mustafa-bilgin-1632024220650.jpg


“Gerektikçe çıkan” Homur mizah dergisinin, suyun ticarileştirilmesine karşı düzenlediği “Su Yaşamdır-Yaşam Satılık Değildir” ve “Kapitalizmin KomploSU” karikatür sergilerine bu karikatürümle katılmıştım:

 

Doğaya, doğanın doğal döngüsüne, insan başta olmak üzere cümle canlıya düşman, yeni adıyla Çok Uluslu Şirketler, eski adıyla vahşi kapitalistlerin ülkemize de veba salgını gibi saldırdığı “HES” günlerinde, yalnız ve çaresiz bırakılan köylülerin feryadına elimizden geldiğince ses olmaya çalışıyorduk.

Bu köylülerden biri, Fırtına vadisinden “Vatandaş Mustafa”, para sayma makinelerinin sesinden başka ses duymayanlara haykırıyordu haklı bir inançla:

Şurada akan dereyle, şurada yaşayan ağaçlar dâhil tüm canlılarla, yarın üzerime dolacak şu toprakla ben aynı dili konuşuyorum…”

Gerçek adı Halis Orhan olan Vatandaş Mustafa, sanki binyılların ötesinden bir seslenişin soluğunu taşıyordu.

Şaman ayinindeki bir ‘Kam’ın günümüzdeki izdüşümü gibiydi.

Onun sesine sesimizi katmamak kendimizi inkâr olurdu ki biz de öyle düşünenlerdendik ve biz de “halimizce” vatandaş Mustafalardık.

Felsefeci, yazar Sadık Usta, ki kendisi de doğaya, insanlığa sadık ve usta bir yazar, üretken bir vatandaş Mustafa’dır, bakın ne diyor:

“Eskiden Şamanlar, henüz yerleşik kültüre geçmeden önce evreni, üç katmanlı tasvir etmişlerdi; Gökyüzü, Yeryüzü ve Okyanus.
Yeryüzünü çepeçevre sarmalayan Okyanustu.
Yerden fışkıran kaynak suyun, derede çağıldayan, gölleri ve denizleri dolduran suyun kaynağı Okyanustu.
Okyanus, henüz tanrı olarak bilinmezdi, o bir ruhtu, fakat bütün canlılar okyanustan gelir ve yeniden doğmak için okyanusa dönerlerdi. Bu yüzden Şamanlar ölülerini suya teslim ederlerdi.
Su, yeniden doğuşa imkan veren kaynaktı. Toplumlar, yerleşik kültüre geçmeye başladıkça, bitkilerin topraktan göverdiğini deneyimledikçe, Şamanlardan kalan Okyanus'un yerine ölülerini, yeraltı dünyasına vermeyi tasvir etmeye başladılar.
Büyük dinlerin ortaya çıktığı Ortadoğu'da toplumlar, zaman içinde 7 katmanlı bir evrene inanmaya başlamışlardı. Yeraltı olarak tasvir ettikleri mekanı da ölüler diyarı saymaya başlamışlardı.
Ancak Şamanlardan kalan Okyanus tasavvuru, zihinlerde tam olarak silinmemişti.”

Kuşaktan kuşağa taşarak bentleri aşan bu güzelim kültür hepimizin mirası, “su gibi aziz ol” deyişi en büyük dileğimiz olmamış mıydı?

Sözünü ettiğim karikatür sergileri, bir iki kapalı salon dışında pek çok açık hava mekânında halkımızla buluştu.

Karikatür sergisi açanlara mekân verenler de, sergiyi izleyenler de su gibi aziz olsunlar…

Açık hava sergilerinden birine ev sahipliği yapan bir ilçe belediyesi internette bu fotoğrafla sergiyi haber yapmıştı:

 

 

 

Ben fakiri mutlu eden haber fotoğrafındaki çocuk, düşmanlarının bir plastik şişeye hapsedip sattığı suyunu bitirmiş, karikatürümü inceliyor.

Dudak okuma yöntemiyle bakınca, çocuğun karikatürdeki yazıya odaklandığını anlıyoruz.

Yazıda Çok Uluslu Şirketlerin kısa adı yer almış: “Ç.U.Ş.”

Bu arada, biliyor musunuz, “Su küçüğün söz büyüğün” deyimini yanlış kullanıyormuşuz. Doğrusu, “Sus küçüğün söz büyüğün” imiş.

Bence asıl yanlış, küçüğün de susması…

Karikatürlere bakan çocuk, ey sevgili küçüğüm; ne yazıyorsa bize de duyur…

İnsanca yaşayacağın bir gezegeni sana çok görenlere ben “Ç.U.Ş” diyeyim, sen “ÇÜŞ!” de.

İstersen birlikte haykıralım:

-ÇÜÜÜŞŞ!

 

Mustafa Bilgin
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler