçlandığı 9 Eylül gününü bir sanatçının böylesine ayrımlı yorumlamış olması, yepyeni bir ‘form’ yaratarak anlatmış olması beni coşkulandırıyor. Resimde, Ege denizi, İzmir’in hinterlandı, burcuna Türk bayrağı çekilmiş Kadifekale ve orada konuşlandırılmış ateş etmekte olan ‘toplar’; denizde gene toplarını ateşlemekte olan bir savaş gemisiyle, sandallara çevrilmiş bir yolcu gemisi görülmektedir. Atının kuyruğuna, yelesine ve matarasından suyunu içmekte olan süvarinin bacaklarına sarılmış İzmirli kadınlar Kurtuluş Ordusuna duydukları şükranı görselleştirmektedir. Burcuna Türk bayrağı çekilmiş Kadifekale dedim ya, bu yazıyı şu notu düşerek bitirmeliyim: Kadifekale’ye (9 Eylül 1922 günü) bayrağımızı çekmekle görevlendirilen Dördüncü Süvari Alay Kumandanı Yarbay Reşat bey, anılarında şöyle demiş: “Emir çavuşum Bilecikli Celil’e kalenin üstüne Türk bayrağını çektirdim. Saat on buçuk idi.” (Kaynak: niteliksel.com) Önder Şenyapılı
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR