Son Dakika

piyango-halit-payza-gerce-28122024113605.jpg


“Bundan evvel cerideye derc ile beyan olduğundan herkesin malumu olduğu üzere Ayastefanoz’daki evler ve arsalar ve verilecek akçelerin piyangosu 273 senesi cemaziyülevvelinin birinci günü Beyoğlu’nda tiyatroda çekilecektir. İşbu piyango on hisseye taksim olunup on numara kazanacaktır. Kazanılacak şeyin bahası dört yüz yetmiş bir bin kuruşa baliğdir. Ermeni Katolik milleti patrikhanesi kefaleti ile müstakilen yevm-i mezkurda çekileceğinden kazanan numaraların sahipleri bilyetolarını batrikhaneye götürdüğü gibi bedeli kendisine teslim olunacaktır. Bu piyango bilyetolarının satılan başlı merkezi Beyoğlu’na doğru galata Mevlevihanesi’nin üst tarafı ve her bilyetosu beş kuruşa olarak on bilyeto birlikte alanlara bir bilyeto ziyade bila semen ita kılınacaktır ve kazanan numaralar cümle gazetelerde zikr ve beyan ile ilan ettirilecektir.” (Ceridei Havadis’ten aktaran eksişeyler com “Osmanlı döneminde sans oyunları nasıl düzenlenirdi”.)

Piyango’nun anavatanı 16. yüzyıl İngiltere’si. Osmanlı’ya 19. Yüzyılın ortalarında geliyor. Piyango Osmanlı’ya gelmeden önce Avrupa’da başka büyük kentleri, kıtaları dolanmıştır.

Ebubekir Ratıb Efendi 1788’de Sipahi Kâtipliği görevlisi olarak Osmanlı/Rus/Avusturya savaşlarını izlemek üzere Silistre’ye gittiğinde, izlenimlerini yazdığı Nemçe Sefaretnamesi’nde piyangodan söz eder. Yazma’nın 243, 244. sayfalarında Ratıb Efendi Lotarya için özel bir büro oluşturulduğunu yazar. Bu büro bakanlığa bağlıdır, bir yöneticisi ve kâtipleri vardır. Sefaretname’de sözü edilen Lotarya için Belleten’de şu bilgiler verilir: “II. Bölüm: Loterye (Loteri). Bu özel bir bürosu, yöneticisi, ministre ve kâtipleri olan bir oyundur. Loteryenin kralın sarayı yanında özel bir bürosu ve kentin çeşitli yerlerinde dükkânları vardır. Buna katılmak isteyenler 5, 6 gün önce bu dükkânlara gelerek beğendikleri bir numarayı ve kendi isim ve unvanlarını büronun defterlerine yazdırırlar ve belirlenmiş olan ücreti verirler. Büroda birden doksana kadar rakamlar kâğıtlara yazılarak bunlar küçük torbalar içerisinde ayn ayrı kutulara konur. Belirlenen günde katılanların önünde kutudan bir çocuğa beş rakam çektirilir, bu rakamlar kazanan numarayı oluşturur, büro kazananlardan % 6 kâr alır. Yılda 30 kere oynanan ve Avusturya’nın çeşitli kentlerinde şubeleri olan bu oyunun merkezi Viyana’dadır.” (Belleten, Nisan 1990, Cilt 54 - Sayı 209)

Şans oyunlarının Avusturyalılar arasında büyük rağbet gördüğünü belirten Ratıb Efendi,  İstanbul’da gayr-i Müslimlerin şans oyunları düzenlemek ve oynatmak için padişahtan izin alınmaya çalıştıklarını belirtir. Müslüman olmayanlar için oynatılan şans oyunları İstanbul’un yerli halkınca da benimsenince, İslam’daki şans oyunlarının uygun görülmemesi nedeniyle 1857’de yabancıların Osmanlı topraklarında şans oyunları oynatmaları yasaklanır. Yasak yabancıların şans oyunları düzenlememeleriyle ilgilidir, oysa yasal izin alarak şans oyunları oynatanların yanında izinsiz şans oyunları düzenleyenler yasağı çiğnemekte devam edince Abdülaziz on beş gün arayla piyango çekilişine izin verir.

Ratıb Efendi Temeşvar’da izlediği operadan da söz eder: “Opera tragedya dedikleri hayâlbazların, çengilerin yaptıkları eğlenceler gibidir, ancak bunlar oyunları zamanlarına uygun kostümleriyle, mimik ve davranışlarıyla çok gerçekçi oynuyorlar.”

 Piyango para, arsa dağıtmaktan çok umut dağıtmaktadır. Harcamadan kazanmak için düzenlenen şans oyunlarına büyük ilgi vardır. Ne var ki kasa hep kazanır ve şans oyunlarını düzenleyenler emek harcamadan varsıllaşmak isteyenleri yoksullaştırırken, kendileri varsıllaşır. Üstelik şans oyunları ‘Erk’in de işine gelir. Varsıllaşma umudunu diri tutan şans oyunları, yoksulların erke başkaldırısını ‘tevekkülle’, ‘bir gün kendilerinin de varsıllaşacağı umuduyla’ bastırılır.

Cemal Süreya, Piyango başlıklı yazısında Küba’da Batista döneminde, bizim artık milliliği kaldırılıp özelleştirilen piyangoya benzer bir kuruluştan söz eder. Batista dönemi Küba için yüzkarasıdır. Vahşi kapitalizm yerel halkı baskı, terör ve işkence ile sindirdiği, yitiklerin, yargısız infazların, acıların yaşandığı bir süreç… Batista iktidarında Milli Piyangoya benzer uygulama önceleri ayda bir gerçekleştirilir. Daha sonra açlık, yoksulluk, işsizlik içindeki Kübalıları düpedüz uyutmak, sosyal sorunlardan uzak tutmak, göz boyamak için çekiliş sayısı arttırılır. Cemal Süreya,“Sonraları on beş günde bire indi bu. Derken, on günde bire, haftada bire, haftada ikiye... İş bu kadarla bitse iyi, bir süre sonra her gün milli piyango çekilmeye başlandı. Bu da yetmedi, halkı uyutmak için yeni bir koşu başladı: Günde iki kez çekilir oldu piyango. Evet, günde iki… Öğleden önce bir, öğleden sonra bir...” diye yazar. Yazının ilerleyen bölümlerinde “Bu ülkede piyango kurumu yöneticileri her saat başı bir çekiliş programı için hazırlıklara girişmişler miydi, bilmiyorum” diye de sorar.

Anıl Aba, Birgün gazetesindeki köşesinde Şans Oyunları Endüstrisi ve Gizli Kumar Vergisi (05.01.2020) başlıklı yazısında şunları yazar: “Şans oyunlarının matematiği oynayanın aleyhine göre kuruludur. Yani kumarda at koşar, baht nadiren kazanır ama kasa her zaman kazanır. Devletin, bazılarının işletmesini özelleştirerek, oynattığı şans oyunları da elbette vatandaşın her zaman kaybedeceği şekilde tasarlanmıştır. Mesela Sayısal Loto’da altı bilme olasılığı on dört milyonda bir, piyangoda büyük ikramiyeyi tutturma olasılığı on milyonda bir’dir.”

 Milyonlarca insan belki de ekmek paralarını kupona yatırıp, büyük kazanmak isterken büyük kaybeder.

Kapitalizmin kuralı kendisi için kazanma, diğerleri için yitirme üzerine kuruludur. Bütün değerleri paraya ilişkindir. Marks “Dolayısıyla” der, “para, her şeyi satın alabilme özelliğine, bütün nesneleri kendine mal edinme özelliğine sahip olduğu için, en yüksek mülkleşme nesnesidir. Özelliğinin evrenselliği, varlığının her şeye kadir olmasıdır; dolayısıyla her şeyden güçlü bir varlık olarak görünür.” Paranın gücü her şeyi yapmaya yeter.

Lidyalılar bakla büyüklüğündeki ilk bozuk paranın ne büyük gücü ve bir o kadar da başa bela olacağını öngöremezlerdi. Lidyalıların her bir parası yüzde yetmiş beş altın ve yüzde yirmi beş gümüşten oluşuyordu. Darphane adı da Lidyalıların bu değerli elementi paraya dönüştürmek için uyguladıkları yöntemden alır adını. Lidyalılar devinmeyen kalıba koydukları karışımı, üstü devinimli bir kalıba koyarlar, çekiçle darbeleyerek biçim verirlerdi. Buna darbelemek deniyordu ve günümüzde de darphanenin işlevi budur. Ne var ki darphanenin ürettiği madeni ya da kâğıt paraların değeri Lidyalıların altın ve gümüşten oluşan parasının yanında para değil pul kalır, değersizdir. Lidyalılar takas yöntemini kaldırarak alış/verişi kolaylaştırmışlar ancak kötü yönetimlerin etkisiz ve bilinçsizlikleriyle enflasyona yenik düşeceğini hesaplayamamışlardı. Kabahat Lidyalılarda değil kötü yönetimlerde/kötü yöneticilerdeydi oysa. Günümüzde Lidyalıların parası müzelerde hâlâ değerli, kötü yönetimlerde ulusal paralar da yok hükmündedir.

 

Halit Payza

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler