Son Dakika

haydar-uzunyayla-aptallik-29012025140030.jpg


Başlıktaki sorunun daha iyi anlaşılması için sadece iki örnekle yetineceğim. Okuyucu isterse farklı veya benzer yüzlerce örnek listeleyebilir.

1-Hemen hemen hepimiz, hayatımızın günlük pratikleri içinde; evde-sokakta, devlette, çarşı pazarda, başkanın söylevinde, hocanın vaazında şu sözü duymuşuzdur: “Elbette bir bildiği vardır… Sen ondan iyi mi bileceksin!”

2-Ali Amca ailenin reisidir… Geleneksel reis kimliğine sahiptir ve öncüllerinden devraldığı kültürel oluşumla dört ya da birkaç yılda bir, elinde bir pusula ile sandığa giderek seçme hakkını kullanır. Ve yine aynı Ali Amca bütün karşı çabalara rağmen, 5’in yarısı 5 eder ya da 2 artı 2 eşittir 6 önermelerinin yanlışlığını hiçbir koşulda kabul etmez ve hayatına bu şekilde devam eder.

AYNİLEŞMEK

“Elbette bir bildiği vardır… Sen ondan iyi mi bileceksin!” yargısı toplumsal kusurumuzdur ve buradaki genel karakter büyük ölçüde çevre, eğitim, devlet, inanç ve geleneksel kültürel yapı üzerinden şekillenmiştir… İşçi-köylü, aydın, tüccar, mavi-beyaz, kırmızı- siyah pek farklılık göstermeden, hemen herkes bu genel karakter potasında yerini alır ve aynı düşünceye, aynı değerlere, aynı davranışlara sahip olabilecek ortak bir ölçü geliştirirler…

Daha anlaşılır ifadeyle söylersem: Ölçü veya kıstas, okumuş-okumamış, anlamış-anlamamış, siyah-beyaz ayrımında değil, tamamen her kesimin birbiriyle etkileşime girdiği koşullanma üzerinden oluşturulmuştur. Birey ve toplum burada kendini güdeni yüceltmeyi amaç edinerek, anlamayı, sorgulamayı, yeni bakış açısı geliştirmeyi bir gereksizlik, bir yük olarak görür ve bu varolma tarzı güdülmenin ve aptallığın en eski yasasıdır. Kendine zarar verme pahasına ilk günden beri devam eden bir antik yasadır bu ve şimdi anlıyoruz ki bu tür oluşumların alt yapısı, hakimiyet alanı oluşturan güç, -devlet, inanç ve benzeri sistemler- tarafından yaygınlaştırılır…

(İnsanlık tarihinin her döneminde toplumsal güdülme hep var olmuştur ama hiçbir dönem günümüzdeki kadar yaygınlık kazanmamıştı.

Kapitalizm ve ulus devletler çağında güdülme ve aptallaştırma neredeyse yaşamın normali haline gelmiştir. Modadan düşünceye kadar aynileşmek, benzer zevkleri paylaşmak, tatmak, benzer sesler çıkarmak, medya, dijital dünya, robotik zeka komutları vs. vs., insanları hızla güdülmeye yönlendirmektedir… Ekmek fiyatının neden yükseldiğini sorduğumuzda, “Elbette bir bildiği vardır da yükseltti,” diyen bir kitle aklıyla karşı karşıyayız.

Gücün büyüsü, korku, çıkar beklentisi ve gelebilecek şiddetin etkisiyle düşünmenin, yargılamanın köreldiği bir dünya ile iç içeyiz…

Uygulayıcının lehine oluşan bir işbirliğine tanık oluyoruz ve bu durum uzunca bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenerek devam ediyor. Her aptallık yeni bir aptallığa, her güdülme yani bir güdülmeye başlangıç oluyor…

Çünkü birey kendi yaşamında önceliği, “Elbet bir bildiği vardır,” dediği güce vermiştir.  Anlamayı kendi görüşü açısından değil, öncül olarak kabul ettiği gücün ilkeleri temelinde yürütür ve bu örnek bize bir şey daha öğretiyor: Güdülen veya aptallaştırılan biriyle konuştuğunuz zaman, aslında onunla değil, onu ele geçiren gücün arzusu ve özlemiyle, “Elbette bir bildiği vardır,” diye yücelttiği anıt kişinin söz ve düşüncelerini kopyalayan biriyle karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız…

İkinci örneğimizde ise Ali Amca, demokrasinin tanıdığı imtiyaz hakkı ile her defasında elinde bir pusula ile seçim sandığına gidiyor ve ne olursa olsun, yanlış veya doğru hangisidir, bakmadan, tartmadan hep aynı rengi kullanır. Hatta aileye, sokağa ve çevresine de kendi rengini kullanmalarını zorunluluk olarak öğütler. İşin feci yanı sonraki kuşaklar da onun miras bıraktığı geleneksel inanç ve eylem kalıplarıyla devam ediyorlar, çünkü onlar için doğru, Ali amcanın virüs gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öğütleri üzerinden anlamlı hale gelmiştir.

(Aslında demokrasiyi birkaç yılda bir elinde bir pusula ile sandığa gidip oy kullanmak olarak anlamlandırmak, demokrasiye cinayettir…

Daha uç noktada bir ifadeyle, bu düpedüz düşünen soran sorgulayan, hak-adalet arayan bu uygulama bizzat devletler ve yöneticileri tarafından teşvik edilmektedir. Yani devletler veya hakimiyet alanı oluşturan güçler aptallaştırmayı yaygınlaştırmada başat rol oynamaktadırlar. Çünkü güç aptallığa ihtiyaç duyar.. Kullanışlı aptallar onların işini kolaylaştırır.

Kutuplaştırmak, kışkırtmak, saldırtmak için değişime ve gelişmeye kapalı bir taraftar kitleyi özellikle oluştururlar ve birçok şeyde olduğu gibi burada da güç ile aptallık arasında, gücün lehine muazzam bir denge oluşturulur.

5’in yarısı 5 eder ya da 2 artı 2 eşittir 6 örneğinde ise koşullanma ve önyargının insan aklını nasıl işlevsiz hale getirdiğine tanık olmaktayız. Ali amca akıl yürütme yeteneğini, daha baştan itibaren “Elbette bir bildiği vardır,” kıymetini yüklediği güce teslim etmiştir ve koşulsuz bir kabullenme ve yanlışı onaylama içine girerek kendini reddetmiştir.

Bu ayrıntının anlamı şudur: Eğer birey nesnel gerçeklik dışında bir şeye inanmaya zorlanmışsa, onu yanlıştan çekip doğruya çıkarmak kolay değildir. Karar, eylem ve gerçeklik gerektiren herhangi bir durumla karşılaşıldığında, geçmişin önyargıları ve çağrışımları devreye girerek, bireyin doğruya ulaşmasını etkisiz hale getirmektedir… Ona, “Hayat senindir; soluduğun hava, içtiğin su senindir,” demek beyhude bir çabadan öteye geçmez.

Yukarıdaki örnekler bize öğretilmiş toplumsal aptallığın nasıl bir tuzak olduğunu açık şekilde göstermektedir…

Birey en başta kuşku duyma yeteneğini yitirir.  Peşinden koşulsuz bir itaat ve “elbet bir bildiği vardır,” yargısını geliştirir. Sonra da kendisini bir anda, nereye gideceğinin, nasıl yapacağının, hayatın kendisine neler katabileceğinin farkına varamadığı derin bir kuyuda bulur…

Deney, kuşku, bilim, felsefe ve deneysel düşünmeyi ön plana çıkarmak gerekiyor.  Neden Pazar günü çalışılmaz veya Cuma öğleden sonra bütün dükkânlar neden kapatılır tezinin doğruluğunu-yanlışlığını sorgulayabilecek akıl yürütmelere ihtiyacımız vardır.

Aptallığın heykellerine tapınmak yerine, karşıt iki önermeyi yan yana getirip üzerinde bütünlüklü bir değerlendirme yapmak en iyisidir, diyerek konuyu noktalayalım…

Haydar Uzunyayla

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM