Atatürk’ün Mersin gezileri / Prof. Dr. Onur Bilge Kula
Atatürk'ün Mersin'e özel ilgi göstermiştir diyeceğimiz üç gezisi, hem ekonomik hem siyasi hem kültürel açıdan ayrı ayrı önem taşımaktadır. Özellikle ölümünden 7 ay önce yaptığı son Mersin gezisi duygusal bir özelliktedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Mersin ve yöresine on kez gelmesi, O’nun bu kente büyük ilgi duyduğunu, bu kentin ve çevresinin her bakımdan gelişmesini sağlamak istediğini gösterir. Atatürk’ün bu gezileri sırasında öne çıkardığı konular ve yaptığı konuşmalar, Mersin’in kültürel belleğini biçimlendirdiği gibi, düşünce dünyasını ve amaçlarını da açıklar. Mithat Toroğlu’nun aktarımıyla, Atatürk 17 Mart 1923’te Mersin ziyareti sırasında yolda gördüğü gösterişli yapıların kime ait olduğunu sorar. Gösterdiği yapıların hiçbirinin bir Türk’e ait olmadığını öğrenince, “Peki, bunlar bu binaları yaparken siz ne yapıyordunuz?” diye sorar. Orada bulunan bir köylü, “Paşam, biz o zaman Yemen’de askerlik yapıyorduk” diye yanıtlar. Bu anlamlı yanıt nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa bir an düşünür ve hiç yanıt vermez. ([1]) Yine bu gezi sırasında bir Arap kız “Suriye’deki hemşerilerimizi de kurtarın Paşam!” der. Atatürk, derin görüsünün ürünü olan şu anlamlı yanıtı verir: “Her millet mukadderatını kendisi tayin eder.” Atatürk’ün dil duyarlılığını gözeterek, bu önemli belirlemeyi, güncel Türkçeye şöyle aktarmak olanaklıdır: “Her ulus, öz yazgısını kendisi belirler.” Ünlü filozof Hegel’in Tarih Felsefesi yapıtında vurguladığı gibi, öz yazgısını belirleyen ve ilerleme gerçekleştiren bir ulus, dünya tarihi içinde bir yer edinir. Buna karşın, ilerlemeyip yerinde sayan bir halk tarih yaratamaz. Dolayısıyla da dünya tarihi içinde yer alamaz. Atatürk her zaman olduğu gibi, bu gezisinde de övülmek ve özel ilgi görmek istemediğini de duyumsatır. Örneğin, Belediye Bahçesinde kalabalığın ortasına, kurulan bir yükselti üzerine konulan süslü koltuğa oturmak yerine, halkın arasında tahta sandalyede oturmayı yeğler. Yine bu gezi sırasında Dr. Reşit Galip, Atatürk’ü övmek yerine, düşünsel içeriği belirgin olan güzel bir konuşma yapar. Konuşmasında Atatürk’e “Büyük bir adamsınız; ama asıl büyüklüğünüz, ‘ben bu ulusun bir bireyi olmakla övünürüm’ demiş olmanızdır” der. Bu sözler, Atatürk’ün çok hoşuna gider ve Reşit Galip Bey’i önce milletvekili, sonra da eğitim bakanı yapar. Atatürk Mersin kıyılarını gezmek için motora binerken Atatürk bu gezisi sırasında Mersinlilere yaptığı konuşmada şu konuları öne çıkarır: “Mersinliler, kentiniz Türkiye’nin en önemli ticaret noktasındadır. Bunu değerlendirmeye zorunlusunuz. Memleketinizin gerçek sahibi olunuz. Ekonomik utkularla taçlandırılmayan politik utkular kalıcı olamaz.” Bu sırada gençlerle yakından ilgilenen ve onları dinleyen Atatürk “gençlere yurdun, Türk Ocağı’na dönüştürülmesini” önerir ve bu dileği yerine getirilir (Ali Çiftçi 2021, s. 183- 185). Atatürk Mersinlilere yaptığı konuşmasında ayrıca şu noktaların altını çizer: “Memleketinize sahip olabilmek için, yeni çok önemli çalışma aşamasına giriyorsunuz. Geçmişte maruz kaldığınız yoksunluklardan çektiğiniz