turk-dansoz-gercek-edebiy-17032025125932.jpg


 1950’li yıllara kadar Ankara’nın eğlence anlamında nabzını tutan üç mekân vardı: Ankara Palas, Karpiç Lokantası ve Gar Gazinosu. Bu mekânlar, dönemin Avrupaî kültür ortamının yaratılmasında baş rol oynadılar.

Ulus’ta ikinci meclis binasının karşısında yer alan, eski adı Ankara Vakıf Oteli olan Ankara Palas’ın, hizmete girişinin 22. yılıydı. Otel bölümünün yanı sıra, üç farklı salonu ve alt katta pavyon olarak hizmet veren kısmıyla kentin batılı anlamda ilk sosyal kulübü sıfatını taşıyordu.

Cumhuriyet balolarıyla başlayan eğlence etkinlikleri 1950’de pek çok yerli ve yabancı orkestranın düzenli programlarda yer almasıyla ünlendi, yaz aylarında bahçede cazbant gösterilerine dönüştü.

1955 yılında…

Ankara Palas’ın pavyon kısmının arkasında bulunan küçük odalardan birine çırılçıplak bir kız girdi, elindeki uzun, kırmızı eldiveni masanın üstüne attı, yorgun bir tavırla aynanın önündeki iskemleye oturdu.

Burası artistlerin soyunma odasıydı ama, kız yalnız burada değil, salonda müşterilerin önünde de soyunuyordu.

Adı Colette Jerry’di…

 

21 yaşında, uzunca boylu, sarışın Fransız’ın güzel bir vücudu vardı. İnceydi, zayıf sayılmazdı. Siyah gözlerinden şeytanlık saçılıyordu. Yanağındaki küçük ben, ayrı bir güzellik veriyordu… Striptease uzmanıydı. Müşterilerin önünde, müzikle uyumlu soyunuyordu. Eldivenlerinden başlıyor, elbisesini bir yana fırlatıyor, sütyenini çıkıyor ve sonunda Havva anamızın incir yaprağını andıran, hatta ondan da ince bir siyah tül parçasıyla sahneyi terk ediyordu.

Hayranları her akşam zevkle izliyordu onu.

Yer ayırtmak için çevrilen 116510 numaralı telefon sürekli meşgul sesi veriyordu. Metrdotel rezervasyon için arayanlardan başını kaşıyamıyordu.

Fransa’dan gelen oyuncular topluluğu “Zambella” adını taşıyordu. Yedi kadından oluşuyordu. Aslında, beş kadın, iki erkektiler. Erkeklerden Zambella ve arkadaşı topluluktaki kadınlardan daha kadınsıydılar. O kadar işveli, ateşli görünüyorlardı ki... Tam iki saat süren makyajın ardından Zambella’yı bir kadından ayırmak kolay değildi.

Paris’ten İzmir’e, bir süre sonra da Ankara’ya gelmişlerdi… O güne kadarki yaşamını şöyle anlatmıştı Colette:

“Operada işe başladım... Baktım ki ekmek yok... Bir oyuncu topluluğu kurmak geldi aklıma... Turnelere çıktık... Fransa’da çok tutunduk. Sonra, yabancı memleketleri dolaşalım dedik... Hem para var hem de iyi oluyor... Malum ya tebdili mekânda ferahlık vardır... Demirperde memleketleri hariç, bütün Avrupa memleketlerini gezdik... Bir ara Güney Amerika’ya da uzandık... Sonunda Türkiye’den de teklifler aldık... Önce Fuar nedeniyle İzmir’e geldik... Göl gazinosunda iki ay kadar çalıştık... Halk bizi çok tuttu... Şimdi burada çalışıyoruz... Bir ay kadar kalacağız... İstanbul’da Cordon Bleu bizi angaje etmeye çalışıyor, ama bakalım...” (Akis, 5 Kasım 1955, Sayı:78, s.13).

İyi de bir konuda dertliydi topluluk…

Kazandıkları parayı, dışarı çıkaramıyorlardı. İyi ücret alıyorlar ama, Türk lirasını Fransız Frank’ına çeviremiyorlardı:

“Bu şartlar altında, iyi bir trupun Türkiye’ye gelmesine imkân yok. Biz de bilseydik gelmezdik. Zira truplar yabancı memleketlere para kazanmak için giderler, yoksa boğaz tokluğuna çalışmak için değil... Döviz çıkaramayınca, vaziyetimiz bundan başka bir şey olmuyor... O yüzden, bundan böyle Türkiye’de başka yerlerde iş bulamayan, açlıktan ölmemek için angajman kabul eden truplar seyredeceksiniz. Hem gözlerinize yazık olacaktır hem de vereceğiniz paraya... Zira nihayet, onlara da Türk lirası olarak bir miktar para ödeyeceksiniz.” (a.g.d)

Böyle diyordu Colotte.

Topluluğun en gözde artistiydi. Akşamları seyirciler, özellikle erkek seyirciler onu hayranlıkla seyrediyorlardı. O da bundan son derece memnundu. Topluluk içinde en fazla konsomasyon yapan da oydu... Ama, içmeye mecbur kaldığı yerli şampanyadan hiç hoşlanmıyordu. “İlle de Fransız şampanyası!..” istiyordu.

Türkiye’de bulunmaktan çok memnundu. Hayatının en büyük şerefine burada ulaşmış, bir Devlet Başkanının önünde striptease yapmıştı.

“Sayın Celâl Bayar, beni hem İzmir’de hem de burada birkaç defa seyretmek lütfunda bulundular. Çok demokrat bir Devlet Başkanınız var. Halkın arasına girmekten son derece hoşlanıyorlar. Benden iltifatlarını da esirgemediler. Sayım günü akşamı da (23 Ekim 1955) buraya yeniden teşrif ettiler. Yanlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan ve yaverleri de vardı. Kendilerini, dediğim gibi İzmir’de Göl gazinosundan tanıyordum. Burada da görünce son derece mütehassis oldum. Göl gazinosuna iki, üç defa resmen, birçok defa da hususi surette gelmişlerdi. Zannedersem benim numaramla alâkadar olmak lütfunu esirgemediler. Bu benim için büyük bir şereftir.” (24 Ekim 1955 tarihli gazeteler)

Colette yalnız Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın değil, Başbakan Adnan Menderes’in önünde de striptease yapmıştı. Fransız yıldızı sanat yaşamında o güne kadar ne bir Başbakanın ne de Devlet Başkanının önünde soyunmuştu. Çalıştığı ülkelerde böylesi bir alışkanlık olmadığı gibi, Devlet Başkanlarını, Başbakanları kabarelerde kimse görmezdi. Oysa burada, herkes halk adamıydı. Bundan dolayı Türkiye’ye gelmekten mutlu ve memnundu. “Mesleğimizin şerefi artıyor,” diyordu.

Yaz aylarında Ankara Palasın bahçesi bir başkaydı:

“Geçenlerde bir akşam, Hürriyet’in genç sahibi Erol Semavi elleri patlayıncaya kadar Renker ve Medina çiftini alkışlarken bir politikacı şöyle diyordu: ‘Bu kadın bizim mesleğe girse, bu ayak oyunuyla üç günde genel başkan, üç haftada başbakan, üç ayda cumhurbaşkanı olurdu.’ Karşısındaki şöyle dedi: ‘Üç sene sonra da asılırdı...’ Ankara Palas, şimdi de yakışıklı bir şantör getirmiş bulunuyor. Juan Ramon. Böylece yaz mevsimi, zengin bir kadroyla geçirilecek. Zaten Başkentte gidecek nezih fazla bir yer olmadığına göre, bahçe gene dolup dolup taşacak.” (Akis, 3 Ağustos 1963, s.25-26.)

Renker ve Medina çifti gibi Zambella’nın sanatçıları da kazandıkları paraları Türkiye’de harcamak zorundaydılar. Kaldı ki, ameliyatlarına varıncaya kadar kazandıklarını harcadılar. Kimisi apandisit, kimisi bademcik ameliyatı oldu Ankara’da.

Topluluğun Türkiye’deki son durakları İstanbul oldu. Colette, Cordon Bleu’de de masaları doldurdu. İzmir, Ankara ve İstanbul derken… ülkeyi adeta birbirine kattıktan sonra Beyrut’a uzandılar.

Beyrut’ta da büyük ün yaptı Colette... Şehrin büyük iş adamlarıyla politikacıları her gece onu seyrediyorlardı. Özellikle politikacılarla sıkı ilişkiler kurmuştu striptease uzmanı... Bunların arasında eski Cumhurbaşkanı El Houry’nin oğlu Habib de vardı.

Colette, bir gece Habib’i aradı. Habib, “Gelemem,” dedi. Colette israr etti. Habib, başka biriyle buluşacağını söyleyerek gece yarısından sonra gelebileceğini söyledi. Colette, uyku hapı alarak yattı. Habib gece yarısı geldi, kapıyı çaldı ama, açan olmadı. Çekip gitti.

Ertesi gün Colette’i kahvaltı salonunda göremeyen otel hizmetlileri kapısını açarak odaya girdiler. Yarı çıplak yatağa uzanmış yattığını gördüler. Nabzını tuttular, henüz ölmemişti, hastaneye kaldırdılar. Doktorlar başına üşüştü, midesi yıkandı, kendine geldi. Yorgun ve bitkindi… Kaza mıydı, intihar mıydı? Anlaşılamadı.

Bir süre sonra hastanede bir koşuşturmadır gitti… Colette ölmüştü…

Nüfuslu kişiler engelledi, otopsiye gerek görülmedi… Birkaç gün sonra vücudunda arsenik izleri olduğu söylentisi yayıldı. İddiaya göre, kendine geldikten sonra arsenik verilmişti. Su testisi su yolunda kırılırken, Ankaralılar…

Colette’e doya doya bakmış, baka baka doymuşlardı.

 

Selim Esen

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler