Birkaç gün önce, güneşli bir Nisan sabahı balkona oturmuş elimdeki dijital cihazdan günün haberlerini okurken, şöyle bir haber düştü önüme: "Hz. Musa kölelere özgürlük verdi ama onlar 'hani soğan' diye söylenmeye başladılar. Sükredeceklerine kapris yapıp şikayet ettiler." "...Soğan konfora alışanların geçmişe özlemdir..."
Yukarıdaki sözler, kilosu otuz liraya çıkan soğandan dolayı dert yanan yurttaşa söylenen sözler ve bir akademisyene, bir danışmana ait.
-Ne diyeceğiz şimdi?
Şunu baştan söylemeliyim ki bu tür açıklamalar hep aynı bayat hikayelerin salınımı olarak karşımıza çıkarlar ve siz okuyucudan ricam, buradaki kastı ve amacı sezginizle anlamaya çalışmak olacaktır. Fazla kafa yormaya gerek yok...
Efsaneler üzerinden bugünü anlamlandırmak, çok uzak atalarımızdan fantezilerle insanı etkilemek günümüzün zihin yapısıyla bağdaşmaz ve bu çaba sadece içimizdeki özgürlüğü, sorgulamayı ve bilgilenmeyi engellemeye hizmet eder.
YAŞADIĞIMIZ OLAYLAR
Derler ki, "İnsan yaşadığı toplumun ortalamasıdır..." Ancak yaşadığımız olaylar, tanık olduğumuz gelişmeler bunun böyle olmadığını gösteriyor. İnsan, iktidar gücünün yansımasıdır ve dolayısıyla ona, benzeyen ya da kopyalayan demek daha doğru olur...
Baskın (dominant) güç kimse, birey ona yakın olmaya, ondan bir şeyler edinmeye çalışır. Kural budur...
İnsan topluluklarında genel olarak kural bu şekilde işler. Bir basamaktan diğerine, üstten alta doğru taşınan yönetim formlarının sarmalı içindeyiz ve üsttekilerden izler taşırız. Küçük parçacıklar piramidin tepesini gösterge kabul ederek yayılırlar...
Başka şekilde söylersem, davranışlarımızı, bilincimizi, yarar ve zararımızı piramidin tepesindekine göre biçimlendiririz. Bu marazi oluşumun nedeni ise zayıflık ve eşitsizliktir.
EŞİTSİZLİK
Eşitsizlik, kötülüğün ve tıkanmanın kaynağıdır... Kibirli kraliçenin, "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler " demesi büyük zalimlikti. O günden bugüne devam eden yoksulluk, sefillik, sapkınlık, savaşlar ve devrimler, salgınlar, mülakatlarla başarıyı başarısızlıklara çevirmek, porsiyonları küçültün demek zalimliktir ve bunlar eşitsiz yaşamın kanıtlarıdır...
Birinin sefaletine, ötekinin konforuna neden olan bu tür yapıları kapı dışarı etmek gerekiyor. Kölesi olduğumuz herşeyi kaldırıp atmak gerekiyor...
Köleleştiren herkesten, herşeyden, bağımlı kılan teknolojiden, iki adım yürümemizi kısıtlayan makinalardan, hizmetçisi olduğumuz kurumlardan, efsanelerden, doğaya yabancılaştıran herşeyden tiksinmek gerekiyor...
ZITLIK
Yeni bir kültür, yeni bir gelecek günümüzün bakış açısıyla, savaşlarla, köhnemiş kıssalarla inşa edilemez. Kendi zıddını içinde taşıyan birşey, bir süre sonra zıddına dönüşür. Savaş barışa, barış savaşa ve sonra tekrar ve tekrar bugünün ezileni yarının ezenine, mazlumu yarının zalimine dönerek devam eder... Çünkü zıtlar birbirlerini çarpıtırlar... Uyuşmazlık, anlaşmazlık yaratarak, kısır döngü içinde her defasında başladığımız noktaya geri dönmemize neden olurlar.
EMPATİ... GÖKKUŞAĞI
Bize birşeyin kendi zıddına dönüşmesini olanaksız duruma getirebilecek faktörler gerekiyor. "Seçilimi" öğretebilecek öğretilere gereksinimimiz vardır... Düzen, çimlerin etrafını çitlerle çevirmekle sağlanmaz.
Vicdanı rahatsızlıklara neden olabilecek empati oluşturmak gerekiyor. Gökkuşağının yedi rengi bir arada, iç içe, biri ötekine karışmadan ve her renk kendini var ederek, eşit şekilde yansır...
Bu örnek bize tıpkı renklerde olduğu gibi eşitliği yaşama egemen kılmanın ne kadar önemli olduğunu söyler. Bunun diğer anlamı eşitlik içinde sürekliliktir...
İnsanda da aileden başlayarak, kültürün kesişme noktalarına güçlü değişim uygulandığında birleşme ve bütünleşmeyi sağlayabilecek eşit oluşumlar inşa edilebilir pekala.
Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com