selim-esen-ugur-dundar-20251010112036601.jpg


31 Ocak 1968 Çarşamba günü…

İlk yayın gecesi düğün evi gibiydi…

Saat 19.30’da ekran ışımıştı…

Spiker Nuran Devres, “Burası üçüncü bant, beşinci kanaldan deneme yayını yapan Ankara Televizyonu... Sayın seyirciler, bugün 31 Ocak 1968 Çarşamba... Ankara’da ilk televizyon yayınına başlıyoruz” demişti.

Bir heyecan, bir heyecan…

38 kişiden oluşan ilk kadroda yer alan Mehtap Uyguner 1969’da başlayan Ankara Televizyonunun ilk yarışma programı “Bildiklerimiz Gördüklerimiz Duyduklarımız”ın yapımcısıydı. Programın yönetmenliğini Göker Müftüoğlu ile Meral Savcı, sunuculuğunu Halit Kıvanç üstlenmişti.

Ankara Televizyonu ailesi giderek büyüyecekti.

Yayın ailesine Neslihan Gence, Işık Selen ve Uğur Dündar da katıldılar. BBC Eğitim Dairesi sorumlusu Mr. Leonard Chase’in Ankara’da düzenlediği kursa katılmışlar, başarılı olmuşlardı.

1970 yılı Eylül ayının son haftası…

Esenboğa Havaalanı giden yolcu salonunu çocuksu bir coşku sarmıştı.

TRT Haber Dairesi İç Haberler Müdürü Doğan Kasaroğlu ve bölüm müdürleri İngiltere’ye gidecek beş TRT çalışanını uğurluyorlardı. Ankara Televizyonu çalışanlarından Mehtap Uyguner, Neslihan Gence, Işık Selen ve Uğur Dündar ile Televizyon Haberleri Muhabiri Selim Esen Londra’ya gidiyordu.

BBC Eğitim Dairesi sorumlusu Mr. Chase’in kursunu başarıyla tamamlayan beş genç TRT çalışanı, CENTO’nun (Central Treaty Organization / Merkezi Antlaşma Teşkilatı) sağladığı burs ile BBC’de “Televizyon Yapım-Yönetim Kursu”na katılacaklardı.

Kuşkusuz farklı bir şehirdi Londra…

Erkekler, Shepherd’s Bush’da, kadınlar Noting Hill Gate’de kalacaklardı.  Askew Road 7 numaradaki 2. Dünya Savaşı sonrası Yugoslavya’dan göç etmiş olan Bozo Balac’ın işlettiği pansiyonun ikinci katında arka bahçesine bakan küçük odasına Uğur ile Selim; sokağa bakan büyük odaya ise Işık ile Venezuela’dan Luis Enrique Oberto Fuguat ve Barbados’tan Gavin Wilson yerleştiler.

Kahvaltılarını pansiyonda yapıyorlar, öğle yemeklerini ders aralarında koridorda kurulan çörek-pasta masasından ya da civardaki Pup’lardan birisinde sandviç yiyerek, cuma günleri ise Shepherd’s Bush’daki Eğitim Merkezi’ne çok uzak olmayan White City’deki BBC Television Center’ın lokantasına gidiyorlardı. Kalabalık olurdu orası. Akşam yemeklerini de genellikle pansiyonun bulunduğu sokağın sonundaki Fish & Chips dükkanından balık-cips alarak geçiştiriyorlardı.

Çevreye henüz uyum sağlayamamışken…

Uğur huzursuzdu:

“… O kadar zorlanıyorum, o kadar zorlanıyorum ki, Selim’e dedim ki ‘Selim, ben bu konuda hiç mutlu değilim, çok huzursuzum, çok zorlanıyorum, başkasının da hakkını gasp etmiş gibi hissediyorum, ben Türkiye’ye dönmek istiyorum’ dedim. ‘Deli misin!’, dedi. ‘Ben’ dedi ‘seni, merak etme destekliyecem, yardımcı olacam.’ Hakikaten Selim benimle orada televizyonculuğun ötesinde bir İngilizce hocası gibi uğraştı ve altıncı ayın sonunda ben büyük bir aşama kaydederek hem kursta büyük bir başarı elde ettim hem de İngilizce bilgimi Selim sayesinde çok pekiştirdim. Eğer Selim bana destek olmasaydı belki ben bu işi yarıda bırakıp dönecektim ve bugün karşınızda Uğur Dündar olmayacaktı. Ama ben de kurs hocasının, daha doğrusu direktörünün duygusal bir nedenle Selim’i Türkiye’ye gönderme gayreti içinde olduğunu sezince kursun işte pırıltılı öğrencilerinden biri olarak, ‘eğer Selim’i gönderirseniz beni de gönderin’ dedim. Göze alamadı. Selim de kaldı, ben de kaldım…” (“Türk Medyası” konulu söyleşiden, Kuşadası Belediyesi Toplantı Salonu, 29 Ağustos 2012).

