Okuduğunu Anlamamak ya da Köylülüğe Övgü/ Hüseyin Atabaş
A.Uğur Olgar’ın, “Edebiyat Dergiciliği / Taşralılık Üstüne Birkaç Söz” (Deyiş, Sayı: 12) başlıklı yazısına Internet ortamında yeni rastladım. Bay Olgar, saygıyla andığım Mustafa Şerif Onaran’dan, “Demek ki Anadolu toprağında bir büyü var. İnsanı insan eden, insandaki ‘öteki insan’ı yaratan bir büyü.” (Cumhuriyet Kitap, 12.1.1996) tümcesinin geçtiği yazısına değindiğim bir yazımı bağlantılarından kopuk tümceler alarak; “Hüseyin Atabaş bunun doğru olmadığını, Anadolu coğrafyasında böyle bir büyünün olmadığını (Lacivert Öykü ve Şiir, Sayı: 8) savlasa da, sayın Mustafa Şerif Onaran’ın saptaması yerindedir.” diyor.
Söz konusu yazımda ben Anadolu’yu gücümsüyor değildim, ama her zaman olduğu gibi köylülüğü eleştiriyordum. Büyüye falan da inanmam, duyarlılıkların üretim ilişkileri içinde oluştuğunu bilir ve söylerim. Yani bir toprak/yurt parçası üzerinde, nedenselliği kendinden menkul bir “büyü/büyülü” değerler toplamı olamayacağını söylüyorum. Onaran’ın söylemek istediği aslında Anadolu’nun maddi temeli olan kültürel birikimidir. O kültürel birikimde kendiliğinden neşet eden bir durum değildir; ama bunu anlamak için dünyada cinler, periler, büyücüler olmadığını düşünmek gerekir.
Ve görüşlerini sıralamayı sürdürüyor Bay Olgar: “Genel anlamda, Anadolu coğrafyasında yaşayan insan için önyargılı bir şekilde takınılan bu olumsuz tutum, edebiyat alanında, özellikle de dergicilikte kendini fazlasıyla göstermektedir. (…) Taşralılığa saldırı, ‘vur abalıya’ gibisinden bazen ölçüsünü kaçırmakta, sayın Hüseyin Atabaş’ın kaleminde; ‘edebiyatta taşralı, artık dilin maddi temelinin bilincinden, daha doğrusu anadili bilincinden yoksun olan demektir.’ (…) Hele hele, taşralılığın önemli göstergelerinden birinin ‘köylü kurnazlığı’ olduğunu, bu kurnazlık dürtüsünü içinden atamayanların nerede yaşarsa yaşasın köylü ve taşralı kalmaya yazgılı kalacağının söylenmesi gerçekten üzücüdür. (Başka türlüsü nasıl olacaksa? HA) ‘Bir takım söz cambazlıkları, kurnazlıkları, ölçü ve uyak döktürmeleri insanı edebiyatçı/sanatçı yapmaya yetmiyor artık’ diye de ahkam kesmiş sayın Atabaş. Peki, Yunus Emre’leri, Karac’oğlan’ları, Dertli’leri, Dadaloğlu’ları ve daha bir çoklarını yetiştirmiş Anadolu coğrafyasında yaşayan insanları, bu coğrafyanın şairlerini, ozanlarını bu denli küçümseme niye? (…)… imgeci, çağdaş şiir adına bu tür söz cambazlıklarına başvuran sözüm ona büyük kent şairlerine ne demeli?” Burada ayraç içinde belirteyim, imge, sözü cambazlıkla kapama “söz oyunu/cambazlığı” yapmak değil, sözü derinleştirme becerisidir.
Bay Olgar’ın adlarını sıraladığı şairler Anadolu’da yaşamış olsalar bile demek ki köylü ya da taşralı değilmişler. (Çünkü köylülük/taşralılık kafanın dışı değil de içi sorunudur). Üstelik onlar ölçü ve uyak döktürmüyorlardı; ölçüyü ve uyağı çağlarının gereğine uygun olarak yaratıcı bir öge olarak kullanıyorlardı. Bu bağlamda yenilik/çağdaşlık konusundaki görüşüm özet olarak şu olmuştur: Dünyada ve evrende bitmişlik, tükenmişlik diye bir şey yoktur; yenilik vardır, değişme vardır. Önemli olan bunların ayrımına varabilmek, değişen ve gelişen yeni durumlara göre tavır almaktır, katkılar yapabilmektir. Ama şiirin ‘söz’ün simyası’ olduğunu unutmadan, asıl tavrın bu olduğunun bilincini edinmeliyiz.
Kıyı dergisinin Mayıs-Haziran 2014 ayı sayısında yer alan “Köylü Kalmak Büyük Sorun” başlıklı yazımda da söylüyorum: Köyde doğmuş olmak, hatta köy ortamında yaşamak günümüzde uygar (çağdaş) insan olmak için bir eksiklik ve engel değildir. Ama köylülüğün alışkanlıklarından ve onların en belirgini olan küçük mülk tutkusundan kurtulmaya çalışmamak eksikliktir; ‘küçük olsun benim olsun’ demek ayıptır çünkü. Ne var ki, köylülüğün ne olduğunu bilmeden/anlamadan, hatta köylülüğümüzle övünmeyi bırakmadan bu hastalıktan kurtulamayız… Dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın; kentte yaşayın, köyde yaşayın; önemli olan içsel/beyinsel, yani kültürel donanımınızdır. Köylü ya da kentli olduğunuzu uygarlık ölçeğinden başka saptayacak başkaca bir ölçü yoktur çünkü.
Anadoluluğu savunacağım derken, köylülüğe sarılan Bay Olgar kendisi ile çelişkiye düştüğünün de ayrımında değil. Diyor ki; “Doğrusu, imge kullanmaktan yana, eğretileme yapmayı seven, değişmecenin (mecaz) anlamını bilen taşralı ve çağcıl bir şair olarak ve Anadolu dergiciliği adına sayın Atabaş’ın bu yaklaşımını çok yadırgadığımı söylemeliyim. Türk şiir ve edebiyatında söz cambazlıklarından ve kurnazlıktan kaynaklanan bir sorun varsa, ki varlığını kabul ediyorum, bu salt taşra şairlerinin üstüne yıkılmamalı. Bu Türk şiir ve edebiyatının ikinci yenicilerden itibaren başlayan ve günümüze dek uzanan bir sorunudur, birlikte ele alınarak çözümlenmesi gerekir.”
Demek ki Türk edebiyatında söz canbazlıkları İkinci Yeni’cilerden itibaren başlamış, vay be!... Peki, “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü / Bostan ıssı kakıdı der yersin kozunu” diyen Yunus Emre’yi nereye koyacağız?... Hadi şunu söylemeyeyim demiştim, ama köylülüğün (buna taşralılık da diyebilirsiniz) toplumbilimdeki tanımı şöyledir: “Kendi çıkarlarını toplum çıkarlarının önünde tutma, gerçek düşüncesini saklayıp karşısındakilere ikiyüzlü davranma, benmerkezci davranışlarla başkasına alan bırakmama…” Diyen demiş, gayri benim diyecek başka sözüm yok. Ama şunu bir kez daha söyleyeyim: Köylülüğün ne olduğunu bilmeden/anlamadan, hatta köylülüğümüzle övünmeyi bırakmadan bu hastalıktan kurtulamayız. Hatta köylülüğmüzle övünmeyi bırakmadığımız sürece de onu gittiğimiz her yere taşırız.
Hüseyin Atabaş
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR