Tanbûrî Cemil Bey'in romanı: Vaktinden Evvel Bir Zemherir
Edebiyatımızın kalemşörü Taner Ay, inceleme deneme kitaplarının ardından içindeki gizli romancıyı ortaya çıkardığı son dönemlerinde en son Tanbûrî Cemil Bey'i konu eden romanıyla çıktı karşımıza.
Bütün dünyaya ve göklere müzik yapmak isterdim (Tanburi Cemil Bey) Taner Ay'ın yazdığı Tanbûrî Cemil Bey'in yaşamını konu eden Vaktinden Evvel Bir Zemherir yüz dört sayfalık kısa bir roman. Yayıncı Ötüken Neşriyat, kapağına 'Hikaye' yazarak yayımlamış. Yayımladığı birbirinden değerli kitaplarını tek tek tanıtmak için pek zaman ayırmayan Ötüken Neşriyat'ta Vaktinden Evvel Bir Zemherir 'tüm zamanlarda' değeri artacak bir kitap, ancak kısa vadede kendinden söz ettirecek, ettirmesi gereken de bir roman. Roman yazmak zordur, -ki bendeniz daha cesaret edememiştir- uzun zaman ayırmak, ayrıntılara inmek, not tutmak ve belge toplamak seciyesi gerektirir. Kültür insanları hakkında roman yazmak zordur. Adı üstünde 'kültür' insanı. Kahramanı besleyen kaynaklara inmek gerekir. Ayrıntı ve inceleme meraklısı (avukat) yazar Taner Ay için elbette bu durum zor olmasa gerekir. 1873 İstanbul doğumlu Cemil Bey sonradan adını alacak bir tanbur sanatçısıdır. Aynı zamanda Türk müziğinin ölümsüzleri arasına girmiş çok değerli bestelerin yaratıcısıdır. (Çocukluğumuzun iftar topunu bekleyen dakikalarında radyoda çalan müziğin yaratıcısıdır.) Müzik aleti çalmaya hevesi orta okul sıralarında Ağabeyi Ahmet Bey'in teşvikiyle olmuştur. Keman ve kanun ile başlayan sanatçılık serüveni tambur ile bütünleşerek kısa sürede Türk müziğinin unutulmazlarına karışmıştır. Yeteneğini anlatan bir hikaye şöyledir: Hocası Tanbûrî Ali Efendi Cemil Bey'in tambur çalışını dinleyince, 'Bir daha tanbur elime almayacağım' dediği rivayet edilir. Cemil Bey Türk müziğine yeni bir yorum getirip onu adeta ölmekten kurtarmış, taş plaklara özenle kaydetmeyi başardığı -bugüne kalan birer cevher olan- taksimleri bize bıraktığı önemli kalıtlarıdır. Önemli bir kalıtı da oğlu Mesut Cemil' armağanıdır. Başına nedendir ve nasıldır bilinmez 'Türk' adı giydirilmiş Türk müziğinin, her ne kadar Horasan erenlerinin yaratısı olduğu ileri sürülse de büyük oranda Konstantin dönemi İstanbul'unun müzik aletlerinin kullanıldığı bir müzik olduğu ileri sürülür. Nedir, tanburu bundan ayırmak gerekir. Farsça adıyla Tanbur (Türkçe adı -Yunus'ta- 'tambur') için öz oğlu öz Türk çalgısı denir. Hatta dünyada yalnızca Türkiye'de yaygın olarak kullanılan tek çalgı olduğu söylenir. Tanbûrî Cemil Bey gibi bir sanatkarı yazmak o nedenle zordur. Yaşadığı yıllar 600 yıllık imparatorluğun en karanlık en acı yıllarıdır. Romanda Balkan Savaşlarının, Çanakkale Savaşlarının İstanbul sanatkarlarına etkisini es geçmek elbette olmaz ve bu arka planı romana deyim yerindeyse yedirmek her babayiğit romancının başaracağı iş değildir. Heyhat Taner Ay romanlarını bilenler bütün bunların yanına dönemin gastrolojisinden çocuk etnografyasına, lohusa adetlerinden kocakarı ilaçlarına, eski İstanbul'un hala yaşayan son anane ve adetlerine kadar akla hayale gelmeyecek zenginlikte bir cangılda kulaç atacaklarını bilirler. Anlaşılacağı gibi eğlence dünyasının bir “unsuru”dur Cemil Bey. Müzik, eğlenmek başka dünyalara uçmak içindir. Aksaray'da bugün Haseki Hastanesi'ne doğru dönünce ikiye ayrılan yolun sonunda, sağdaki son sokak Sinekli Bakkal Sokağında uzun süre yaşamış Cemil Bey, Taksim'in rindhanelerinde sigara dumanı ve anason kokularına dayanamamış ciğerleriyle veremden maalesef sanatçılar için en verimli yaş olan 43 yaşında, 1916 yılında ölmüştür. VAKTİNDEN EVVEL ZEMHERİR, ÖTÜKEN NEŞRİYAT, 2025 Roman, Cemil Bey'in genç zevcesi Saide'nin hamilelik sancıları ve oğlu “Mes'ut”u doğurma dakikalarındaki olaylarla fırtına gibi başlıyor. Daha ilk sayfada kıskançlar kıskancı eşi Saide'yle süren evliliğinin mutsuzluğu vurgulanırken doğan bebeğe -belki de bari o mesut olsun anlamında- 'Mes'ut' adını vermiştir. “Saide doğum ıstırabı çekerken Cemil de yan odada elinde tamburuyla bir köşeden diğer köşeye dolanıp duruyordu. Zihniyar Hanım ile Emine Eflaknur Hanım Cemil'in elinden bırakmadığı tambura bir anlam veremezlerken onun saatlerdir tamburuyla dolanıp durmasındaki maksadı yalnızca ablası Beyhan Hanım hissedebiliyordu.” (s. 1) Nihayet kayınvalidesi Emine Eflaknur Hanım içeri girebileceğini söylediğinde Cemil Hemen yatak odasına girer. Oğlunu kucağına almak istemektedir ama rakının verdiği cesaretle Saide'nin kulağına eğilip şunları söyler: “Sana biraz tanbur çalmamı ister misin? “Saide kocasının sualini işitince, gece mavisi gözlerini açıp bağırır: “Hayır istemiyorum çıkınız!” (s. 10) Her sanatkarın kaderi gibi Tanbûrî Cemil Bey de mutsuzdur. “Validesi ısrar etmeseydi Saide'yi nikahına almak aklının ucundan dahi geçmezdi. Huzursuz ruhu için musikide, rakıda ve kedilerde deva bulmuşken Zihniyar Hanım günün birinde rindane yaşamından yakınıp kendisine Eflaknur Hanımın kerimesini düşündüğünü söylemişti.” Cemil 'nefret ettiği' birçok adetten sonra (ki bu bölümleri oldukça hoş bilgilerle dolu romanda) Saide'yle evlenir. Heyhat kısa süre sonra hata yaptığını anlar: “Cemil, Şeref Efendi Sokağındaki kira evine, yalnızca musiki aletlerini ve kitaplarını değil, kocaman kedisini de götürmüştü. Tekir'in yıllar önce yağmurlu bir İstanbul gecesinde Langa'daki Maksud'un Meyhanesi'nden dönerken sokakta ıslanmış halde bulmuş, redingotunun içinde eve getirip koynunda ısıtmıştı. Çocukluğundan beri tekirlerin kedi cinsinin en ziyade izzet-i nefs-i cibillisi olduklarını düşünür, diğer sokak kedilerinden ayırmak için onlara bakkal kedisi derdi. Tekir her gece Cemil'in koynunda uyumaya alışmıştı. Ama Saide evliliklerinin (alışkanlıkla yazdım, Taner'in yazdığı gibi 'izdivaçlarının' olacak AY.) ilk günlerinde bile yaşlı kedinin yatağa gelmesine müsaade etmediği gibi ona odanın kapısını da kilitliyordu.” Benim gibi kediseven ve evlilik düşmanı birisi için ne güzel sahneler! Cemil de artık zevcesine tek kelime konuşmamaya başlıyor. Mutsuzluğunuysa, “sukuti gecelerin seherlerine kadar hicranlı saba, gamlı hüseyni ve ağlayan kürdilihicazkar” ile “teganni” ediyor. İşte gerçek sanatkarın yaratma gücünün kaynağı. Yalnızlık ve mutsuzluğun sanatkarı itelediği yer bundan güzel nasıl anlatılır. Taner bunu yapıyor. TANER AY Romanda öyle hoş sahneler var ki buraya almadan edemeyeceğim. Elbet daha mühim ve zevkli sayfaları kitabı alıp okuyacak okurlara bırakarak. Örneğin Cemil'in evdeki mutsuzluktan, kadın dırdırından kaçışı: “Karabıçak'a uğramayalı epey olmuştu. Orada sazın değil sözün olmasını pek severdi. (...) Nükte ve cinas üstatları Kanbur Nazif, Cin Ahmet ve Tıflı Hasan sarakalarıyla ortalığı kırıp geçirirken keyfi yerindeyse Hafız Osman da gür ve tok sesiyle bir gazel patlatırdı. Onlara Mezeci Cemil'in tiz sesi iştirak eder ne yaptıysa masalara bir bir dağıtırdı.” (s. Tanbûrî Cemil Bey'in beslendiği o zengin kültürü, Karun'un Hazinesi gibi romanına boşaltıveren Taner Ay, romanındaki Osmanlıca deyim ve adların bolca olmasının nedenini de bir anlamda açıklıyor. Tanbûrî Cemil Bey’in kendisi her ne kadar melankolik mutsuz sanatkar -iyi bir içici- olsa da yaptığı müzik sanki ölmeye yatmış Osmanlı’nın canlı diri görkemli zamanlarını temsil ediyor, Yahya Kemal'i etkileyecek yetenek ve görkem içeriyor. Cemil Bey'in parasız kalmasına karşın Orfeon Plak’ın plak yapma isteğini sanatı adına reddetmesiyse gerçek sanatkarların etik anlayışlarına bir örnek olarak kayıtta duruyor. “Cemil İkinci Meşrutiyet'in memur kadrosunu azaltmak amacıyla uyguladığı tenkisata kadar Hariciye Umuri Şehbenderi Kalemi hulefalığından düzenli maaş almıştı, (...) Sekizyüz altın lira tazminatla kadro harici kalmıştı.” Cemil kısa süre sonra bu parayı da bitiriyor ve parasız kalıyor. Şans kapısını Orfeon plak firmasının temsilcileri Blumentahl Biraderler'in çalmasıyla gülüyor ama, bunu parası varken reddediyor, iki yıl sonra parasızlığa dayanamayınca Orfeon'un teklifini kabul ediyor: “Ailesi için de olsa yaptığını musikiye ve doğrularına ihanet olarak gördüğünden fazla asabileşmişti.” (s. 69) Cemil Bey'in yaşadığı siyasal tarihsel olaylar da çoğu cahil romancıların yaptığının tersine romanda es geçilmiyor: “Bir deri bir kemik kalmış bicemal öküzlerin çektiği, üstleri örtülü ve yaysız muhacir arabaları, sırf talandan ve katliamdan ve tecavüzden kaçanları taşımamışlardı, o zavallılarla birlikte Dersaadet'e kolera da gelmişti.” (s. 75) “Yaz geldiğinde, Goben ve Breslau isimlerindeki iki Alman harp gemisine Yavuz ve Midilli isimleri verilip, bu gemilerle Rus limanlarına top ateşi açılması üzerine, hazanda Osmanlı İmparatorluğu Cihân Harbi'ne girmiş oldu. Ahz-ı asker şubeleri her gün davullu bekçileri sokak sokak dolaştırıp, nefer toplamaya başlamıştı. Elinde bir Mosin Nagant piyade tüfeğiyle cepheye gitmesi veya üzerinde ‘Allah bizimle beraberdir’ yazılı altmış santimlik süngüyü on dokuz yaşındaki bir delikanlının karnına saplaması, Cemil'in fıtratına o kadar mugayirdi ki şubeden çağrıldığında dehşete kapıldı.” (s. 99) Romanın sonlarına doğru hem Cemil'in veremi şiddetleniyor hem Osmanlı'nın çöküşü; bunlara nazire olarak da Taner'in dili durgunlaşıyor. Tanbûrî Cemil Bey'in son nefesini verdiği dakikaların anlatıldığı son paragraf nefesleri kesiyor, bir o kadar da duygusal. Bitmeyen cümle gösteriyor ki satırları yazan o anda bir girye-dar, girye-meşhun. Geçen yıl şair Baki'nin romanını okumuştum heyecanlanmış Meliha Yıldırım'ın Remil'i için yazmıştım. Türk müziğine uzağım ama Tanbûrî Cemil Bey'in hayatını Lütfiye Aydın'dan sonra Taner Ay'ın da romanlaştırması beni oldukça etkiledi. Tarihi, Pamukvar ve Ümitvar biçimde piyasa için kullanmaya kıyamayan Taner Ay, onların aksine, kahramanlarını karşı büyük sevgi ve sıcaklıkla kucaklıyor. Ahmet Yıldız
Gercekedebiyat.com