Sinemaya, yeni vizyona giren filmlere düşkündü Uğur…

Shepherd’s Bush Vue Sinemasında “The Battle of Britain”, Leicester Square’deki Odeon Sinemasında “Butch Cassidy and the Sundance Kid” filmlerini birlikte keyifle izlemiştik. Eğitim Merkezi’nde ücretsiz dağıtılan BBC yapımlarının kayda alındığı ücretsiz davetiyeleri de kaçırmazdık. 1970 yılının en çok izlenen dizisi “Dad’s Army”nin hemen tüm bölümlerini Shepherd’s Bush BBC Theatre’da yine birlikte izledik.

BBC Club üyesi olduk, basılı yayınlarından edindik.

Altı ayın ardından Uğur “Burgler” adlı dramayı yöneterek drama yönetmeni sertifikasını hak etti. O artık profesyonel televizyon yayıncısıydı. 

Peki, sonrasında neler oldu?

İkinci Dünya Savaşının tam ortasında ailenin üçüncü çocuğu olarak doğmuştu Uğur. Sonradan ailenin iki kız çocuğu daha olacak, beş çocuk arasında tek erkek olacaktı. Babası, Emniyet Müdürlüğü’nün dürüst, saygın polisi Sarı Osman’dı.

1962’de Vefa Lisesi’ni, 1965’de İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1967’de yedek subaylık döneminden sonra bir süre Etibank ve Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankalarında çalıştı. BBC’deki eğitimin ardından 1971’de “Spor” programının sunuculuğunu üstlendi… TRT’nin ilk naklen yayını olan Akdeniz Oyunları’nda yönetmen, sunucu olarak görev aldı. Amerikalı yüzücü Mark Spitz’in 1972 Münih Olimpiyatlarında çıktığı müsabakalarda yedi dünya rekoruyla yedi altın madalya kazandığı yarışmaları lekesiz Türkçesiyle televizyon seyircisine aktararak ün kazandı. Türkçesi, ‘Eee’siz pürüzsüz anlatımı ‘Allah Vergisi’ yeteneğiydi. Aynı yıl Magazin ve Belgesel Yayınlar Şefliği görevine atandı. Sunuculuğunu yaptığı “Yaşadığımız Günler”, “İşte Hayat” ve “Aydan Aya” programlarıyla izleyiciyi ekran bağımlısı yaptı.

Ünlüydü artık…

1975’de TRT’nin başına bir asker, Musa Öğün gelince istifa etti.

“İstifa etmekle en iyi yolu seçtiğime inanıyorum. Hiçbir tesir altında kalmadım. Eğer İsmail Cem görevinden alındıktan hemen sonra istifa etmiş olsaydım, tesir altında kaldığım söylenebilirdi. Şimdi vicdanım çok rahat. İstifa etmek ya da etmemek için çok düşündüm. Son günlerde istifa etmenin şart olduğu kanısına vardım. TV’de saat 20 haberlerini izlerken kahroluyordum. Her an bana haberlerin hesabını soracaklar gibi geliyordu” dedi.

Program yapmanın zorluklarına da değindi:

“Bir müzik programının en küçük bir mizanseni bile savcılık kovuşturmasına neden olabiliyor. Sadece ben değil, bütün yapımcı arkadaşlar bu durumdan üzüntü duyuyorlar. Bu şartlar altında sosyal konulara değinen ‘İşte Hayat’ programını nasıl hazırlayabilirdim?

“Yıllardır ilk defa İstanbul’un tadını çıkarıyorum. Bir süre dinleneceğim… Güneşin, denizin, kumun, yazın kısaca İstanbul’un tadını çıkartacağım… Burada, Çınar Otelinde…”  (TV’de 7 Gün, 14 Temmuz 1975, s.7)

“İşte Hayat” yoktu artık.

Aralık 1975’de, iki arkadaşı ile birlikte Çınar Otelinin pastanesini kiraladı, işletmeci oldu… Mekanla daha çok arkadaşları ilgilense de gününü bir zamanlar plajında cankurtaranlık yaptığı otelin pastanesinde geçiriyor, müşterilere kendi elleriyle hizmet ediyordu.

O günlerde…

Sahne hazırlıklarına giriştiği öne sürüldü. Söylentilere göre, Osman Kavran’la ön anlaşma yapmış, sahnelerde “Show Men” olarak gözükecekti. Oysa o, gönül verdiği televizyon programcılığına son vermemiş, kapıyı açık bırakmıştı.

TRT’ye istifasını verdiği gün, sinemaya geçeceğini söylemişti. Kendisi gibi Fenerbahçeli olan Selim Soydan’ın şirketi “Gülşah Film” hesabına, Hülya Koçyiğit’le bir film çevireceğini açıkladı. Beyazperde’ de ya Anadolu kasabalarından birinde yaşayan bir avukatı ya bir üniversite öğrencisini ya da uçarı bir gazeteciyi canlandıracaktı.

Hiç birisi olmadı…

Yapımcılar, Uğur’u televizyon seyircisinin alıştığı bir rolde beyazperdeye getirmeye karar verdiler. İlk filminde TV için “İşte Hayat” adlı bir program hazırlayan televizyon sunucusunu canlandıracaktı. Yıllardır yaptığı işi bu defa beyazperde’ de yapacaktı.

Gelecekten umutluydu…

“Kameralar benim yabancım değil, uzun yıllar onların arkasında çalıştım. Şimdi ise önündeyim” dedi.

Ve… Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğinde bir yanında Koçyiğit, bir yanında geçinemediği nişanlısıyla (Aydan Adan) kamera karşısına geçti.

Ardından…

Gülşah Film sahibi, eski futbolcu Selim Soydan, Dündar-Koçyiğit ikilisine her yıl film yaptıracağını, hatta Uğur’a yönetmenlik yaptırmayı düşündüğünü söyledi. Uğur ise:

“Sinemaya hiçbir zaman büyük iddialarla girmedim. Sinemayla ilgili öyle büyük bir tutkum da yok! Sinemada amacım, beni televizyondan tanıyanları hayal kırıklığına uğratmayacak, oradan gelme birikimi boşa harcamayacak bir çizgide yürümek… İlk filmi bu düşünceyle çevirdim” dedi. (Hey Dergisi, 20 Eylül 1976, s:38)

“İşte Hayat” a nokta koymuş oldu.

Uğur’un “İşte Hayat” filminde oynamasının asıl nedeni, BBC eğitmeni Chase’in “Uğur, sen drama’ da başarılısın, fırsat bulabilirsen sinema ve tiyatro yönetmenleri ile çalışmanı öneririm,” sözü olmuştu.

Neyse…

Gazetecilik yapmaya başladı.

İsmail Cem’le birlikte Politika Gazetesi’nde çalıştı. Daha sonra Günaydın’a geçti.

Aklı ekranlardaydı…

Vefa Lisesi’ndeki öğrencilik günlerinden sıra arkadaşı olan Müjdat Gezen’le her karşılaşmalarında konu TV olurdu. “Ben TV’ye dönmek isterim ama, bazı prensiplerimi çiğneyemem. Hem TV’cilere bir tekrar ekrana çıkmak istiyoruz diyemeyiz ki” diyordu (TV’de 7 Gün, 1 Mart 1976, s.14).

Bir süre sonra çare bulundu:

Uğur ve Müjdat bir reklam programıyla ekrana döneceklerdi. Uğur bir röportaj muhabiri Müjdat ise, kılıktan kılığa giren bir sanatçı olacaktı. Yayınlanmak için sırasını bekleyen ilk iki skecin birinde Uğur bir amigo ile konuşuyor. Diğerinde ise, Ankara’nın hava kirliliği konusunda parlak fikirleri olan bir uyanık vatandaşla röportaj yapıyordu. Uğur, TV ekranlarına reklam ile dönmüş oluyordu.

TRT’ye bir programla dönüşü ise, 21 Ağustos 1977’de oldu.

Yapımcılığını Adil Daldal’ın üstlendiği “Bir büyük kentte insanların hafta sonu yaşamı”nı konu alan 35 dakikalık bir programla ekranlara bir kez daha “merhaba” dedi.

Yeşilköy’de, iki odası bir salonu olan 80 metrekare bir daire ve 1984 model Opel Ascona marka araba sahibiydi.

Ve mesleğinin zirvesindeydi...

Zengin bir aile kızı olan Gül Erbil’le nişanlandı. “Aile arasında bir nişan yaptık! Böylece hem TRT’ye hem de evliliğe birer adım daha attık” dedi. Evlendi, evlenecekler derken, anlaşamadılar, ayrıldılar.

12 yıl sonra 1993’de Yasemin Baradan ile evlenecekti. Seramik sanatçısı Ümran Baradan ve Bild Gazetesi Genel Müdürü Walter Mroz’un kızı olan Yasemin 1989 Türkiye güzeliydi. İkisi oğlan birisi kız çok güzel üç çocukları oldu. Mutluluklarını sürdürüyorlar.

1978’de Sedat Simavi Vakfı’nın “Kitle Haberleşmesi” dalındaki ödülüne layık görüldü Uğur. 1979’da ilk göz ağrısı TRT’ye döndü.

“Günlerin Getirdiği” programını hazırladı.

1980’de bir taraftan televizyondaki görevini sürdürürken bir yandan da İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. Lisansüstü eğitim öğrencilerine radyo-televizyon programcılığı dersleri verdi.

1981’de “Günlerin Getirdiği” programına devam ederken, Sedat Simavi Vakfı’nın “Kitle Haberleşmesi” dalındaki jürisinde TRT’yi temsil etti.

16 Aralık 1981 Çarşamba günü…

15 günlük iznini kullanacak, yeni yılın ilk günü TRT’ye bir kez daha veda edecekti. Genel Müdür Macit Akman’a vereceği istifa mektubunu hazırlamıştı. Bu kez nedeni farklıydı:

“Sayın Genel Müdürüm,

“Uzun süredir kurumda yapmakta olduğum prodüktörlük görevi, içinde bulunduğumuz ekonomik koşulların gerektirdiği ücreti ve yaşam standardını sağlamaktan maalesef uzak kalmaktadır.

“Bir yandan meslek sevgisi ve heyecanı, diğer yandan devletin ve toplumuma karşı yükümlü olduğum sorumluluk duygusuyla görevin sizlerin de sağlamış olduğunuz manevi destekle, bugüne kadar sürdürmüş bulunmaktayım.

“Ancak, yazılı basından gelen ve mesleğimi daha cazip koşullar altında sürdürme olanağı sağlayacak bir iş önerisini kabul etmeyi düşünmekteyim.

“Her şeyimi borçlu olduğum kurumum, bana görev önerdiği takdirde bugüne kadar birçok meslektaşımın yaptığı gibi, dışından ve gücüm yettiğince hizmet etmeye hazırım.

“Çalışmalarım sırasında göstermiş olduğunuz yakın ilgiye ve desteğe teşekkür eder, istifa dilekçemin yıllık iznimin bitiş tarihi olan 1.1.1982 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kabulünü emirlerinize arz ederim.

“Saygılarımla,

Uğur Dündar”

TRT’den ayrılmasına “Arabesk” programının yayından kaldırılması yol açmıştı. Bu yüzden TV Daire Başkanı Nedim Tekin’le anlaşmazlığa düşmüş, tatsızlıklar yaşamıştı.

Oysa…

“Günlerin Getirdiği”nde yayınlanacak olan “Arabesk Müzik ve Korsan Kasetçilik” progamı izlenebilseydi neler görülecekti?

“Önce sokakta yürüyen halkın arasından seçilen çeşitli insanların arabesk müzik konusundaki görüşlerini dinleyecektiniz… Bu seçilenler arasında, minibüs şoföründen, işçisine, memurundan serbest meslek sahibine kadar herkes vardı. Halkın görüşlerinden sonra bir güldürü koymuştuk. Yine sokaktaki insan tiplerini canlandıran Müjdat Gezen-Perran Kutman ikilisi arabesk üzerine fantezi yapacaklardı. Daha sonra müzik otoritelerinin görüşlerine yer verecektik. TV Daire Başkanı Sayın Nedim Tekin’in önerisi üzerine Nida Tüfekçi, Cüneyt Orhon ve Faruk Yener, Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü Doçenti Figen Berkay’la söyleşi yaptık” diyecekti Uğur.

Arabesk dünyası karşı çıkmıştı Dündar’a.

Hilelere, yolsuzluklara değiniyor, izleyiciye olanları anlatıyordu. “Mındıkoğlu” ve “Akıl Hastanesi” programları da izleyiciyle buluştuğunda Arabesk dünyasında olduğu gibi dokunulmazların tepkisini çekecekti.

16 Aralık 1981 günü ikinci defa istifa ettiğinde 11 yılı geride bırakmıştı…

Derken…

1982 yılının Kasım ayında Ankara’ya geldi, zamanın TRT Televizyon Daire Başkanı Kerim Aydın Erdem ile görüştü. TV ekranına geri dönüyordu:

“TRT’de magazin programları yapmayacağım. Ekranda onlardan var. Belgesel nitelikli programlar hazırlayacağım. Halkın her zaman konuştuğu, ülke yönetiminin çözmeye uğraştığı konular… İlk programın çekimine İstanbul’da başlayacağım. 1983 yılının ocak ayı içinde tekrar ekrandayım” dedi.

Plastik cerrahı Prof. Ali Nihat Mındıkoğlu Uğur Dündar’la kamera karşısına geçtiği programda, büyük paralar karşılığında, yasal olmayan cinsiyet değiştirme ameliyatları yaptığı ileri sürülünce Uğur:

“Bakın hocam… Size bir konuk getireceğim. Şimdi 23 yaşında olan bu konuğu siz 17 yaşındayken ameliyatla kadın yapmışsınız…” dedi, ardından stüdyonun kapısı açıldı kadın içeriye adım attı.

Mındıkoğlu, “şey, şey” dedi, öfkeyle yerinden fırladı, stüdyoyu terk etti. Programın ardından olay büyüdü, genel müdür Macit Akman, genel müdür yardımcısı Behçet Devay, Hukuk müşaviri Ahmet İşeri olaya müdahil oldu, ortalık 22 Ekim 1981 günü ancak sakinleşti.

Yine…

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde korkunç insanlık suçlarının işlendiği yolundaki haberler üzerine Uğur ekibiyle Dr. Faruk Bayülkem’in başhekim olduğu hastaneye gitti. Şok eden görüntülerle karşılaştılar. Kadın ve erkek hastalar çırılçıplak, kimi cinsel ilişki içinde, kimi mastürbasyon yapıyordu…

Her şey gözler önündeydi…

Hazırladığı “Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin Dünü ve Bugünü” başlıklı program, o utanç verici yaşamı belgeliyordu. Ne var ki program, yaşananlarda rolü ve çıkar ilişkisi bulunan, TRT Yönetim Kurulu Üyesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hekimi Profesör Ayhan Sungar tarafından sansüre uğratılacaktı.

Yılmadı Uğur…

1986 yılı başlarında konuyu bir kez daha ele aldı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne birkaç yıl önce Başhekim olarak atanan Dr. Yıldırım Aktuna, Nazi Almanya’sındaki toplama kamplarından farksız durumdaki tarihi hastanede devrim gibi bir değişim yaratmıştı. Öyle ki “Bunlar üzerlerinde giysi tutmuyorlar” denilerek camı-çerçevesi bulunmayan demir parmaklı koğuşlara (kadınlı-erkekli) çırılçıplak kapatılan hastaların uğraşıldığında herkes gibi giyinebildiklerini göstermiş, ilgisizlik nedeniyle umutsuzluğa kapılanların kendilerini kapatıldıkları izbelerde asarak intiharlarına son vermiş, bir yatakta birkaç kişinin kaldığı koğuşları modernize etmiş, kısacası bu devrimle orayı insanlık suçlarının işlendiği korkunç bir yer olmaktan çıkarıp Orta Doğu ve Balkanlar’ın parmakla gösterilen modern sağlık kurumlarından biri haline dönüştürmüştü.

Olanları şöyle anlatacaktı Uğur:

“Ben de bu devrim gibi değişimi ilk günden itibaren görüntüleyip ekrana getiren televizyoncu olarak tarihe bir belge bırakmak istemiş, hastanenin dünü ve bugününü anlatan bir belgesel hazırlamıştım. Fakat programın yayınlanacağı gün hiç beklemediğim bir gelişme olmuştu. TRT Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Ayhan Songar denetimi bizzat yapmıştı. Bunun özel bir nedeni vardı. Çünkü kendisi hastanenin utanç verici, insanlık suçlarıyla dopdolu geçmişinde sorumluluğu bulunan isimlerden biriydi.

“Programı izledikten sonra, ‘Hastanenin geçmişinin anlatıldığı tüm bölümler çıkarılsın’ talimatını verdi.

“Bunu duyduğumda kan beynime sıçradı. Yüzüne karşı söyleyebileceğim her şeyi, tek tek söyledim. Ve bir daha da televizyonculuk mesleğini yapmamayı göze alarak istifayı bastım, kapıyı vurup çıktım.

“Çıkış o çıkış...

“Cürete bakın; o gece programı makaslanmış, kuşa çevrilmiş haliyle ekrana verdiler. Birkaç gün sonra başta rahmetli Uğur Mumcu olmak üzere birçok köşe yazarı Ayhan Songar’ın acımasız sansürünü yazınca, yaşadığım olay ve benim TRT’den sansür nedeniyle istifa ettiğim duyuldu.”

Sonra…

TRT’den bir kez daha ayrılacak Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in davetiyle TRT’de makaslanan haber ve röportajları Hürriyet için yapacaktı. “Bağımsız olacak mıyım, siz bana bunun sözünü verin” dedi. Emeç’in yaklaşımı güven verici olunca teklifi kabul etti.

Şimdi bir yandan Sözcü Gazetesi’nde de aynı güvenceyle yazılarını sürdürüyor bir yandan da gözünün nuru televizyon yayıncılığını sürdürüyor. 

56 yıl öncesine, Esenboğa Havaalanına dönecek olursak…

Neslihan Gence 21 Haziran 1991 günü amansız hastalığa yenilerek aramızdan ayrıldı. Mehtap Uyguner, TRT’den ayrıldıktan sonra bir süre İstanbul’da sinema sektöründe çalıştı. Daha sonra Bodrum’da bir otelin sorumlu yöneticiliğini üstlendiğini öğrendik.

Işık Selen, Almanya’ya yerleşti. WDR’ de çalışırken, Ağustos 1977’de Mine Özdöl ile evlendi. Nikah şahidi Uğur Dündar’dı. Işık, Mine Özdöl’ün ilk evliliğinden olan oğlu Sinan’ı evlat edindi. 1972 doğumlu Sinan 14 Eylül 2025’de Almanya’da İç İstihbarat Başkanlığına atandı.

Uğur Dündar’dan ay farkı ile büyük olan bu satırların sahibi Selim Esen, TV Haberlerinden sonra Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’nda (RTYK) çalıştı. 1992’de emekli oldu. Ardından, Anadolu Ajansı’nda Görüntülü Haber Dairesi’ni kurdu, iki yıl başkanlık görevini yürüttü. 2004-2009 yılları arasında Kuşadası Öykü ve Şiir Günlerini düzenledi, edebiyat dergilerinde yazılar yazdı. 82 yaşında emekliliğin tadını yazarak sürdürüyor.

Uğur Dündar derseniz…

“Selim kısaca anlatılacak bir insan değildir. Üzerine roman yazılabilir, kitaplar yazılabilir. Bizim arkadaşlığımız 1970 yılında başladı. Televizyonun ilk kuşağıyız biz” diyecekti. (“Türk Medyası” konulu söyleşiden, Kuşadası Belediyesi Toplantı Salonu, 29 Ağustos 2012).

Hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı Uğur’un. Sürekli Türkiye’nin gündemindeydi. Hala da öyle…

Televizyon sevgisini kalbinden bir türlü atamadı.

Selim Esen
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler