Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin başkenti olarak, devletin bütün kamu kurumlarını ve devlet dairelerinin hepsini bir bütünlük içerisinde, kendi bünyesinde barındıran önde gelen bir merkez yapılanmasına sahip bulunmaktadır.

Ankara bu kendine özgü durumu ile birlikte aynı zamanda dünyanın önde gelen merkezi coğrafyasının da önde gelen bir başkenti olarak birçok özellikleri içinde barındırmaktadır.

Dünya haritası üzerinde yer alan bütün kentler ya da başkentler kendi bulundukları coğrafyanın özelliklerini taşırken, Türk devletinin başkenti olarak bulunduğu merkezi konumun kendisine kazandırdığı diğer özellikleri ile de diğer kentlere oranla daha güçlü ve etkin bir yapılanmanın tam ortasında yerini almıştır.

Ankara’nın dünya haritası üzerindeki yeri, jeopolitik biliminin insanlığa kazandırdığı stratejik konum açısından ele alındığı zaman, günümüzde orta dünya adı verilerek açıklanmaya çalışılan merkezi coğrafyanın getirdiği bütün bilgi birikimleriyle Ankara olgusunun içeriğinin belirlenebildiği bir yeni durum önümüze çıkmaktadır. (…) Bu nedenle, “ANKARA” denildiği zaman durup düşünmek ve geçmişten gelen bilgi birikimi ile değerlendirmeler yapmak gerekmektedir. Hem Ankara’nın yeni dönemdeki konumunu belirlemek, hem de bu merkezi kentte yaşamakta olan beş milyonluk Türk asıllı nüfusun, Türkiye’nin başkenti üzerinden yeni sahip olduğu konumunu, uluslararası alanda gündeme gelen yeni konjonktürlerin yansımaları açısından bakılmasıyla, bugünkü dönemde Ankara merkezli bakış açısının yeni durumunu belirlemek mümkün olabilecektir.

YAKUP KADRİ ve (ANKARA)

Yakup Kadri, Ulusal kurtuluş günlerini anlattığı “Ankara” isimli kitabında, Kuvayı Milliye’nin başkenti olarak Türkiye devletini anlatırken, cumhuriyetin kurulmasından sonra yaşanan ulusal kurtuluş dönemiyle Ankara’nın merkezi konumunu ve bu kent içerisine yerleşen Türkiye burjuvazisinin durumunu, özelliklerini ve yaşadıklarını gelecek kuşaklara anlatarak, yeni kurulan Türk devletinin merkezinde yaşayan Türklerin ciddi bir başkent bilincine sahip olmaları gerektiğini açıklamaya çalışmıştır.

Devleti çok büyük zorluklarla boğuşarak kuran kurucu kadro, daha sonraki aşamalarda gene zorluklara karşı yürütülen mücadele ile, cumhuriyet yönetimini oluşturma çabaları içerisinde başkent Ankara kaynaklı olarak ortaya çıkan yeni durumları Türk halkının önünde açıklığa kavuşturarak, Türk kamuoyunda ciddi bir cumhuriyet ve ulus devlet bilinci yaratmaya çaba göstermiştir.

Yakup Kadri’nin gerçekçi bir yazar olarak kuruluş dönemi sonrasında Ankara kenti üzerinden yeni devletleşme sancılarını dile getirerek, Türk halkının zaman içinde Türk ulusuna dönüşmesi sürecinde önemli açıklamalar yaparak, Türkiye Cumhuriyetinin güçlü bir ulus devlete dönüşebilmesi için,  fikri düzeyde önemli katkılar getirdiği anlaşılmaktadır.

Kuruluş dönemindeki Yakup Kadri’nin geliştirdiği düşünsel önderliğin daha sonraki aşamalarda yeni cumhuriyet kuşakları içinden çıkan genç kuşakların ulusal kurtuluşun sonraki dönem temsilcileri olmaları için elverişli bir Kuvayı Milliye ortamı yaratılmıştır.

Cumhuriyetin temel ilkeleri doğrultusunda Ankara’nın başkent olması hem değiştirilemez hem de değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir hukuksal statüye bağlıdır.

ANKARA KORUNMALIDIR

Diğer ülkelerde olduğu gibi başkent olma ayrıcalığı tanınmış olan Ankara kentinin, aslında bu doğrultuda bir “Ankara” kanunu çıkartılarak Londra, Roma, Paris ve Tokyo gibi büyük devlet başkentlerini koruyan benzeri bir yasal düzenleme ile, her türlü tehdit, saldırı ve riske karşı korunması gerekmektedir.

Bazı ülkelerde, ayrı kanun düzenlemeleri ile başkentleri bağlı olan diğer kentlere karşı bir koruma arayışı sürüp giderken, bu konudaki Türk formülü, yasaların üstünde bir statüde anayasal düzenleme olarak örgütlenmiştir. Türk anayasal sisteminde yer alan değişmezlik sistemi ile koruma yaklaşımları çerçevesinde, gene Türk anayasasında cumhuriyetin temel ilkeleri olarak ifade edilen bazı kurallar, temel prensipler olarak, Türk eğitim sistemi ve sosyal bilimler arasında yer almakta ve aynı zamanda Türk toplumunun devrimci çizgide yeniden yapılandırılmasında temel taşlar olarak hizmet etmektedirler.

Başkent Ankara Kuvayı Milliye mücadelesinin merkezi olarak yeniden yapılanırken o dönemin koşullarında Atatürk bir sentez gerçekleştirerek dağınıklığı ortadan kaldırabilmenin yollarını aramıştır. Avrupa ve Asya kıtaları arasında kurulan merkezi devlet olarak Türkiye hem Avrupa düzeninin çıkış noktası olan Fransız devrimini hem de Asya’nın en büyük devlet yapılanması olarak öne çıkan Sovyetler Birliğini yaratan Rus devrimini de dikkate almaya çalışmıştır.

Avrupa ve Asya kıtaları arasında Fransız ve Rus devrimlerinin yansıdığı merkezi bölge üzerinde kurulmuş olan Türk devletinin başkentinde Fransız devrimi ürünü olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik ilkelerinin ve dünya sosyalist sistemini kuran Sovyet Devrimi de Rusya üzerinden dikkate alındığı zaman, devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin de Türkiye’de öne geçtiği anlaşılmaktadır.

Türkiye yirmi birinci yüzyılda geleceğe dönük mücadelelerini  artırarak  yeni dünya düzeni içinde kendine uygun bir yer ararken, başkent Ankara hem yeni dünya düzencisi  emperyalist devletlerin hedefi olmakta hem de merkezi coğrafyadaki dinler, mezhepler, etnik kökenler, ulus devletler ve diğer devletlerin plan ve programları ile karşı karşıya kalmakta ve bu yüzden de hem bölünmek ve parçalanmak, hem de yeni ortaya çıkan emperyal devletlerin hegemonya planları doğrultusunda geliştirilen sömürgecilik saldırılarının ana hedefi konumuna  doğru sürüklenmektedir.

Türkiye’nin yanı başında Sovyetler Birliği Rusya üzerinden dağılırken, bu kez bu duruma tamamen ters bir süreçte Avrupa ülkelerinin ABD’ye karşı bir kıtasal birlik devleti arayışı ile ortaya çıkması gibi iki ayrı oluşum, Türk devletini tehdit eden bir durum yaratmışlardır. Türk devleti bir yandan Amerika Birleşik Devletleri ile uğraşırken, yeni ortaya çıkan durumda benzeri bir mücadelenin Türkiye’nin yanı başında kurulmuş olan Avrupa Birliği’ne karşı da yapılması gerektiği, son siyasal gelişmelerle birlikte dünya gündemine girmiştir.

(…)

TÜRKİYE’NİN KOMŞULARI VE BÖLGE DEVLETLERİ

Türkiye orta boy bir devlet olarak varlığını güvence altına alarak hareket etmelidir. Merkezi bölgedeki konumunu koruyabilmek için Türkiye hem komşuları ile hem de bölge devletleri ile yakınlaşma ve dayanışma girişimlerinde bulunmaktadır.

Ancak bu yollardan kendini koruyabilecek bir siyasal tavır geliştirebilecek Türk devleti, kendisini çevreleyen yakın bölgeler konularında sürekli gözlem içinde bulunarak, orta boy bir devlet olmaktan gelen eksikliklerini jeopolitik konumunu kullanabilen bir büyük devlet gibi gerektiğinde ortaya koyabilmelidir.

Bu tür davranışlarıyla daha aktif bir konuma sahip olabilecek Türk devleti içinde bulunduğu jeopolitik konumunu öne çıkararak, orta boy devletten daha büyük bir devlet yapılanmasına doğru adım atmak durumunda kalmıştır. Dünyanın önde gelen büyük devletlerinin kolaylıkla yöneldiği emperyalist politikalara karşı merkezdeki Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle kendini koruyacak ve geleceğe dönük güvence altına alacak merkezi bir güç olarak her zaman için her türlü olumsuz gelişmelere karşı uyanık olmak ve böylesine bir ulusal tavrın örgütleyicisi olarak da komşuları ile, ya da partner devletler ile farklı ilişkilere giderek, yeni dengeler arayışı içinde bulunmalıdır. Uluslararası kamuoyunun oluşumu sırasında sorunların küresel ilişkilerin aracılığı ile gündeme getirilmesi ya da dayanışma veya yardımlaşma hedefleri doğrultusunda öne çıkarılması, Türkiye gibi orta boy devletlerin sahip olduğu büyük devlet benzeri tutumların daha fazla öne çıkmasını ve zaman içinde devamlılık arz etmesini sağlayabilmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde görülebilen bu tür yapılanmaların gelip geçici olmaması için süreklilik gösterebilecek jeopolitik adımların birbirini izleyerek, ülke ve bölge boyu politikalarda ağırlıklarını her zaman için gösterebilmelidirler.

Ankara Kriterleri kavramının Türk devleti ile milletinin ulusal çıkarlarına olumsuz yönelen her durumda, Türk tarafının hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hem de başkent Ankara merkezli bir içe dönüş hareketi biçiminde Ankara Kriterlerini öne çıkararak, aktif bir dış politikaya yönelebilmesi mümkün olmaktadır. 

Ankara bir cumhuriyet devletinin başkenti olarak, Türk devletinin karşı karşıya kaldığı her türlü saldırıya karşı, sorunları çözmek üzere tarihin derinliklerinden gelen bilgi birikimine, sahiptir.

Son aylarda Türk diplomasisi sürekli olarak batı kaynaklı sorunlarla işgal edilirken, Baltık denizi kıyılarında NATO zirvesi düzenlenmiş ve bu vesile ile Türkiye’nin batı ile ilişkileri yeniden masaya yatırılarak Türk tarafı hırpalanmaya çalışılmıştır. 

Avrupa medeniyetin merkezi olmak gibi bir iddia ile kendisini uygarlığın merkezi olarak ilan ederken, Türkiye’yi çağdışı kalmış doğu bölgesi ülkeleriyle birlikte uygar olmayan ülkeler kategorisi içinde düşündüklerini açıkça ilan etmişlerdir.

Avrupa kapısında yarım asır üyelik için bekletilen Türkiye, devletiyle milletiyle ve siyasi ve askeri gücü ile; ABD, NATO, İngiltere ve İsrail’in çıkarları için hem Afrika çöllerine hem de sıcak çatışmaların bulunduğu savaş alanlarına, NATO’nun öncü güçleri olarak kullanılmaya çalışılmıştır.

Avrupa parlamentosunun Türkiye raportörü hazırladığı raporunda NATO ile Avrupa Birliğinin farklı kurumlar olduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin kendisine karşı uygulanan haksızlığı dile getirmesine karşı çıkıyordu. Avrupacı kanat Brüksel’in yolunun Kopenhag Kriterlerinden geçtiğini resmen açıklarken, açıkça Ankara’nın kendi ulusal çıkarları için geliştirdiği kendi kriterlerine karşı tavır koyuyordu. Finlandiya’nın NATO üyesi olmasından sonra Türkiye’nin de Avrupa Birliği üyeliğini Türk tarafı gündeme getirdiği aşamada, Kopenhag kriterlerinin açıkça Türkiye’ye dayatılması AB’nin dostça olmayan resmi yaklaşımını açıkça ortaya koyuyordu.

Bu durumda Türk hükümeti Ankara’daki Türk devletinin kendisi için uygun gördüğü çizgide, Ankara Kriterleri’ni gündeme getirerek, yavaş yavaş terör saldırılarına karşı çıkmayan ve bu tür saldırılara dolaylı olarak destek olan İsveç devletinin de NATO üyeliğine karşı Türk tarafı gereken tepkiyi ortaya koyarak, bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yüzlü ve çifte standartlı batı emperyal politikalarına karşı çıkacağı bütün dünyaya duyuruluyordu.

Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı çifte standartlı tavır ve politikalarına devam etmeye çalışırken, Türkiye batının emperyalist politikalarına karşı artık Ankara Kriterleri ile cevap vereceğini açıkça kamuoyuna yansıtıyordu. ABD dünyayı savaşa sürüklerken Rusya hareketi ile sarstığı dünya dengelerini yeniden gündeme getirme noktasında, Avrupa Birliği örgütü ile ortak hareket ederek, çok kutuplu dünya düzeninde yeni bir aşamaya doğru dünya konjonktürü çok zorlanıyordu.

Türkiye, Avrupa Birliğine karşı izlediği antiemperyalist politikalara önümüzdeki dönemde devam ederek ve bütün savaşlara karşı çıkarak yeni dünya dengelerinin barışçı bir çizgide oluşumuna öncelik veriyordu. Atatürk’ün yurtta ve dünyada barış ilkesi Ankara Kriteri olarak devreye giriyordu.

