Son Dakika

unsal-cankaya-fotograf-23122024123215.jpg


Henüz salgın haberleri yoktu dünyada, 2019 yılı aralık ayında ağabeyim:” Gözümde bir sorun vardı, meğer kafamda bir tümör varmış, baskı yapıyormuş” diye aradığında aklımız gibi kendimiz de uçup gitmiş, Kocaeli’de operasyonu yapabilecek ve umut verecek bir doktor bulup, yatırmıştık hemen hastaneye. Bir operasyonla iyi olacak sandığımızda henüz akciğeri saran bir tümörün beyne de ulaştığını bilmiyorduk. Operasyon sonrası gözü rahatlayınca evimizde kaldı bir süre, sonra Gebze içinde bir hastane, ışın tedavisi… Kemoterapi planlandı akciğerdeki hasar boyutu da anlaşılınca. Beyhude olduğunu biliyorduk hepsinin. Son evreden döneni olmamış daha. O da zaten hastanede kalmak istemedi, ayağı sakat bir yavru olarak bulduğu Minik adını koyduğu kedisini özlemiş ve onunla olmak istemişti son aşamada. Ocak sonu döndüydü Eskişehir soğuklarına. Sonra her gün görüntülü görüşme ile moral alışverişi yaptık onunla. Ağabeyim iyiyse, iyiyim burada. Bugün o düne göre daha iyi. Tabi ben de. Hem burada da güneş çıktı ortaya, onun gözüne değiyorsa balkonda, benimkine kalbimle. İyi ol, iyi olacağım diyor ısıtırken içimi. 18 Şubat 2020.


Canımız saydığımız biri hasta ise bakımlı olmak neredeyse ayıptır, kendime bakmak aklıma bile gelmedi gerçi, işte tam da bu fotoğrafla saptadım hâlimi, kumral saçlarım beyazladı ve uzadı bu arada.
Fakülte ve staj arkadaşım Semihat bu fotoğrafı gördüğünde “Ünsal' cığım, saçlarındaki aklar Türkiye'yi ve tüm zorlukları anlatıyor, ancak gözlerindeki, bakışlarındaki ışık bambaşka bir dünyaya ait; yıllarca emek verilerek elde edilmiş bilginin, kültürün, insanı insan yapan emsalsiz özelliklerinin, şiirsel aklının dışa vurumu gibi geliyor bana. Gözlerin yarınlara ait umut taşıyor hâlâ” yazdı altına. Ona; “Canımsın!” demiştim. “Kalbin her zaman güzel görmeyi bildi. Her çizgimi seviyorum... Hepsinde yaşadığım yılların acı ve anıları var, aydınlık bir yarına inanmak umudumuzla besli.“ 19.2.2020.

Hava üç gündür berbat. Yağıyor, esiyor, savuruyor her şeyi. Ama temizlenmiyor. Dışarı çıkamıyorum. Eh, Eskişehir de buradan geri kalmıyor soğuk ve yağmur yönünden. Ben de ağabeyim de battaniye altındayız, televizyon karşımızda. Bu aralar haber filan izlemek akla ziyan. Kalbe yük. Savaş kapıda. Şehit haberleri bizim için "Bu dayanılmaz yoğunlukta bir acı, aileleri nasıl taşır bu acaba?" diye düşünmek, kendi halimizle üzülmek. Kimi bu acılara basa basa sağlamlıyor koltuğunu. Ailelere de “Sevinin, şehit ailesi oldunuz nasıl olsa!” diyor konuştuğunda... Faşizm değişmez, unutmayalım, kan ve can almayı sürdürüyor o ırkçılık, cinnet maskesi altında, en son Almanya'da hortladı, katliamla. Buralarda vaka olarak alışılagelmiş olaylar arasında sayılır oldu faşizmin adiliği. Şiir kurtarır ruhu. Direnç verir. Yine sığındım ona. Minicik bir haikuyla: Sesimizi yel/Alıp taşır yokluğa /Unutmak için.

HAİKUMSAL ACILAR

Sesimizi gün
Isıtıyorsa her gün
İnsanlık için

Kullanmayalım diye
Kısmak isterler bir gün.

Yele veririz
Ele vermek yerine
Kalpte olanı

Uçurumlar içinde
Yankılanır kördüğüm

Sesimizi yel
Alıp taşır yokluğa
Unutmak için

Çekilen acıları
Gizleyemez tınısı.

Gebze, 21.2.2020. Nüve güzelse meyvesi de güzel olur diyorlar. Oldu galiba. Büyüdü, olgunlaştı. Haikumsal üçlü ikilik ek diziyle tanka oldu, onlardan üçü de bir araya geldi ve tek başlıkta bir bütün. Şiir oldu galiba. Bunları toplayıp, sadece haikumsallar başlıklı dosyayı düzenlesem başlamak bitirmenin yarısı olacak... Hayırlısı... Önce sağlık. Hafta sonuna uykusuz giriyorum, uyuyakalıp, uyanınca çok sevinsem diyorum. Bir plân yapmadım güne. Plân yapıp, gelse oğul, sevinsem diye düşündüm şimdi. Neyse... Önce uyuyup uyanalım da... Her şey güzel olur bir gün. 22.2.2020.