elemler, azaplar büyük olmuştur. Muharebe meydanlarında değerli evlatlarımızın süngü ve silahlarının zaferi yeterli değildir. Bu zafer ve başarı çok büyüktür. Ancak gerçek refah ve mutluluğa malik olabilmek için asıl bundan sonra çalışmak lazımdır. Sizin için zafer ve ilerleme sahası ekonomi ve ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız çok çalışmaya zorunlusunuz. Aksi takdirde memleketin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile kimseyi inandıramazsınız.” Atatürk’ün de özenle vurguladığı gibi, çalışmak ve üretmek, var olmanın, özgür ve bağımsız olmanın ve uygarlaşmanın önkoşuludur. Mersinliler de bu ilkeyi gerçekleştirmeye uğraşmaktadır. 25 Ocak 1925’ta trenle Mersin’e gelen Atatürk’e, Mersin’de lise açılması, liman yapılması, Mersin-Silifke asfaltının yapımı ve Ziraat Bankası’nın çiftçiye daha fazla kredi vermesi gibi konular aktarılır. Atatürk, dile getirilen konuların gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak yetkililerle görüşeceğini, özellikle limanın mutlaka yapılması gerektiğini dile getirir. Semihi Vural’ın aktarımıyla, Atatürk bu gezisinde, Mersin’de bir çiftlik kurmak ve bu çiftlikte “Türk ulusuna, örnek çiftçinin ne olduğunu göstermek” isteğini dile getirir. Orada bulunanlardan birinin önerisi üzerine, ‘vergi borcu’ nedeniyle, Milli Emlak’a geçen çiftliği satın alır. Atatürk, satış ihalesine katılabilmek üzere, Sadık Taşucu’na 10 Mayıs 1925 tarihli vekâletname göndererek, ihaleye katılmasını sağlar. 36.000 TL karşılığında 12000 dekar olarak Tapu Siciline geçen çiftliği satın alır. Bu çiftlikte modern araç-gereçlerle ve cins hayvanlarla çiftçilik yapabilmek için gerekli ortam ve koşullar yaratılmasını çok önemser. Atatürk’ün amacı, çağdaş araç-gereçler kullanarak, tarımsal üretkenliği, dolayısıyla da ülke kalkınmasını güçlendirmektir. Tarımsal gelişmeyi, endüstriyel ilerlemenin temeli olarak gören Atatürk, 1935’te Tarım Kredi Kooperatifini kurar ve 1 numaralı üyesi olur. Türk Kooperatifçiler Birliği tarafından her yıl Kooperatifçilik Bayramı burada kutlanmaktadır. Böylece, Türkiye’de ilk Tarım Çiftliği ve ilk Tarım Kredi Kooperatifi, Atatürk’ün yönlendirmesiyle Silifke’de kurulur. Ata’nın bir tarım aracı/traktör üzerinde görüldüğü fotoğraf da Silifke/Tekir Gazi Çiftliği’nde çekilmiştir. Atatürk, Silifke’ye Şubat 1935’te, dördüncü gelişinde manevi kızı Ülkü ile Çiftlik evinde iki gece üç gün kalır. Gazi Çiftliği, Atatürk’ün buyruğuyla, 1935 yılında kurulan Tarım Kredi Kooperatifi’ne devredilir. Toprakların bir kısmı tarım yapmak isteyen köylüye verilir. İçindeki yapı da ilkokula dönüştürülür. Bu çiftlik, 1938 yılında devletleştirilir. Atatürk’ün, Mayıs 1926’da yaptığı geziden anlaşıldığına göre, Büyük Önder, Adana ve Dörtyol’da da çiftlikler kurmuştur. Atatürk 1931’de yaptığı gezisi sırasında Silifke’de yetkililerle görüşen Gazi, çiftliğine gider. Gece geç saatlerde, güç hava ve yol koşullarında çiftlikten Silifke’ye dönülür. Akşam yemeğine çağırılan Silifkeliler, Gazi’nin gecikmesi üzerine, Gazi’yi beklemeden yemekleri yiyerek evlerine gider. Yetkililer yoktur; Gazi’nin canı sıkılır. Gece yarısı Taşucu’na gidilir ve Mersin’e hareket edilir. 12 Şubat 1931’de Mersin’e gelinir. Atatürk, Vilayeti, Belediyeyi ve CHP merkezini ziyaret eder. Bu sırada salona Girit mübadillerinden bir kişi girer. Elindeki dilekçeyi uzatır; derdini anlatmak ister. Atatürk, nereden geldiklerini sorar. Adam, Girit’ten Şam’a gittiğini, orada iki yıl kaldıktan sonra Mersin’e geldiğini ve beş yıldır da burada bulunduğunu, fakat kendisine hakkının verilmediğini, Rum şivesi ile ve bozuk bir Türkçeyle anlatmaya çalışır. Gazi: “İki yıl Şam’da bulundum diyorsun, Arapça öğrenebildin mi?” Yanıt: “Pek mükemmel öğrendim” olur. Türkçenin ulusal iletişim dili olarak kullanılmasını çok önemseyen Atatürk “O halde önce Türkçe öğren, sonra hak iste” der. Bu tümce, Atatürk’ün Türkçenin tüm Türkiye’de ortak iletişim dili olmasına, her türlü düşünceyi anlatma yeterliliği kazanmasına ilişkin duyarlılığını gösterir. 21 Şubat 1935’te Mersin’e gelen ve önce Silifke’de çiftliği gezen Atatürk, şehre çıkmaz. Bu gezi sırasında Atatürk’ün, Müftü Abdullah Gökçel Efendi ile söyleşisinin bir bölümünü, torunu Uğur Ersoy şöyle aktarır: “Müftü Efendi, bu Mussolini fena halde canımı sıkıyor. Ülkeye tam huzur gelmişken, kalkınma hamleleri başlamışken, bu adamın bir delilik yapmasından korkuyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Eminim siz de uyuyamıyorsunuzdur.” Atatürk’ün bu belirlemeleri hem O’nun ırkçılık karşıtlığını, hem de ırkçılık ve buna dayanan faşizmin ne tür yıkımlara yol açabileceğine ilişkin öngörüsünü ortaya koyar. Atatürk Mersin Viranşehir harabelerinde denizi seyrederken Doğu ve Güneydoğu Anadolu gezisinden dönerken M. Kemal Atatürk, 19 Kasım 1937 Cuma günü saat 15.00’de trenle Mersin’e gelir. Otomobille, yapımı bitmiş olan Vali Konağı’na gidilir. Konağın planları ile Profesör Jansen’in hazırladığı şehir imar planını inceleyen, planlı kentleşmeyi ve kent estetiğini çok önemseyen Atatürk, bu planın dikkatle uygulanması gerektiğini belirtir. Atatürk döneminde özellikle Ankara, kent estetiğine ne denli önem verildiğinin somut örneğidir. Atatürk 20 Mayıs Cuma günü saat 13.30’da trenle Mersin istasyonuna gelir. İstasyonu ve meydanı dolduran Mersinliler, tüm okullar, askeri birlikler, kurum ve kuruluşlar “Hoş geldiniz Aziz Atamız” sesleri eşliğinde, alkışlar ve sevgi gösterileriyle karşılar Atatürk’ü. Atatürk, Viranşehir’de Pompeiopolis harabelerini gezer. Bu sırada köylülerden biri Atatürk’ü tanır; elini öpmek ister. Atatürk elini vermek istemez. Köylü, “Benim ahdim var, senin elini öpmeden bir adım bırakmam” diye ısrar eder. Atatürk “Çocuklar, bu kubbede kalan meğer yalnız bir hoş sada imiş” der. Bu tümce, Atatürk’ün Anadolu halkının değerbilirliğinden ne denli hoşnutluk duyduğunun anlatımıdır. Atatürk’ün Mayıs 1938’de gerçekleştirdiği son Mersin gezisinde, Pompeipolis’i ziyaret etmesi, Büyük Önder’in Anadolu kültür birikimine verdiği önemin bir göstergesidir. Atatürk’ün kavrayışı uyarınca, tarih, kültür, ulus ve dil arasında karşılıklı bir belirlenim ilişkisi vardır. Ege uygarlığının Anadolu kültür birikimiyle ilgisi, Atatürk’ün araştırdığı başlıca konulardan biridir. Bir örnek, bu ilgiyi açıklamayı kolaylaştırabilir. Atatürk, Alman araştırmacı Gustav Glotz’un ‘Ege Uygarlığı’ kitabını okur ve bu kitapta yer alan şu tümcenin altını çizer: “Eski dünya, Romalılaşmadan, Yunanlılaşmadan önce Egeleşmişti.”([2])Bu kitapta Anadolu’nun doğal ve kültürel koşullarının yanı sıra, Doğu etkilerinin de Antik Yunan ya da Helen kültürünü biçimlendirdiği vurgulanır. Atatürk ‘Ege Uygarlığı’ adlı kitabın ‘Akdeniz ve Ege’ bölümünde yer alan şu görüşleri öne çıkarır: “Akdeniz kıyılarında ortaya çıkan uygarlık geleceğin uygarlığı durumuna gelecektir… Akdeniz, insanlığın yazgısını biçimlendirecek bir etkiye sahip olacaktır. Dünyanın üç kıtası, birbirine yaklaşacak ve Akdeniz’in sularında yıkanacak ve halklar da bunları ayırt etmeyi öğrenecektir.” Anadolu ve Akdeniz çevresi, Ege uygarlığının üzerinde yükseldiği bölgedir. Atatürk, Hasan Cemil Çambel’e yazdırdığı ‘Ege Uygarlığının Kökenine Genel Bir Bakış’([3]) adlı yazısında şu görüşleri geliştirmiştir: “Ege uygarlığı, insanlık tarihinin genel gelişme sürecinde en önemli ve zengin kültür aşamalından biridir ve İyon uygarlığının anasıdır.” Atatürk’ün burada yer alan belirlemesiyle, Grek uygarlığının kökeni, “Ege uygarlığının doğurduğu İyon uygarlığıdır.” İyon uygarlığıysa, “Ege uygarlığı kalıtlarının, Batı Anadolu’da Eti uygarlığı temasında yeniden yükselen uygarlıktır.” Eski görkemli uygarlıklar “tohumlarını asıl uygarlık ocağı olan Anadolu’dan” almıştır. Ege uygarlıklar tarihi, “uygarlıkların etkileşimi”, benzeşmesi ve ayrışması gibi olayların incelenmesinde önem taşır. Uygarlıklar, “birbirini izleyen bir zincirin” halkalarıdır. Uygarlık ya da kültür kavramına ilişkin bu belirlemeler son derece tutarlıdır ve nedenle de önemlidir. ‘Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk Devrimleri’([4]) kitabımda Atatürk’ün, Anadolu ve Ege uygarlığı kavramlarına ilişkin görüşlerini ayrıntılı olarak irdelemeye çalıştım. Bu kitabımda vurguladığım gibi, Atatürk bu bağlamda Alman filozof Johann Gottfried Herder’in ‘İnsanlık Tarihinin Felsefesine İlişkin Düşünceler’ ([5]) adlı kitabından söz eder. Kültür felsefesinin de kurucusu olan Herder de bu kitabında Anadolu’nun uygarlıkların beşiği ve Helen uygarlığının da geliştiği ülke olduğunu dile getirir. Atatürk’ün bir başka Alman bilimci Walter Wilhelm Goetze’ye dayanan belirlemesiyle, insanlık kültürü büyük bir bütün üstünde yükselir. Atatürk’ün vurgulamasıyla, Ege uygarlığını kuran Ön Asyalılar, Türklerin atasıdır. Bu son gezinin en önemli özelliği, Atatürk’ün dile, Türkçeye verdiği önemi çok açık biçimde ortaya koymasıdır. Dile ilişkin 250’den fazla kitap okuyan ve sözlük inceleyen Atatürk, yemeğe katılanlarla yaptığı konuşmada Türkçe ve sözcüklerin kökenleri üzerine görüşlerini açıklar. Bu akşam yemeklerinden birinde “Türk dili o kadar geniş ve zengindir ki, ben dört sene aralıksız olarak bu konu üzerinde çalıştım ve çalışmaktayım. Eğer bu çalışmamı başka bir bilim alanında yapmış olsaydım, şimdiye kadar o bilimin bilgesi olurdum. Hâlbuki dil sorununun henüz eşiğindeyim. Fakat itiraf edeyim ki 14 sene daha çalışsam zevkine doyamayacağım” der (Mithat Toroğlu’dan aktaran Semihi Vural, 17 Mart 1941 günü Halkevindeki konuşması).([6]) Bu belirlemeler, dil ile düşünce, dil ile bilgi geliştirme ya da bilim, kültür ve dil arasındaki karşılıklı belirlenim ilişkisini, diyalektik bağı ortaya koyması bakımından son derece önemlidir. “Dil Felsefesi Açısından Atatürk’ün Dil Kavramı ve Dil Devrimi”([7]) kitabımda serimlemeye çalıştığım gibi, Atatürk’ün bir dilbilimci duyarlılığıyla ve bilinciyle dil sorunuyla ilgilenmesi, birçok bakımdan yaşamsal önem taşır. Birincisi, dil, bir halka, bir topluluğa ‘ulus bilinci’ kazandırmanın en belirleyici dolayımıdır. Dil, ulus bilincini güçlendirir, yetkinleştirir ve böylece ulusun varlığını süreklileştirir. İkincisi, bir dil, o dili öz dili olarak kullanan, bir başka deyişle, o dil ile konuşan ve yazan kişiler, neyi düşünebiliyor, neyi duyumsayabiliyorsa, onu anlatır. Dolayısıyla, yetersizlikten söz edilince, bir dilin yetersizliğinden değil, o dili konuşanların ve o dilde yazanların yetersizliğinden söz edilebilir. Üçüncüsü, dilin biriktirdiği, taşıdığı ve aktardığı kültür, bir topluluk oluşturan insanların her türlü duyumsama, düşünme ve bunları dile dökerek başkasıyla paylaşma, eylemleriyle oluşur; iletişim ve eşgüdüm ve birlikte üretim sürecinde gelişir. Kültürü oluşturan bütün bu eylemler ve edimler, dil dolayımında gerçekleşir ve dil ile aktarılarak, kültür kalıtını, kültürel belleği oluşturur ve böylece anımsama kültürüne ortam hazırlar. Burada bir noktayı özellikle vurgulamak isterim: Dile ve kültüre ilişkin yaptığım belirlemeler, bütün diller ve kültürler için geçerlidir. Kültür ve uygarlık gelişimi açısından, Atatürk’ün Dil Devrimi’nin önemi son derece açıktır. Özellikle Aydınlanma karşıtlığının ve dinci gericiliğin son yıllarda giderek artan ölçüde Dil Devrimi’ne saldırmasının nedeni, Dil Devrimi ile başlayan ve giderek yoğunlaşan düşünme, eleştirel düşünme yetkinliğinin ve eleştirel aklı kullanma bilincinin gelişmesidir. [1] Ali Çiftçi (2021): ‘Milli Mücadele Döneminde Mersin ve Havalisinde İz Bırakanlar’; 2. Baskı, Aralık 2021, Mersin Büyük Şehir Belediyesi [2] Anıtkabir Derneği (yayımlayan): ‘Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar’; II. Cilt, s. 239- 285 [3] Atatürk’ün bu yazısı, Hasan Cemil Çambel tarafından Birinci Türk Tarih Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur. Bakınız: ‘Atatürk’ün Bütün Eserleri’; çilt 25, s. 365- 377, İstanbul [4] Onur Bilge Kula (2018): “Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk Devrimleri”; Tekin Yayınevi, İstanbul [5] Johann Gottfried Herder (1982): “Ideen zur Philosophie der Geschichte der Menschheit”; Carl Hnaser Verlag, München- Wien. [6] https://www.yumuktepe.com/ataturkun-mersini-son-ziyareti-semihi-vural/ [7] Onur Bilge Kula (2025): “Dil Felsefesi Açısından Atatürk’ün Dil Kavramı ve Dil Devrimi, Bilgesu Yayıncılık, Ankara Prof. Dr. Onur Bilge KulaATATÜRK’ÜN MERSİN GEZİLERİ DİL-KÜLTÜR ANLAYIŞI VE ANIMSAMA KÜLTÜRÜ
ATATÜRK’ÜN MERSİN GEZİSİ (OCAK 1925) ve SİLİFKE’DE ÇİFTLİK KURMASI
ATATÜRK’ÜN 1931- 1937 ARASINDA YAPTIĞI ÜÇ GEZİNİN ANIMSAMA KÜLTÜRÜ AÇISINDAN ÖNEMİ
MAYIS 1938 ONUNCU ve SON GEZİSİ: ANADOLU, EGE UYGARLIĞININ OCAĞIDIR
ATATÜRK: SON DÖRT YILDAN BERİ ARALIKSIZ OLARAK TÜRKÇE ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM
Gercekedebiyat.com