Köylüleri niçin öldürmemeliyiz?
Şükrü Erbaş'ın 'Köylüleri niçin öldürmeliyiz?' adlı şiiri yalnızca Türk köylüsüne değil Türk halkına da bir hakaret niteliğinde. Oldukça sert ve doğru olmayan nitelemelerle dolu şiiri Ahmet Yıldız tersyüz ediyor.
Çünkü onlar ağır toprak adamlardır Kaba ama aptal değildirler
Kendilerini karalayan kötü şairler gibi Gerçekçidirler Miras kalan topraklar için kavga ederler Köylüleri niçin öldürmemeliyiz? Çünkü onlar şehirliler gibi karılarını dövmezler Gazete okuma olanağı yoktur ama Adım başı pınar olmasa da köylerinde Çocuklarının okumalarını istemek Evlerinde kitap tablo olmasa da Diş fırçalamayı onlara kimse öğretmedi Köylüleri niçin öldürmemeliyiz? Çünkü onlar köpekleri boğuşsa bile kavga etmezler Kederlenmekten utanırlar ama Gülmek ayıp değildir eğlenmek doğal şeydir Yürekleri bir gaz lambası kadar da olsa Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse Köylüleri niçin öldürmemeliyiz? Çünkü onlar bilinenin tersine Şükür ki Türkiye’yi ayakta tutan Devlet, tapu dairesi banka borcu değildir Askerde subay dövmek akıllarına gelmez Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler Köylüleri niçin öldürmemeliyiz? Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarmaya utanırlar Yoksul olurlar ama aç hiç kalmazlar Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta Çekingendirler lokantada yemek yemeyi bilecek kadar Köylüleri niçin öldürmemeliyiz? Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar Gökyüzünü baharda yağmur yağarsa Hayal güçleri kıt değildir ama hiçbir yeniliğe Çünkü onlar Türk köylüsüdür. Köylüleri öldürmemeliyiz çünkü Onlar toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar Ve biz dahi şairlerin onlardan öğreneceği çok şey vardır Ahmet Yıldız
Değişen dünyanın kötülüklerine karşı
Kerpiç duvarları kale
Susuz çakırdikenleri mızrak yaparak
Bağımsız ve özgür yaşarlar.
Yalan söylemeyi asla beceremezler
Paraları olmasa da
Yoksul görünmeyi sevmemek gibi bir hünerleri vardır
Her şeyi hafife alır ve yalan söyleyene söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünmeye zamanları olmaz.
Ama işaretlenmiş sınırların ötesini sürmek akıllarına gelmez
Tarlalarını büyütmeye çalışmazlar, yetinmeyi bilirler.
Seslerinin tonu yumuşak olmasa da
Dışarda ezilseler de
İçerde kadınlarına saygılıdırlar.
Tarlaya önde arkada değil yan yana giderler.
Fena halde ajans dinlerler
Ve haksızlık dünyanın öbür ucunda olsa da
Küfrederler.
Şakır şakır su akmasa da evlerinde
Temiz giyinmeye dikkat ederler
Tarla bağ bahçe ahır elbet bir karış sakalla gezerler
Ama ilk fırsatta mutlak tıraş olurlar.
Bu dünyada tek arzularıdır
Kasabada onlara tuttukları odaya
Tereyağı peynir yumurta, kışlık odun taşırlar.
Yurttan sesler dinlemeyi çok severler.
Doğrudur üç kuruş çıkar için
Herkesin önünde eğilmeyi bilmez
Şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Birbirlerinin evlerine
Yalnızca ölümlerde ve düğünlerde değil
Serbesttir, her zaman girerler.
Şarkı söylemekten asla
Duvarda asılı sazları her zaman ayarlıdır
Dünyanın en güzel türkülerini onlar söylerler.
Duyguludurlar, hasta ineklerine
Ölen taylarına günlerce üzülürler
Ama onurludurlar
Olur olmaz ağlamazlar!
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Aydınlıktır
Aldatmayı bilmedikleri için
Aldatan karşısında zayıftırlar.
Karılarıyla birlikte yürürler
Onları herkesin ortasında asla dövmezler
Çünkü hiç dövmezler!
Kentteki aydın züppelerin hep ıskalamalarına inat
Doğru partilere oy verirler
Kendilerinden olanları iyi bilip
Kendinden olmayana inanmazlar.
Onların bu siyasal olgunluğudur.
Biraz hastane biraz okul
Ve topraklarını koruyan anadır
Devletsiz kalınca neler olacağını
Engin tarih bilinciyle bir tek onlar bilirler
Devletten değil devletin yıkılmasından korkarlar.
Bir memur karşısında da saygıları
Yalnızca devletedir.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
On bir ay gökyüzünden bereket beklerler
Dindarlıkları bereket beklemek kadardır.
Ayak ve ağız kokusu içinde ses çıkarmadan
Kimseyi rahatsız etmemek için yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatmazlar.
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar
Ve kara kalpli Şükrü’ye küfrederek şükrederler.
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Akrabalarını asla unutmazlar, vefalıdırlar.
Ve burunları tıkansa da kentin pisliğiyle
Tükürmek sümkürmek akıllarına gelmez.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Düş kurmaya rüya görmeye zamanları yoktur
Yarın yapacakları işleri düşünürler.
Ve yaz güneşleri ekinlerini yeşertirse severler.
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine her gün ama her gün
Toprağa tohum düşürerek
Sabırla inatla ve
Başka hiçbir sınıfın yapmadığı kadar
Mülk düşkünlüğü nedir bilmeden
Katkıda bulunurlar!
Asırların bilinci zamanın derin ırmakları gibidir
Ve birer kaya parçası gibi düşerler Erbaş’ların başına.
çokturlar.
Yediğimiz içtiğimiz her şeyde onların hikâyeleri vardır!
Gerçekedebiyat.com