Son Dakika



Sevgili dostum Dr. Vural Dirimeşe bilgisayar ortamına şöyle bir not düştü: “Yıllarca ezan Türkçe okunduğu için demediklerini bırakmayanlar, dün ezan Kürtçe okununca sevinçten kendilerinden geçtiler!..” Baktım ki birçok insan da yorum yapmış bu konuyla ilgili olarak: Örneğin Bahadır Cinemre“İki yüzlü soytarılar… Söz konusu Atatürk olduğunda hep bir ağızdan TV’lerde, medyada yıllarca kin ve nefret kusuyorlardı. Şimdi ise çıtları çıkmıyor. Onların asıl derdinin ezan olmadığı apaçıkça ortaya çıkmış oldu.”; TC Gökhan Kaya, “Bunlara Arapça küfür etsek, Mevlit zannedip hüzünlenirler mi acaba?” diye not düşmüş. Doğal olarak bu arada uluorta küfür edenler de var elbette, ama o türden söylemler bizim edep anlayışımıza sığmaz. Büşra Çağlayan, “İki yüzlüler…”, TC Derya Pınar Şarlak, “Neeeeeeeeeeeeeeee!...” diye yazmış hayretler içinde...

Bunda hayret edecek bir şey yok oysa dostlar. Çünkü ırkçı milliyetçilik ya da dinsel faşizm böyle bir şeydir işte: Kendi hoşlarına gidene, kendi çıkarlarına olana (dine uymuyor olsa da) memnuniyetle evet der, kabul ederler de, aynı şeyi başkaları yapınca hep birlikte ayağa kalkarlar hayır demek, protesto etmek için.

Oysa tüm İslam coğrafyalarında Arapça ezan okumak ve Arapça ile ibadet etmek hem eksiklidir, hem de zulümdür. Madem İslamiyet bir özgürlük dinidir, gereklerinin yapılması için Arapça neden zorunlu sayılmaktadır?

Dini siyasette kullananlar kuşkusuz dinin evrensel olduğunu, bu saydıklarımızın yersizliğini, dinin belli bir dilinin olmadığını bilirler, ama bunu “cahiller” öğrenmesin diye söylemezler. Çünkü söyledikleri zaman birilerinin takkesi düşecek, keli görünecektir!.. O zaman da kişisel özgürlüklere saldırmaya, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde oturmalarını yasaklamaya ve öğrenci evlerinin kendilerince gözetlenmesine kadar işi vardıran hükümet bunları kolay kolay gündeme getiremeyecektir. İşçilerin kıdem tazminatı haklarını ortadan kaldırmak üzere çeşitli manevralar yapmayacak, “kıdem tazminatını fona devretme” adı altında bu hakkı işlevsizleştirip uygulamada ortadan kaldırmaya girişemeyecektir.

Aslında Türkçe ezan, XIX. yüzyılda Türkçülük deviniminin yaygınlaşmaya başlamasıyla, Türk sözcüğüne ve Türk diline önem verilmeye başlanılmasıyla birlikte ilk olarak Sultan Abdülaziz döneminde Ali Suavi tarafından dile getirilmiştir. Hatta hutbelerin ve namaz surelerinin Türkçeleştirilmesi gerektiği bile savunulmuştur… Buna karşın, bu işler sanki ilk kez Cumhuriyet döneminde ortaya konulmuş gibi “sağcı” politikacılar ve din tüccarlarınca algılatırılmaya çalışılmıştır… Böylece Türkçe ezan konusu Türkiye tarihinde; Türkçülük, dilimizi arılaştırma ve sekülarizm (dünya hayatına odaklanılma) bağlamında bugün dek sürdürülmüş ve hâlâ daha da sürdürülüyor; birileri de bundan nemalanıyor. Peki, ilk kez Sultan Abdülaziz  döneminde gündeme getirilen bu konu, neden Cumhuriyet döneminde uygulamaya konulmaya çalışıldı?

Bilindiği gibi dil, duygu, düşünce, dilek ve tasarımlarımızı oluşturmaya ve başkalarına aktarmaya yarayan bir imler dizgesi, yani işaretler sistemidir. Bir başka söyleyişle dili herhangi bir niyetin/düşüncenin açığa vurulması, dolayısıyla bir bellekten (zihinden) başka bir belleğe aktarılmasına yarayan imler dizgesi olarak da tanımlayabiliriz… Bu tanımlardan dilin insanlar arasındaki en önemli ve en etkili iletişim aracı olduğunu çıkarabilmek zor olmasa gerek. Çünkü insan dil aracılığıyla, destan çağından günümüze kadar, ortaya koyduğu dilsel örüntülerle, yaratılarla kendini geliştirme ve anlatma olanağı bulabildi. Dilin tarihi, insanın gırtlağından çıkan ilk sese kadar uzanan çok önemli bir iletişim ve düşünce üretme aracı olmasaydı, insan hiçbir meramını anlatamaz, dolayısıyla düşünme/yaratma/ilerleme olayını sağlayamazdı.

Dil düşünceyi yaratır ya da dil ile düşünce birbirinden ayrılamayacak, biri olmazsa öteki de olamayacak iç içe iki olgudur. Dil etkinliği gerçekleşmedikçe; insanın insanı etkilemesi, yönlendirmesi, bildiklerini birbirine aktarması, insanın insanla anlaşması, insanın insanı ve dolayısıyla evreni algılaması, doğayı dönüştürmesi, yaşanabilir bir ortam olarak geliştirmesi söz konusu olamazdı… Bu konuda kısaca şöyle de diyebiliriz; insan diliyle, özellikle de anadili ile düşünür ve yaratır… Din evrensel olduğuna göre Arapçadan başka bir dille ezan okunmasında ya da ibadet edilmesinde ne sakınca olabilir? Kim kimi niçin kandırıyor acaba?

Bizde Cumhuriyetle birlikte Türkçeye önem verilmesi, dil devriminin yapılması gibi eylemler insanımızın dili ile özellikle de anadili ile düşünür ve yapabilir olması nedenlerle hayata geçirilmiştir. Yani, insanımız anadili ile düşünebilsin, yapabilsin diye devrim niteliğindeki bu çabalara girişilmiştir. Yoksa kimilerinin söylediği gibi, bu eylemler (icraatlar), bizi kültürümüzden, tarihi köklerimizden koparmak için yapılmış değildir. Kendilerinin dindar ya da milliyetçi olduğunu sanıp da böyle şeyleri söyleyenler aslında ya kendilerini bilmiyorlar ya da böyle davranmaktan çıkar elde etmektedirler.

“Allahu Ekber” sözlerinin anlamının “Tanrı büyüktür, Tanrı her şeyden daha büyüktür” demek olduğunu bu ülkede kaç kişi anlıyor acaba? İnsanın bir şeyin anlamını bilerek söylemesi, ona inanması muhakkak ki daha doğrudur. Ama dini kuralların Arapça ile yerine getirilmesinin “daha makbul” olduğunu söyleyenler ırkçı ve dinsel faşistlerdir, ikiyüzlü soytarılardır. İnsanın neyi niçin yaptığını anlayarak/bilerek yapması onların sermayesinin tükenmesi anlamına gelir.

Oysa dine göre Tanrı’yı büyümsemek:

1- Kalp ile tazim (kalple yönelmek)

2- Sözle tazim (sözle yönelmek)

3- Amel ile tazim (eylemle, yapılan işle yönelmek) ile olur. Tüm bunlar da insanın neye niçin inandığını, neyi niçin söylediğini, neyi niçin yaptığını bilmesi ile olanaklıdır… Tersini söyleyenler, onların anlayacağı dille,  küfür içindedirler…

Hüseyin Atabaş

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM