Başkaldırı ve itaat
‘İtaat et, rahat et!’ cümlesi kuşaklar boyu milyonlarca insanı etkilemek için kullanılan karanlık bir cümledir.
Bundan birkaç yıl önce gürültülü, gri bir kahvehane televizyonundan açıklama yapan bir politikacı, içinde bulunduğu konumunu anlatırken, sözlerinin sonunda kendine has cüce bir ifadeyle şunu söylemişti: “İtaat et, rahat et!” O zamanlar bu sözü şaşkınlıkla karşılamıştım ve bugün de aynı şaşkınlığım hala devam ediyor. Bir kere “İtaat et, rahat et!..” cümlesi kuşaklar boyu milyonlarca insanı etkilemek için kullanılan karanlık bir cümledir. Bireyden, kendinden vazgeçmesi veya “kendin olma, benim ol” talebini içerir. Benzer şekilde “İsyan etme, çalış” ya da “İtiraz etme, çıkarını düşün ve bana katıl. Bu senin için en iyisidir… Buraya aitsin ve buraya bağlı kalman gerekiyor” gibi cümleler de yine bireyin özgürlük ve başkaldırı eğilimlerini baskılamayı amaçlayarak, ondan kendisini düzen ve dirlik için, yürürlükteki yasalar, kurumlar ve ahlaki normlar için feda etmesini ister… Ve ne yazık ki kör itaati özendiren bu yapılanmalar hemen her dönemde, her çağda; evde, okulda, kurumlarda, inanç ve eğitim öğretilerinde karşımıza çıkarak, bireyi -yani bizleri- otorite için çalışması gereken araca indirgemiştir… Devamlı olarak “Senin yararın benim yararıma bağlı…” denilerek, dizginleri elinde tutanın istekleri doğrultusunda davranış geliştirmeye zorunlu kılmış, otoritenin konforuna karşı çıkmayı ya da taleplerini yerine getirmemeyi bozgunculuk, düzen tanımaz, güvenliği tehdit eden zararlı unsur görerek lanetlemiş ve cezalandırmıştır… (Günümüzde, yukarıya bir kısmını sıraladığım acımasız ve bireye boyun eğdiren uygulamaların sınırları daha da genişledi…) Teknolojik ve maddi bağımlılığın hızla yükseldiği çağımızda, dünün fiziki zorbalığına ek olarak bugün, dikkatimiz ve eğilimlerimiz çarpıtılıyor, amaç ve hedefleri kendileri tarafından çizilen gönüllülük üzerinden “uygar ve uysal” insan tipine dönüştürülmeye çalıştırılıyoruz ve bizler öylesine belirsizlik dolu zamanlar yaşıyoruz ki hangi haklara sahip olduğumuzu, bunları nasıl ve ne zaman kullanacağımızı dahi bilmemekteyiz. Orada burada, sokaklarda, işyerlerinde, cephelerde yok oluyoruz veya yok olmaya hazır halde bekliyoruz… Yeteneklerimizden ve özgürlüğümüzden kaçıyoruz. Kayıtsız kalarak köleliğe devam ediyoruz… Kölelik de öyle bir şey ki bir defa içine düşüverdiğinizde, bir şeye ulaşmak için ne çaba gösterir ne de bilinç geliştirebilirsiniz. Kendinizden çalınanları bile geri isteme becerisini göstermezsiniz, çünkü kölenin tek kaygısı efendisinin iradesine araç olmaktır. İtaat ve rahat etmek ajite edildiği gibi birbirlerini tamamlayan davranış kalıpları değildir, aksine karşıt anlamlar yüklüdürler ve ilerleme, gelişme, ufukların ötesi hiçbir şekilde “itaat” temelleri üzerinden gelişmemiştir. Tarihe baktığımızda şunu net olarak görebiliyoruz: Hemen her uygarlıkta, her yerde ilerlemenin anahtarı başkaldırı olmuştur. En belirgin, en muazzam yeteneklerimizin başında gelir ve adaletten eşitliğe, özgürlükten mutluluğa kadar hayallerimizi, beklentilerimizi, hiç tükenmeden devam eden umutlarımızı gerçekleştirmemizi sağlamıştır. Ve başkaldırı haktır… Evet, bir haktır… Hatta bazı koşullarda bir görevdir… İnsanileşmenin, yenilenmenin üst basamaklarında yer almaya götüren bir görevdir. Yaratıcılığa, yaşamın yeniden inşasına katkıda bulunur, bireyi hiçlikten kurtarır, ona kendine saygıyı, güven ve sorumluluk kazandırır. Haydar UzunyaylaİTAAT Mİ BAŞKALDIRI MI?
Gercekedebiyat.com