Bugün Türkiye’nin her yanında şehir devletleri ya da küçük eyalet yapılanmaları arayışları sürekli olarak tırmanırken, başkent Ankara ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti, Ankara kriterlerini  bir savunma mekanizması olarak kullanarak, hem ayakta kalmasını, hem de cumhuriyetin ilelebet payidar kalması doğrultusunda  gerekli olan önlemleri alarak yoluna devam etmesini biliyordu.

Tarihin ilk dönemlerinden bu yana merkezi alanda var olan Türk devlet geleneği, merkezi devletin güçlü bir yapılanmaya kavuşturulmasıyla, varlığını güvence altına alarak yirmi birinci yüzyılda devletin  ayakta kalması güvence altına alınıyordu. Dünya tarihinin önde gelen aktörleri olarak Türkler, her zaman hem batı hem de doğu kürelerinde ortaya çıkarak merkezi alan üzerinden dünyadaki gelişmelerin en etkin gücü olarak mücadelelerini sürdürüyorlardı.

Ankara Kriterleri tarihin her döneminde ortaya çıkan Türk devletlerinin kendi varlıklarını güvence altına aldıkları temel ilkeler ve kurallar bütünüdür.

Hayatta her şeyi bilime ve bu alandaki gelişmelere dayandıran kurucu önder Atatürk ortaya koyduğu söylev ve demeçleriyle, kurucusu olduğu devletin gerçeklerini ortaya koymuştur. Bu açıdan O’nun miras olarak Türk gençliğine bıraktığı “Söylev” isimli kitap da Ankara Kriterlerinin temel dayanak noktalarından birisidir.

Bir çağ değişimi sırasında var olan büyük devletlerin önünü kesen ve savaşları durdurarak bölgesel barış ortamını kuran Atatürk, gerisinde bıraktığı otuz ciltlik eseriyle Türk devleti ile birlikte Türk ulusuna da öncülük görevini, bilimsel birikim ile tamamlamasını bilmiştir.

Hiçbir yabancı düşünür ya da bilim adamının etkisi altında kalmayan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi yolunda ilerlerken gene kendi birikimini tamamlamasını savunmuştur.

İki yüzden fazla devletin bulunduğu yeryüzü haritasında diğer devletler ve milletlerin yaşama  haklarının  güvence altına alınabilmesi ve dünyayı teslim alan neo-emperyalizm ile neo-koloniyalizm in sona ereceği ve yeni bir tür evrensel dayanışma aracılığı ile tüm insanlığın kazanılmış olan haklarının öne çıkacağı ve zaman içerisinde böylesine bir hakkaniyet ve adalet ile barış düzenlerinin gerçekleşeceği bir yeni dünya düşüncesinin geçerlilik kazanabilmesi için tüm ezilen ve esaret altında kalan toplulukların insan hakları düzenlemeleri doğrultusunda haklarına kavuşabilmeleri gerekmektedir.

Ankara kriterleri her türlü haksızlığa karşı çıkmayı, evrensel barış ve adalet düzenlerinin kurulmasını sağlayarak ve mazlum ulusların her türlü hak ve özgürlüklerine kavuşabilmesi ve gelecekte daha adil bir yeni dünya düzenine Türkiye’nin ulaşabilmesi doğrultusunda Türk devleti ile Türk ulusunun üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirerek ve Ankara’nın ilkeli duruşu sayesinde daha adil bir dünya düzenine kavuşabilmesi çizgisinde, ulusalcı ve antiemperyalist kriterleri öne çıkararak, her türlü sömürü ve haksızlığın sona erdirilmesi hedeflenmelidir.

Ankara Kriterleri bugüne kadar olduğu gibi öncelikle iç barışın sağlanması ve daha sonra da evrensel barışın garanti altına alınabilmesi açısından önem taşımaktadır.

Uluslararası kuruluşların emperyal merkezlerin kontrolü altına sürüklenmesinin bir an önce önlenerek haksız düzenlerin ortadan kaldırılması ve uluslararası dayanışmalar aracılığı ile evrensel barış ve adalet düzeninin acilen kurulması gerekmektedir.

Ankara’daki Atatürk Cumhuriyetinin, Ankara Kriterleri aracılığı ile yeni bir dünya düzeni oluşumu için tıpkı Atatürk dönemindeki gibi mücadele etmesi zorunlu görünmektedir.                      

Prof. Dr. Anıl Çeçen
prof-dr-anil-cecen.blogspot.com
Gerçekedebiyat.com    

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)