40-li-60-li-yillarda-593884.webp


60’lı yılların başı… Ankara. Aynı sınıfın çocukları, Bahçelievler’de oturanlar dans öğrenme çabasındayken Hacettepe’de (bugünkü Hacettepe Üniversitesi’ni de içine alan Hamamönü mahallesi) oturanlar horon tepiyor. Bahçelievler’de dans, mutluluk... Çoğu genç evlerinde şişkince bir yastığın sükutu eşliğinde, kimi zaman erkek arkadaşıyla, kızlar kız kıza vals yapmayı öğreniyorlar. Onlar için dans belki de ne olmak istediklerinin gösterisiydi. Nişan, düğün etkinliklerini ağırbaşlı danslarla açar, daha sonra Hacettepelilere özlem duyar horon teper, halay çekerdiler. Atamız da Ankara Palas’taki yılbaşı balolarında vals yapmaz mıydı? Yurt gezilerinde Zeybek oynamaz mıydı? Belli ki Atamızdan gelmiş bu alışkanlığımız…

40’lı yıllarda doğanlar için, yani savaşın ortasında ekmek azaldıkça dans susmuştu. Şehirde yaşayanalar kadar, köylü için de dans, askere alınmak kadar zoraki bir eğlenceydi. Milletçe, “Dans bize ne lazım!” deniyordu. Balo da o günlerde bitmişti aslında.

O yılların liselileri yeni yeni müziğe kulak veriyorlardı. Yeni tanıştıkları transistörlü radyodan Kahire Radyosu’nu buluyor, İngilizce şarkıları dinliyorlardı. Sonradan Ankara ve İstanbul Radyoları da alışkanlıkları arasına katılacaktı. Ve… 33’lük plaklar Amerikan Pazarı’nda, Kocabeyoğlu Pasajı’nın alt katında onları bekliyordu. Amerika, İngiltere ile at başı etkiliyordu müzik dünyasını. Kimi gazetelerin, Ses ve Hayat dergilerinin listeleri, müzik aleminin parametresi gibiydi. Sayfaları çevirirken takvim yapraklarını çevirir gibi oluyorlardı.

Popüler müzikte iyi bir şarkı sözü yazarı olan Fecri Ebcioğlu, 1960’ların başında İstanbul Radyosu’nda hazırladığı “Çay Saati ve Melodileri” adlı programıyla özellikle ithal plaklara ulaşmanın kolay olmadığı bir tarihte bu eksikliği biraz olsun gideriyordu. Programda çaldığı plakların bir kısmını, Amerikan Haberler Merkezi’nden temin ediyor, çoğunluğunu da dinleyicilerin gönderdiği plaklar arasından seçiyordu. Arada bir de Türk şarkıcıların kendi dilinde seslendirdiği şarkılara yer veriyordu.

Derken bir gün, İstanbul’da “Çatı Kulup’te program yapan İlham Gencer’in “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı parçası, dillerde dolaşmaya başladı. Parçanın aslı, Bob Azzam’ın “C’est écrit dans le ciel” adlı parçasıydı ve Türkçe sözlerini Fecri Ebcioğlu yazmıştı. Böylece, 10 yıl kadar sürecek olan “aranjman” (düzenleme) akımı başlamış oluyordu. “Düzenleme” deniyordu ama aslında Türkçe sözleri melodiye “uydurmak”tı yapılan. Adamo’nun “Tombe La Neige” şarkısını “Her Yerde Kar Var” adıyla Fecri Ebcioğlu’nun sözleriyle dinledik. İzmirli şarkıcı Dario Moreno, “Deniz ve Mehtap…” ve “Her Akşam Votka, Rakı ve Şarap” diye seslendi gençlere. Modern Türk popunun oluşmasında Sezen Cumhur Önal’ın da çabalarını anmak gerekir. Önal, çok sayıda Fransız, İtalyan, İspanyol şarkısına Türkçe söz yazdı, 10 dolayında Avrupalı şarkıcıya Türkçe sözlerle şarkılar okuttu. Ankara, İstanbul İzmir radyolarında yaptığı programlarla dönemin ünlü Fransız, İtalyan, İspanyol şarkıcılarının (Bob Azzam, Enrico Macias, Alain Barriere, Charles Aznavour, Gilbert Becaud, Liz Aryan, Marc Aryan, Dalida, Guy Marchand, Johnny Hallyday, Sacha Distel, peppino di Capri, Patricia Carli, Mina, Nino de Murcia) Türkiye’de tanınmasına önemli katkılar yaptı. Johnny Hallyday’e, 1965’te, “Je n’ai pas ce jeu là” şarkısını “Yeşil Gözleri için” ve “Mon Anneau d’or” şarkısını “Altın Yüzük” adıyla Türkçe okuttu. Önal, ayrıca Guy Marchand’ın “La Passionnata”sını “İspanyol Kadını” (1966) adıyla; Sacha Distel’in “La Chanson orientale”ini de “Kime Derler Sana Derler” (1964); İtalyan şarkıcı Peppino di Capri’ye “Melancolia”sını “Melankoli Ne güzelsin” (1967), Nino de Murcia’nın  “El Cordobes”ini “Seni Beklerim Öptüğün Yerde” adıyla Türkçe sözlerle yorumlattı.

60’lı yıllar hükmünü sürerken, “Hippi” akımı, gençliğin özgürlüğünü simgeliyordu. Pop müzik çalışmaları Avrupa düzeyini örnek alıyordu. Çok sayıda pop grubu kuruldu. Çeşitli şarkı yarışmaları düzenlendi. Yerli melodiler Batı çalgılarıyla yeniden seslendirildi. Kurulan yeni gruplar, Türkiye’de pop müziğin geliştirilmesine katkıda bulundular. Türkçe özgün bestelerin önü açıldı, beste ve söz üretimi filizlenmeye başladı. Barış Manço, Erkin Koray, Moğollar ve Cem Karaca, 1960’ların en parıltılı gençleriydi. Manço’nun “Kol Düğmesi”, Koray’ın “Anma Arkadaş”ı, Karaca’nın “Resimdeki Gözyaşları” ve Moğolların “Dağ ve Çocuk”u, bu dönemin Anadolu duyarlılığını, popüler müzikte özenle yansıtan örnekler olarak yerini alacaktı.

Ankara’da ise Klüp Yaşar’da Yaşar Güvenir ve orkestrası müzikseverlere unutulmaz geceler yaşatıyordu. Güvenir’in şarkısı gençlerin dilinden düşmüyordu:

“Sensiz saadet neymiş, tatmadım bilemem ki…

Alnımın yazısıydın, ne yapsam silemem ki…

Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli.

Alıştım hasretine, gel desen gelemem ki…”

60’lı yıllarda ergenliğe adım atan erkekler, artık kızlarla biraz daha yakınlaşmak isteklerinin arttığının farkına varıyorlardı. Bir araya geliyorlar, “parti” etkinliklerini başlatıyorlardı. Partiler hafta sonlarında, genellikle Cumartesi günleri, sıra kimdeyse onun evinde yapılırdı. Kız arkadaşı olan onunla, yoksa partide tanışacağı kızla arkadaşlık ederdi. Votka ile kanyak yarı yarıya karıştırılır boş bir viski şişesine doldurulur, içime hazır hale getirilirdi; ya da genişçe bir tencerenin içinde limon kolonyası, cin ve portakal suyu karıştırılır kepçe ile bardaklara doldurulurdu. Salonun uygun köşesine Dual pikabı, yanına da iki hoparlörü yerleştirilir, eldeki birkaç plak dönüşümlü olarak çalınırdı. Partinin açılış parçası genellikle Gitarist Duane Eddy’nin “Rebel Rouser / Asi Uyandırıcı” adlı sözsüz parçası olurdu. İkinci plak “Heartbreak Hotel / Kalp Kırıklığı Oteli” ardından, Conway Twitty nin “İt’s Only Make Believe / Sadece İnandırmak” parçası ve vazgeçilmez Elvis Presley…

Sonra, 1990’lara gelindiğinde o güzel anlamlı günler geride kalacaktı…

Kırsal göç, anarşi, terör, yokluklar, darbeler ekonomik, toplumsal dengeleri alt üst etti. Büyük kentler gecekondularla çevrildi. Hayat biçimleri, yaşama kültürleri değişti; “arabesk” önce bir müzik tarzı olarak ortaya çıktı, sonra bir “dünya görüşü”ne dönüştü. “Popüler kültür” dur durak bilmeden “yeni müzik tarzları” üretti;  kıvrak ritmi kadar, gecekondu gençlerinin içini gıdıklayan sözleriyle bu tarz salon düğünlerinin vazgeçilmezi oldu. Ankaralı Turgut’un, “Alaman kızlarının saçları sarı / Hiç kızları yoktur kardaş, hepsi karı” diye başlayıp, “Dam saçaktan, kız bacaktan belli olur koçum” diye süren protest (!) oyun havasına tempo tutacaklardı. Ankaralı Namık Turgut da yarışırcasına seslenecekti: “Arabada 5, evde 15 / Hoşuma da giderse bedava.

Sübyana bıyık buranlar haykıracaktı: “İndim derelerine, bilmem nirelerine / Gaytan bıyıklarımı, sürsem memelerine.”

Banu Alkan geri kalır mıydı hiç? Gülücükler dağıtacaktı tüm erkeklere: “Kaldıramazsan kaldırırlar gülüm…

1940’lı, 60’lı yıllara tanıklık etmiş kuşaklara, kimilerinin gençliği, kimilerinin çocukluğu olan bu yılların Milton’un “Kayıp Cennet”inden daha uzak, daha ütopik görünmesi bir yanılsamadan fazla bir şey olmalıydı...

Selim Esen    
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler