Atatürk Bulvarı
Türkiye, 'Bulvar' adıyla cumhuriyet döneminde tanıştı.
Lozan Antlaşması imzalanmış, Türkiye’nin tapu senedi onanmıştı. 9 Ekim 1923 günü İsmet Paşa ve 13 arkadaşının imzasını taşıyan kanun teklifi meclise sunuldu. Ankara’nın başkent olmasını öneriyorlardı. Önerge önce Anayasa Komisyonu’nda sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşüldü, 13 Ekim 1923’de bir karşıt oyla kabul edildi. Ankara, “Devletin makkarı idaresi, Ankara şehridir” cümlesiyle fiilen olduğu gibi yasal olarak da başkent halini aldı. (Oğuz Aytepe, “Ankara’nın Merkez ve Başkent Olması”, Atatürk Yolu, Cilt 9, 2004, 20-22). Öncesinde… Mustafa Kemal Paşa 1921’de yakınlarına Ankara’nın geleceğinden söz etmiş, o yıl kendisini ziyaret eden Le Temps gazetesi yazarı Madame Berthe Georges Gaulis’e “Siyasi başkentimiz Anadolu’nun ortasında kalacaktır. Batının ve doğunun temsilcileri bizimle bu başkentte temas edeceklerdir. Bu başkentte her türlü diplomatik meseleler görüşülecektir. Bu başkentte memleketin iç ve dış politikası idare edilecektir. Bu başkentte milletin sinesinden doğan hükümet çalışacaktır” demiş ve özel olarak, bu Anadolu kentinin Ankara olduğunu söylemişti. (Foto, A, Gaulis) O zamanlar Ankara çorak, bakımsız, kerpiç evli, küçük bir şehir görünümündeydi. Hisar, Aşağıyüz ve Yukarıyüz olmak üzere üç büyük semtten oluşuyordu. Hisar, Ankara Kalesi’nin içindeki mahalle, Yukarıyüz, Samanpazarı-Hamamönü, Aşağıyüz ise Ulus Meydanı’ydı. Bulvar bir yana cadde, sokak nedir bilinmiyordu. Eski Taşhan, yani Karaoğlan Meydanı ve oradan yukarıya şimdiki Anafartalar Caddesine doğru uzanan Karaoğlan Çarşısı “Caddesi” eski Ankara’nın en önemli ticaret merkeziydi. Alan topraktı. Kışın çamurdan yazın tozdan geçilmezdi. 1924’de parke döşendi. Bazı idam cezaları bu meydanda infaz olundu. Tarikat-ı Salahiyeciler adlı yobazlarla, 1926’da şapka inkılabına karşı gelen İskilipli Atıf Hoca ve Kasap Osman bu meydanda asıldılar. Meydan’ın adı sonra Hakimiyet-i Milliye, daha sonra da Ulus Meydanı oldu. Meydan’da, Ankara’nın ilk abidesi Zafer Anıtı’nın açılışı 24 Kasım 1927’de yapıldı. Türkiye, “Bulvar” adıyla cumhuriyet döneminde tanıştı. Ulus Meydanı’ndan başlayarak İstiklal Caddesiyle kesişen yerde sona eren caddenin adı Bankalar Caddesi’ydi. Sonrasında, Gençlik Parkı’nı sağında bırakarak Kızılay’a oradan da Çankaya sırtlarında Çankaya Caddesi ile kesiştiği noktaya uzanan yol Atatürk Bulvarı olarak adlandırıldı. Bu yolu süslemek için büyük çaba harcandı. Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında bunu şöyle anlatır: “Bir imar komisyonu yapmıştık. Reis bendim. Rahmetli vali ve Belediye Reisi Nevzat da bu komisyonun azası idi. Bir ecnebi mütehassısının dediklerini yapmaktan başka elinden bir şey gelmeyen bir belediye reisi olmaya daha ilk günü isyan etti. Açıkça muhalefet de edemeyeceği için, adet olduğu üzere, devamlı bir baltalama yolu tuttu… Rahmetli Nevzat, ‘Malatya’da dağ başında yollar yapmışım. Yansen bana şehir içinde sokak yapmayı mı öğretecek?’ diyordu. Ve göstermelik olmak üzere parasının çoğunu, Atatürk’ün daima geçtiği bulvarı, plan disiplininin tersine, süslemek için harcıyordu.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1968, s.490-492). Atatürk Bulvarı’nın başlangıç noktasında ilk göze çarpan yapı, birbirini dik kesen iki kütleden oluşur. Dış cephesine Ankara taşı ve fildişi renkli sıva giydirilmiştir. Mimar Şevki Balmumcu tarafından sergievi olarak tasarlanan bu bina 1933’de tamamlandı. İthalat yapan firmalar burada kendilerine tahsis edilen reyonlarda mallarını sergilerlerdi. Özellikle manifaturacılar çoğunluktaydı. Yokluk yılları olduğundan sergievinin önünde geceden kuyruklar oluşurdu. İnsanlar dışarıda karaborsada yirmi beş liraya satılan kumaşı reyonda beş liraya alırlardı. Bina, 1940’ların sonunda geçirdiği bir dizi değişiklik sonucunda opera binasına dönüştürüldü. 2 Nisan 1948’de Opera Sahnesi adıyla yeniden kullanıma açıldı. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun büyük ölçekli oyunlarını burada sahnelemeye başlamasıyla zaman zaman “Büyük Tiyatro” olarak da anıldı. Sergievinin karşısında Ankara İtfaiyesi vardı. Ankara’da ilk İtfaiye Teşkilatı 1922 yılı başlarında, Kurtuluş Savaşı içinde “Müstakil İtfaiye Bölüğü” adı ile askeri bir örgüt şeklinde ve Osman Zeki Bey kumandasında kuruldu. Buraya İtfaiye Meydanı adı verildi. 19. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar hatta yetmişli ve seksenli yıllarda dahi şehrin en önemli meydanlarından birisiydi. Herkes tarafından ziyaret edildiğinden Hergelen Meydanı adıyla da anıldı. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde ticaretin kalbinin attığı bölge hüviyetindeydi. Halen şehrin en önemli ve en kalabalık noktalarından biri olan meydanda bitpazarı bulunuyor. Pazarın ziyaretçileri bir şeyler almakla birlikte, eski ve kullanılmış objelere bakmak ve nostalji yaşamak için de burayı geziyor. Pazarda günlük hayatta yer etmiş teknolojik aletlerden kitaplara, kıyafetlerden plak ve kasetlere, pullardan objelere ne aranırsa bulmak mümkün. İtfaiye Meydanı’nın önünde, Bulvar üzerinde İller Bankası binası yer alırdı. 1935-37 yılları arasında inşa edilmişti. Dönemin başarılı mimarlarından Seyfi Arkan’ın eseriydi. Mimar Şevki Balmumcu tarafından tasarlanan Sergi Evi binasını anımsatıyordu. Bu bina 1980 yılında Koruma Kurulu tarafından anıtsal kültür varlığı olarak tescil edilmiş olmasına rağmen 2016 yılında bir cami uğruna katledildi. Akılda kalan en can yakan kısmıysa, yıkımından iki sene sonra “yıkılamaz” kararının verilmiş olmasıydı. Bulvar üzerinde ilerleyelim… 1933 yılında Ankara’da yapımı düşünülen ama çeşitli sebeplerle gerçekleştirilemeyen modern radyo istasyonunun yapımı, Atatürk’ün talimatıyla yeniden gündeme gelmişti. Avrupa’nın en güçlü ve modern radyo istasyonu olarak tasarlanan Ankara Radyosu’nun inşaatına 1937 yılında başlandı, 1938 yılının temmuz ayında bitirildi. 28 Ekim 1938 tarihinde hizmete girdi. (Foto, Ankara Radyosu) Ankara Radyosu’nun hizmete girişinden bir gün sonra cumhuriyetimizin 15. yıldönümüydü. Bu büyük güne yaklaşık bir yıldır hazırlanan Türkiye gibi radyocular da bu şölen için özel bir yayın akışı belirlediler. Üç gün sürecek yayın, müzikler, şiirler, konuşmalar ve hipodromdan naklen gerçekleştirilecek programla bezendi. Ama bu coşkuyu gölgeleyen bir şey vardı: Atatürk ilk kez böyle bir törene katılamıyordu. Ve 13 gün sonra 10 Kasım 1938’de “müdavi ve müşavir tabibler”in verdikleri ölüm raporunu milyonlarca kişi radyodan yürekleri kan ağlayarak dinleyecekti: “Reisicumhur Atatürk’ün umumi hallerinde vahamet, dün gece saat 24.00’te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün 10 ikinci teşrin/Kasım 1938 Perşembe günü saat 9’u 5 geçe Büyük Şefimiz derin koma içinde terk-i hayat etmişlerdir.” (Selim Esen, Radyo Yazıları (1927-1967), Barış Kitap, 2023, s.45). Yine Atatürk’ün kurulmasını önerdiği Ankara’nın ilk fakülte binası Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’dir. 1935-1940 yılları arasında İstiklal Caddesi’ndeki Evkaf Apartmanı’nda faaliyetini sürdüren fakültenin Atatürk Bulvarı üzerindeki binasının planı Alman mimar Bruno Taut tarafından çizildi. 1936 yılında 195 öğrenci ile öğretime başladı. Orta bloğun alınlığında Atatürk’ün “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” özdeyişi yer aldığı fakültede bugün 17 bölüm ve 65 ana bilim dalında eğitim-öğretim yapılıyor. Neler neler yaşandı bu binada… (DTCF-Demir köprü) 1948’de Türkiye’nin irtica odakları Fakülte’nin öğretim üyelerinden Prof. Pertev Naili Boratav, Doç. Niyaz Berkes ve Doç. Behice Boran’ı tasfiye etmek amacıyla çok yönlü bir kampanya açtılar, başarıya da ulaştılar... Yaşananlar acı ve öğretici özelikler taşıyordu. Türkiye’nin siyaset, hukuk ve üniversiteler tarihine bir yüz karası olarak geçti. Türkiye buradakilere benzer cadı kazanlarının kaynatıldığı başka dönemlerden de geçecekti, geçti de… (Mete Çetik, Üniversitede Cadı Kazanı-1948 DTCF Tasfiyesi ve Pertev Naili Boratav’ın Müdafaası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998). Aydınlar tedirgindi… Ankara’da polisin gözü Behice Boran, Sadun Aren, Yavuz Abadan, Seha Meray ve Bülent Nuri Esen gibi üniversite hocalarının üzerindeydi. Öğrenci de huzursuzdu. Özellikle DTCF’de hemen her gün, sağ-sol çatışması yaşanıyor, gerginlik tırmanıyordu. Ankara’da gözaltına alınanlar, trenle İstanbul’a gönderilip tutuklanıyor, hücrelere atılarak çeşitli işkencelere uğruyordu. İstanbul’a gönderilenler arasında Kamuran Baştuji, tiyatro sanatçısı Kemal Bekir (Özmanav) ve şair Ahmed Arif’in adları geçiyordu. Olaylar, “1951 Türkiye Komünist Partisi Tevkifattı” adıyla tarih sayfalarında yerini alacaktı. O günlerde DTCF öğrencisi olan Enver Gökçe, olayları konu alan “Fakültenin Önü” adlı şiiri için “…Bu şiir olayları günü gününe yansıtan en iyi şiirimdir,” diyecekti. Fakültenin yanı demirden köprü Faşistler camlara yürüdüler Gökler ışıyordu yer yer Gökçe’in “Fakültenin önü demirden köprü” dediği Sıhhiye köprüsüydü. Fakültenin yanı başındadır. Atatürk Bulvarı’nın simge yapıları arasındadır. Kentin kuzey ve güneyi arasında görünmez bir duvar gibidir. 1943’de yapımına başlanmıştı. Köprü’nün Kızılay yönüne doğru sol tarafında bugünkü adıyla Abdi İpekçi Parkı ve 1960’lı yıllardan bu yana hizmet veren ve başkentin en merkezi halk pazarı olarak bilinen Yenişehir Pazarı yer alır. (Foto, Abdi İpekçi Parkı) 1927 yılında yapılan Atatürk’ün ayakta ve kılıcına dayanmış halde üniformalı, tunçtan yapılmış heykeli Zafer Anıtı’dır. Milli bayram ve kurtuluş yıl dönümlerinde çelenklerle süslenen anıt Orduevi’nin önündedir. Orduevi de cumhuriyet dönemi yapıları arasındadır. Anıt binadır. Mimarı Clemens Holzmeister’dir. 1930-1931 yıllarında inşa edilmiştir. Yapı, zemin üstüne üç katlı U biçiminde ana kütle ve doğu-batı yönünde U'nun ayaklarından birinin uzatılmasından oluşur. Giriş katında restoran, kulüp üst katlarda koridor boyunca banyolu konuk odaları sıralanır. Bulvar üzerinde Güney’e doğru sağ tarafta… Özen Pastanesi 1930’lu yılların ortalarında, Uçar Sokağın (bugünkü adı İzmir Caddesi) Bulvar ile kesişen noktasında bulunan Armağan Apartmanı’nın alt katında açılmıştı. Dondurma ve pastalarıyla ünlüydü. Beyaz örtülü masaları, Bulvar kaldırımlarına tente ile uzanan şık masa sandalyeli oturma alanları, papyonlu takım elbiseli şef garsonları ile lüks bir mekandı. Sabahattin Ali’nin gözde mekanıydı. Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Melih Cevdet, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas gibi isimlerin buluşma yeriydi. Cumhuriyet dönemi Ankara’sında, Nurullah Ataç ile özdeşmiş bir edebiyat mekânı olarak dikkat çekiyordu. Mavicilerin de sık sık buluştukları edebiyat sohbetleri yaptıkları bir mekandı. Uçar Sokağın karşı tarafında da Kutlu Pastanesi vardı. 1937 yılında Kutlu Apartmanı’nda açılmıştı. Öğle ve akşam saatlerinde hafif yemeklerin sunulduğu, içki servisinin de yapıldığı, akşam saatlerinde Viyolonist Lili Hanım’ın yönetimdeki Macar kadın orkestrasının hafif oda müziğinin çalındığı bir mekandı. Hasan Ali Yücel, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat’ın sıkça ziyaret ettiği bir yerdi. 1950’li yıllarının sonuna doğru, Özen Pastanesiyle aynı kaderi yaşayarak bulunduğu apartman yıkılınca kapandı. 1949 yılının Eylül ayında “Altın Küpeler” filmiyle hizmete giren Büyük Sinema Ulus’taki sinemaların pabucunu dama atmıştı. Ankara’nın en iyi sineması olmuştu. Bulvarın sol tarafında Sıhhiye ile Kızılay arasındaydı. Pastanesi ve dükkanları, iş hanı ve apartmanı ile farklı bir mekandı. Kızılay Meydanına gelindiğinde… Batı’da Kızılay binası, Doğu’da Soysal Apartmanı, Ulus Sineması ve Gökdelen, Güney’de Güven Park ve Bakanlıklar ile donanmıştır. Ulus Sinemasının karşı köşesinde, Amerikan Haberler Merkezi’nin bitişiğinde, Türkiye’nin ilk gökdeleni olan binanın yapımına 1958 yılında başlandı. 1963 yılında tamamlandığında ortaya 86 metre yüksekliğinde, 21 katlı bir yapı çıktı. Emekli Sandığı tarafından yaptırıldığından “Emek İşhanı” adı verildi, işyerlerine kiralandı. İlk iki katı Gima’ya, onun üzerindeki teras “Set Kafeterya”ya, en üst katı da “Kulüp X” adlı gece kulübüne kiralandı. Ankara’nın ilk yürüyen merdiveni 1. ve 2. Katlardaki Gima’da kullanıldı. Gökdelen kuşkusuz bir dönemin mimari kimliğini yansıtması açısından tarihsel bir değe sahiptir. Gökdelen’in karşı çaprazında Atatürk Bulvarı üzerindeki Güven Park da Ankara’nın tarihini yansıtan anıtsal bir yerdir. (Foto, Güven Park) Ve Kızılay Meydanı… DP iktidarının son günleriydi… Öğrenciler Ankara ve İstanbul’da protesto gösterileri düzenliyorlardı. İstanbul’da, 29 ve 30 Nisan 1960 günlerinde meydana gelen olaylarda Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz ve Nedim Özpolat polis tarafından öldürülmüştü. DP yönetimi ortamı yumuşatmak amacıyla, 5 Mayıs günü, saat 5’te, Ankara’da, Kızılay Meydanı’nda bir gösteri düzenlenmesini kararlaştırdı. Buna göre, iktidar partisi yandaşı gençler, Kızılay Meydanı’nda toplanacaklar, Meclis’ten çıkıp Çankaya’ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’i alkışlayıp destekleyeceklerdi. Ne ki, Demokrat Parti karşıtı öğrenciler, gizli tutulan bu etkinliği öğrendiler… 555K (5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te, Kızılay’da) parolasıyla meydan’ da toplandılar. “Geliyor! Geliyor!” sesleri yükseldi. Bir koşturmacadır başladı. Bayar ve Menderes’i taşıyan araç durduruldu. Menderes arabadan çıktı. Saçları dağılmış, kravatı yana kaymıştı. Göğsünü protestocu öğrencilere çevirdi: “Öyleyse öldürün beni!” diye bağırdı. Öğrenciler, “Seni öldürmek istemiyoruz. Sadece istifa et,” yanıtını verdiler. Olanlar 27 Mayıs’ın habercisiydi. Kızılay Meydanı tarihi bir güne tanık olmuştu… (Foto, 555K) Kızılay Meydanı’nın tam göbeğinde İş Bankası’nın kumbara biçimindeki büyük saati vardı. Köstekli saat ya da kol saati taşıyanlar için yararlıydı. Otobüsle, otomobille gelip geçerken de zaman öğrenilebiliyordu. Her şeyi kaldırdıkları gibi Ulus Meydanı’ndaki saatle eş zamanlı Kızılay’daki saat de kaldırıldı… Kızılay Sıhhiye arasında… Sonbahar geldiğinde… Atatürk Bulvarı’nın kaldırımları yaprakların sarı kırmızı renkleriyle donanır, her adımda çıtır çıtır sesleriyle mutluluk saçardı. Akşamüstleri ağaçların üzerine tüneyen sığırcıklar, yürüyenlerin saçına, üstüne başına pisler, “Şansım açılacak” söylentilerine neden olurdu. Güven Park’ın sonlandığı yerde Bakanlıklar başlardı. Onun bitiminde de şimdiki TBMM’nin Bulvara bakan bahçesi içinde sonradan Ankara Halkevi olacak Meclis Başkanı Refik Koraltan’ın ikametgâhı vardı. Az ileride, Sovyetler Birliği Büyükelçiliğinin karşısında 60’lı yılların en yüksek, çağdaş oteli inşa edildi. Büyük Ankara Oteli adı verildi. Gökdelen gibi bu bina da Emekli Sandığı tarafından yaptırıldı. 24 Aralık 1966 günü hizmete giren 19 katlı otelde 12 suit, 2 lüks odayla birlikte toplam 194 oda bulunuyordu. 956 kişilik 2 restoranı, ziyafet salonu, konferans salonu ve 350 kişilik toplantı salonunun yanı sıra yapıda kuaför, sağlık kabini, sauna, gece kulübü, TV salonu gibi farklı birimleri vardı. Başkent’in gazinolarında sahne alan Zeki Müren, Hamiyet Yüceses, Bülent Ersoy, Gönül Yazar, Tanju Okan gibi İstanbul’da yaşayan sanatçıların yanı sıra, Türkiye’ye gelen Sophia Loren, Dario Moreno, Aliki Vuyiklaki gibi dünyaca ünlü sanatçıların da oteliydi. TBMM’nin karşısında olması nedeniyle siyasilerin buluşma noktasıydı. Otel bir de cinayete tanıklık etti… 2 Haziran 1988’de Avukat Kürşat Özkan, iki tabanca ile geldiği Otel’de, dönemin İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Niyazi Adıgüzel, Türkiye Gazetesi Ankara Temsilcisi Mevlut Işık ve iş adamı Davut Çelik’i vurdu, sonra da intihar etti. Tanıklar, Özkan’ın Adıgüzel’in kendisine 5 milyar lira eksik para verdiğini söyleyerek bağırdığını ve bu yüzden çıkan tartışmadan sonra silahını ateşlediğini açıklamışlardı. Büyük Ankara Oteli 1986’da sessizliğe gömüldü. 2005’de satıldı. Bugün Rixos Grand Ankara adıyla hizmet veriyor. 5 Kasım 1959 gecesi… Atatürk Bulvarı üzerinde Çankaya yokuşunda, 49489 plakalı aracıyla gitmekte olan Ankara’daki Amerikan Yardım Heyeti’nde görevli Yarbay Allan Morrison, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda görevli 21 erin içine hızla daldı. Erlerden dokuzu ağır yaralandı. İkisinin bacağı kesildi, üçü komaya girdi. Anlaşma gereği Amerikan askerleri eğer görev sırasında suç işlerse buna Amerikan mahkemeleri, suç görev sırasında değilse Türkiye mahkemeleri bakacaktı. Amerikalı yarbay, çıkarıldığı Ankara’daki Amerikan Askerî Mahkemesi’nde “Görev için bir yere gidiyordum” deyince tahliye edildi. Bu arada hastanedeki ağır yaralı erlerden Aksaraylı 21 yaşındaki Hamza Şahin hayatını kaybetti. Erin cenazesinin kaldırıldığı günün akşamı Yarbay Morrison Ankara’daki Amerikan Haberler Merkezi’nin film stüdyosunda basının karşısına çıktı. Ağladı, sinir krizleri geçirdi, “Yol ıslaktı, karşıdan gelen araç da farlarını kapatmadı” diyerek kendini savundu, “Benim için en büyük ceza çektiğim vicdan azabıdır” dedi. Yerli ve yabancı 43 gazetecinin izlediği basın toplantısında Yarbay Morrison, farkında olmadan başını ağrıtacak bir itirafta bulundu. Olay gecesini anlatırken “Evimden çıktım. Daireme gidecektim. Fakat daha evvel Ankara Üniversitesi’nde Tiyatro Profesörü olan Mr. Redford’u (Profesör Grant H. Redford) ziyaret edip, beraber hazırladığımız bir piyes hakkında kendisiyle görüşmek istedim” dedi. Bu, yarbayın kaza yaptığı sırada görev başında olmadığını gösteriyordu. Polisin raporuna göre de Yarbay kazada yüzde 60 suçluydu. Yarbay, 9 Mart 1960’da tutuksuz olarak Amerikan Askerî Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandı. Tanık olarak dinlenen Cumhurbaşkanlığı muhafız Alayı’nda görevli askerler, Amerikalı Yarbay’ın alkollü olduğunu ve aracını 70 km. hızla üzerlerine sürdüğünü anlattılar. Yarbay’ın aleyhinde ifade everen bir polisin Amerikalılarca tehdit edildiği ortaya çıktı. Mahkeme jürisi Yarbay’ı “istemeyerek ölüme sebebiyet” vermekten suçlu buldu. Ertesi gün de mahkeme kararını açıkladı: Taksitle ödeme seçeneğiyle 1200 dolar para cezası! Bir gün sonra da... Yarbay Morrison, Amerika’ya uçtu. Atatürk Bulvarı nelere tanık olmadı ki! Bulvarın sona erdiği, Çankaya Caddesiyle kesiştiği yerde Zübeyde Hanım Meydanı’na cepheli Atakule inşa edildi. Şehrin simgesi gibiydi… 13 Ekim 1989 günü açıldı. 125 metre yüksekliğindeki kulede dükkanlar, nikâh, seminer, konferans vb. etkinlikler için kullanabilen çok amaçlı kokteyl salonu, 111,8. Metrede döner restoran yer alıyordu. 2014’de dükkanların bulunduğu bölüm yıkıldı, 29 Ekim 2018’de havai fişek gösterileriyle yeniden açıldı. Ankara, başkent oluşunun ardından hızlı bir dönüşüme sahne oldu. Bu dönüşümün en doğru algılanabileceği yer Atatürk Bulvarı’dır. Ulus ile başlayan, Kızılay’a doğru devam eden bu şehrin ilk gençlik macerası, Bulvarın her bir taşına işlemiş ve bir kısmı bugüne kalmış olmasına rağmen hak ettiği önem verilmemiş bir hikayedir. Atatürk Bulvarı üzerinde Cumhuriyet Tarihi’nin adımlarını taşır. Bugün her biri silinmiş olsa da Ankara’nın belleğidir. Selim Esen(Foto, Osmanlı Bankası)
(Foto, Opera Binası)
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı.
Kürsüler kırdılar, höykürdüler
Tığ teber şahı merdan
“Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar
Hıra Dağı kadar Müslüman”
Ve de kanlı bıçaklı düşman
Ortalık ala şafaktı.”
Gercekedebiyat.com