“Her acı bir yıldız oldu saçlarımıza. Yüzümüze bir çizgi. Umudun umutsuzluğa doğru dengesinin bozulduğu günlerdeydik. Haklı değil güçlüydü ağır basan taraf. Alıp gittiydi canımın içi ağabeyimi. Cüce Şubat yüzünden bir ay bile dolmadan.” yazdım 19.2.2021 günü.
Bir yıl geçmişti ve artık pandemi yasakları sürüyordu hâlâ.  “Hiçbir şeyin gönlümüzce olmadığı zamanlar... Geçecek elbet! Çünkü karanlık en koyu zamanında.” demiştim sonraki yıl. (Çünkü önceki mart ayında küçük kardeşim Ali’yi kovit vurmuştu, altı ay yoğun bakım sonrası epey hasarlı bir bedenle tutunmuştu yaşama.) “Üç yıl önce, iki yıl önce… bir yıl önce... Hepsini silip en ağırı benim dedi bu şubatın vurgunu... 6 Şubat günü deprem binlerce insanın canını aldı, milyonlar evsiz kaldı...” yazdım tarih 19.2.2023 olduğunda*
“Ve bu yıl... Şubat en büyük darbelerden birini daha vurdu. Ali kardeşimi aldı bizden. Ne kadar erken. Çaresiz kalakaldık kederimizle.” Dedim 19.2.2024 gününe geçtiğimiz ilk dakikalarda. Altına okuduğum kitaptan alıntı ekledim sonra. “42/ Bazen hiçbir şeye yetecek gücünün kalmadığını, iç ırmaklarının yatağına çekildiğini ve bir kuraklık ikliminin bedenini sardığını hissediyor insan. Sonra öyle bir altüst oluş yaşıyor ki, yeni takvimin yapraklarını çevirdikçe geçmişin nasıl da eskitilmiş bir anıya dönüştüğünü görüyor." Çekirdek Zaman Durakları. Rahmi Emeç’in. O ağabeyimin çalıştığı İstikbal Gazetesi matbaa günlerinden arkadaşı, o yıllarda gazeteci Eskişehir matbuatında.

Madımak yangınından yanık bir bedenle kurtulan Lütfiye Aydın: “Sevgilerimi gönderiyor, sabır diliyorum can kardeşim. Bizim ne yorgunluk lüksümüz var ne de umutsuzluk, biliyorsun. O acı da her büyük acı gibi kanıksanacak, yüreğimizin görünmez bir güzel yerinde duracak biz yaşadıkça. Kendimden biliyorum.  Sevgiler, iyi geceler.” diye yazdı beş dakika sonra. “Öyle olacak…” dedim ona, “Denk düştü zaman, Rahmi Emeç kitabındaki cümlelerin çarpışıyla. Ne çok benzer acılar yaşıyoruz da herkes kendi yarasıyla kanıyor ya da alışıyor akıp giden hayata.” Bir alıntı daha aldım okumaya devam ettiğim kitaptan, duyguları kendimiz yazamadığımızda başkaları yazmış olabiliyor anlamında. 
"153/ "Anısız kalmamak içindi" diyor, bir gölgeyle sağlamasını yaparken eski günlerinin; papatyanın yapraklarını koparır gibi sırayla yaşanmışlığını geçiyor bir bir; biliyor, son anı niyetine yaprak bitecek ve tenhalık kalacak geriye…
İşte koca bir yıl bitmek üzere…  Bu yazıyı gözden geçirmek üzere geldim bu kez fotoğrafın altına. Sağdı ağabeyim. Ona umut olsun, beni düşünmesin için özçekim yapıp yolladığım ak saçlarım… Uzunmuş o yıl biraz, sonra daraldıkça için kırptırdım onları kuaförde… Sıfıra vurdurmak bile geçti içimden salgında, kara gözlü kardeşimin sağlığı her zora girdiğinde… (Minik Kedi de gitti 2023 yılında.)
Şimdi… Kısacık yine. Artık herkes kendinin berberi ya da kuaförü… Yeter ki elinden iş gelsin azıcık, makası şıkırdatmak bile gerekmiyor makineye santim ayarı işaretlerken… Son kesimi oğul yaptı elleriyle. Yılın en uzun gecesi için bir şiir yazmıştım bir tarihte. Tuna Dergi 10. Sayı içinde 2021 yılında yer buldu, Viyana çıkışlı bir dergiydi. Onu da ekleyip bağlayalım bu yazıyı bugün.

Saçlarımdan Öldüm Biliyor musun?

Yılın bu uzun gecesinde
Yoğunlaşınca yürekte ağırlığı
Dayanılmaz olunca
Ölsem diyorsun, ölsem, kurtulsam
Biter mi acı?

Denemeye cesaretin olmuyor
Cesareti sınamanın yolu değil ölüm diyorsun
Yaşamak daha zor, başar bunu, başarabileceksen
Asıl cesaret bu diyorsun.

Vuruyorsun duvarlara
Yumrukların parçalanıyor
Bakıyorsun yetmiyor
Biraz daha ölmek lâzım!
Biraz daha ölmek lâzım!
Biraz daha tüketmek acıları.

Kıyıp atmak istiyorsun
Yüreğini, çıkartmak zor geliyor
Parça parça ölmek en iyisi diyorsun.
Üstelik
Üste bedel ödeyip
Saçlarından ölüyorsun.

Ben saçlarımdan öldüm biliyor musun? -Gebze, 21.12.2006.

Fotoğraf Altı Yazılar sürecek böyle. Çünkü bir tür günlük ama duyguların günlüğü daha çok, aynı güne denk gelen zamanlarda.  Gebze, 21.12.2024

Ünsal Çankaya
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler