halit-payza-13082025124342.jpg


 

Mehmet Binboğa, 1963 yılında Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesi doğdu. Büyükbabası Millî Mücadele kahramanlarından Dirgen Ali, babaannesi ozan Dirgen Hatça, babası ozanı Dirgen İsa Binboğadır. 

Bir ailede hem Milli Mücadele Kahramanı, hem iki ozan bulunuyorsa, Binboğa’nın da şair ve yazar olması doğaldır. 

Binboğa şair ve yazar kimliğini besleyecek olan edebiyat öğretmenliğini de uzun yılar Doğu’da ve Batı’da yaptı. 

Edip Cansever “Ah güzel Ahmet abim benim / İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine” benzer der ya, Binboğa da o yerin toprağına, suyuna, sevdalarına, acılarına... Binboğa Gül Süremi’ndeki (artshop yayınevi) şiirleriyle birlikte  ‘Yasenya’, ‘Efelya’, ‘Şiir Kentin Nar Çiçeği’, ‘Bir Uzun Ağlamak’ta sözle yapılan bir yolculuğa değil imgeyle, ince işlenmiş duyguyla yeniden yaratılan bir rüyayı anlatır. 

Gül Süremi’ndeki şiirleri hem bir yıkım, hem Anka gibi yeniden var olmanın masalıdır. Binboğa Gül Süremi’ndeki şiirlerinde bir hatıranın, bir görüntünün oluşturduğu, unutmayı reddettiği anılarla yüklü coşkulu, hüzünlü bir şiir evreni kuruyor. Binboğa aşkı ‘birinin size tanrıya bakar gibi bakması’ olarak tanımlar. 

Ona göre aşk tanrılar armağanıdır. Aşk ancak bakışlarda gizlenen bir Tanrı’ya bakmaktır. 

Birinin Tanrı’ya bakar gibi bakması aşkın en yoğun, en içten halidir. Bir bakış ki zamanın durduğu, insancıl kusurların bir anda silindiği, her bakışta sonsuzluk duygusunun oluştuğu bir anlatıdır. 

O bakış ki evrenin bütün anlamı yüzünüzde toplanmış gibidir.  Binboğa Sen Güzelsin Diye’de bu bakışı evrenle bütünselleştirerek anlatır: 

 

biliyorsun 

sen güzelsin diye oluyor bunlar 

kuşlar alçaktan uçuyor 

karıncalar nizami eteklerini savuruyor yollu bir rüzgar 

bir kedi geçiyor sokaktan, bak bu iyi  

 

Binboğa, gündelik dilin sınırlarını zorlayarak, sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek, imgelerle kuruyor şiirlerini. Shelley, şairler için ‘Şairler insanlığın tanınmamış yasama organıdır tanımını yapar. 

Binboğa’nın lirik şiirleri Cemal Süreya ile Attila İlhan arasında ‘aşkın kanununu’ içeren medeni yasa gibidir. Binboğa yasalarına göre sevgilinin varlığı karşısında duyulan yoğun heyecanı, hasret ve özlemi, sonsuzluk duygusunu, acı ve mutluluğun birlikteliğini görürüz. 

İyi yazılmış bir aşk şiir bize iki kişi arasında yaşanan bir hikâye değil insanın evrensel varoluşunu anlatır. Hayyam’da şöyle seslenir: 

 

Kurutulmuş narçiçeği midir o şiir yüzün 

Ey çiçek bozuğu imgelerden arınmış mahya 

Efendice söyle şimdi, kaç elif kaç ba 

Kaç sarmaş dolaş terbi, kaç kırpılmış murabba 

Sözü biçimleyen o hüznü mor gülüş 

Balkıyan kuş saatlerinde bilenen direnç 

Hayatı doldurup bir çatlamış bardağa 

Ünleyip durursun yaşamanın sırrını 

İçsen de tükenecek içmesen de hah ha 

 

Hay yamulmuş adam, hay kamuya istfham 

Kuş sütü müdür dilinin şerbetindeki anasır-ı Erbaa 

Şiirin lal şarabında demlenen taze sühan 

Farıyan acıları kuşlara bağışlayan 

Ah benim mürtet ustam, çeliğin şavklı mavisi 

Rübabı rubai çalan ferah ahşabın ili 

Sofiyane gazellere başkaldıran eşkıya 

Erguvan akşamlarda bir yaşama bildirisi  

Tanrıyla da yapamadı tanrısız da 

 

Şair kalabalıklar içinde yalnızdır ancak bütün Kalabalıklar şairin içindedir. Binboğa şiiri kabalakların şiiridir, bireyi anlatır o birey bütün bireylerin prototipidir, tektir çoğulu temsil eder. Binboğa hem ben’dir, hem ben içinde toplumun bütün bireyleri… Onun yalnızlığı toplumun yalnızlığı, hüznü toplumun hüznüdür. Şair acıyı kendi için değil, kendi dışında herkes için kendi içinde yaşar ve onu dizelerine/ tümcelerine taşır. Yalnızdır, çünkü yaratı için yalnızlık zorunluluktur, kimi zaman da yaratı için toplumla araya bir yaratım mesafesi koymak, derin bir nefes almak içindir. Çünkü insan nefessiz kaldığında boğulur.  

Binboğa şiiri İkinci yeniyle, mavi arasında bir yerdedir. İkinci yeninin sevda sözlerini taşır, Attila İlhan’ın romantik yanını da içerir. Kimi şiirlerinde Nâzım’a da göz kırpar. 

 

yaşaman da umrunda değildir kimsenin 

     ölmenin de 

         bütün iş 

              ağız dolusu gülmende 

 

gülüştü gül vardır 

    ağlayışta ağ 

        yaşamak hüner sayılır 

ağa takılmadan 

 

evet bu kalleş bir çağ 

    zordur belki eğilip bükülmeden 

        incilerin dökülmeden 

            insan kalabilmek 

 

yolu yok direneceğiz 

    bir yudum su 

        bir parça beyaz bulut 

           bir lokma ekmek diyerek 

 

kurdu kuşu, börtü böceği kardeş bilip 

    ve gömüp kanırtan acıları tarihe 

         unutup kör karanlıklarını kötünün 

              aslolan yaşamaktır 

                      beni unutma hatçem’ diyeceğiz 

 

davranın kardeşlerim 

     küsmeyin hata 

        ipeksi bir umudu mavileyin 

             öyleyse durduğunuz hata 

                    gülümseyin 

 

Binboğa dil işçisidir, şiiri emekle örülüdür. Zanaatkâr değil sanatkârdır. Şiir dünyayı dönüştürmeyebilir ama güzelleştirmeye çalışır, sığlığına inat derinlik kazandırır. Düz bir anlatıyı içeren dizelerde bile yoğun bir sembolik betimleme ortaya çıkar. Şakayık’ın alınlığında şunu yazar örneğin: 

   

doldur saki şimdi leyli haldeyiz  

alı geçtik, şaraptaki lâldeyiz 

 

Aynı şiirde şunları da söyler: 

 

büyümeyelik şakayık, pusuda yasal kurtlar 

azgın töreleri, kokuşmuş ahlaklarıyla 

kurmuşlar yolumuza türlü tuzaklar 

dudakların bir çift üzüm bordo’nun bağlarında 

‘şarabın gazabı’ mı demişti usta 

bu tatlı günahı ancak bir ölüm paklar 

 

Binboğa şiirinde soyut imgeler kursa da, yoğun somut sembolik bir anlatıyı yeğler. Şiiri salt imgeden değil, yaşanmışlıktan beslenir. Sevmiştir, yitirmiştir, ama sevdiğini sevmeyi yitirmemiştir, onu taşır, büyütür, isim verir, yaşar, yaşatır. Her ne kadar Gidiyorum’da vazgeçmiş gibi görünse de… 

 

biliyorum 

zaman eskir 

kuşkonmaz acıların esatir 

kirpik kuşlarının apansız havalandırdığı o mit 

yazmasın küllerinden doğacak ankayı divit 

külüngü kırık ve amansız kayalara çarpa çarpa 

bir şaşkın Ferhat ki yanlış dağları oyan boyuna 

kelamın, kalemi yıktığı günü unutup 

gidiyorum bütün aydınlıkları sana bırakıp 

içimdeki karanlığa dönüyorum anla 

gidiyorum kalbinden 

biraz da yalnız oyna 

 

Binboğa hatıralara vefagösterir, bir kalemde silip atmaz onları onlar onu silip atsa da… Anımsamak acıtır içini, ama affeder Binboğa. Sevmek zamanı’nda dediği gibi;  

 

kiralık daire gibi bir şey şu yürek 

boş kalsa ev dökülüyor 

dolsa kiracı vefasız 

 

MARAŞ ASLANI DİRGEN ALİ

 

Maraş Aslanı olarak da bilinen Dirgen Ali’ye gelince, o Maraş’ta eşkiyayı temizleyen kuvvacıdır. Antep Ağır Ceza Mahkemesi’nde üç oğlu, beş yeğeniyle birlikte yargılanır ve idam edilmek istenir, Maraş’ta gösterdiği yararlılıklar göz önüne alınarak Mustafa Kemal’in, Antep Kuva- Milliye Komutanı Aslan Bey’le bizzat görüşmesi sonucu serbest bırakılır. Cezaevinde yatarken eşi Haççe Hanım’a bir şiir azar Dirgen Ali: 

Binboğa dağına çadır kurardım 

Haksızları diyar diyar sürerdim 

Bu kara kaderi ben mi arardım 

Alnıma yazılmış bu kara yazı 

Kader böyle imiş söylerim bazı 

 

Dikenlinin vakti yeni mi geldi 

Gönlümüz rüyadan oraya vardı 

Yürü bre dağlar düşmana kaldı 

Alnıma yazılmış bu kara yazı 

Kader böyle imiş söylerim bazı 

 

Ekinlerim el eline kaldı mı 

Mor koyunum ber önüne geldi mi 

Yiğit mahpus olmak ile öldü mü 

Alnıma yazılmış bu kara yazı 

Kader böyle imiş söylerim bazı 

 

Bir para koymayın alın malımı 

Mahkemede kısık ettin dilimi 

Düşman korkmaz görmeyince ölümü 

Alnıma yazılmış bu kara yazı 

kader böyle imiş söylerim bazı 

 

Bu yazdığımı sevdiğime gösterin 

Haççem senden karşılığın isterim 

Şu Antep’te dokuz yiğit beslerim 

Alnıma yazılmış bu kara yazı 

Kader böyle imiş söylerim bazı  

 

D:\Sıddık DEMİR _ DİRGEN ALİ, FOTO.jpg 

 

Haççe de ozandır, Dirgen Ali’nin davetine uyar, şu karşılığı verir: 

 

Kaderin böyleymiş yoktur bahana 

Karga hücum etti uçan şahana 

Bir parmağın değişmezdim cihana 

Beyimi konakta göreydim bir gün 

 

Beyim ile çok sefalar sürdüğüm 

Misafirine ağır yemek verdiğim 

Kır atına gümüş takım vurduğum 

Mahammed’im üstünde göreydim bir gün 

 

Çifte gelinlerim yola bakıyor 

Kırın kişnemesi bizi yakıyor 

Fakı’m Dikenli’ye düşman çıkıyor 

Mavzeri dalında göreydim bir gün 

 

Fakı’m Mahammed’im yaktı özümü 

Mahpus ettim yiğitlerin bazını 

Beyim sağlık ile görsem yüzünü 

Çifte kurbanları keseydim bir gün 

 

İsmail’i sizden aşağı görmem 

Abbas, Yemliha’yı gönlümden silmem 

Bin öğüt verseler birini almam 

Dokuzun da burda göreydim bir gün 

 

Şeref için ağır silah takınır 

Heybetinden uçan kuşlar sakınır 

Mahkemede hakimlere yekinir 

Beyimi konakta göreydim bir gün 

 

Bunu söyler ağlar kaderi kara 

Özledim beyimi uzadı ara 

Gayrı hiç gelmiyor dostların bura 

Eş ile dost ile olaydım bir gün 

 

 
Halit Payza
Gercekedebiyat.com
 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler