ankara-nin-anilarda-kalan-3-sinemasi-661005.webp


Ankara’nın ilk sineması I. Meclis binasının karşısında yer alan Millet Bahçesi’nde Milli Sinema adıyla 1920’de kurulmuştu. Sinemanın bulunduğu ahşap bina 1929’da yanınca sinema yeniden açılmadı. Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş olan büyük dayım, gençliğinin sinemasının İsmetpaşa Mahallesi’ndeki Sakarya Açık Hava Sineması olduğunu söylemişti. 30’lu yıllar olmalı, sinemaya giriş 5 kuruşmuş. Ulus Meydanı’nda Sümerbank’ın (1936’da eski Taşhan ya da özgün adıyla Hotel Angora yıkılarak yerine Sümerbank binası inşa edilmişti.) bitişiğindeki Yeni Sinema mavi kadife koltuklarıyla Ankara’nın kalburüstü insanlarının geldiği en lüks sinemasıymış.

Mustafa Kemal’in de bir locası olduğu söylenen bu sinemayı ben de sekiz yaşında tanımıştım... Burada film seyredebilmek bir seçkinlik işaretiydi. 1928’de açılan Yeni Sinema 1956’ya kadar hizmet etmişti.

Yeni Sinema’ya yürüyüş mesafesinde olan Kulüp Sineması da adından söz ettirirdi. İş Bankası’nın karşısındaydı. Sinema yanmış, yeniden yapılmış Halk Sineması adı verilmişti. O da yanmış bir kez daha yapıldığında Park Sineması adı verilmişti.

1930-1950 yılları arasında Ankara’nın en önemli sosyal etkinlik merkezleri olan bu sinemalar, büyüyen kentin Yenişehir ve Kızılay’a doğru gelişmesi ve buralarda yeni sinemaların açılmasıyla eski canlılıklarını kaybettiler. 1940’lı yılların başına doğru biz, Sıhhiye’de Ambarlar Yolu üzerinde Gölbaşı Apartmanı’nda otururduk. Ankara Sineması da evimize çok yakındı… Annem “Sait Çelebi’nin sineması” derdi. Oysa Çelebi, o yıllarda çok tanınmış bir maç spikeriydi. Radyo’dan Milli Piyango çekilişlerini de sunardı.

Çelebi, 1943’te Ankara’da Sıhhiye’de Necati Bey Caddesi’nde bir sinemanın işletmeciliğini üstleniyor… Adını “Ankara Sineması” koyuyor. 3 katlı bir sinema… Alt kat, “Duhuliye.” Oturanlar, perdeyi görmek için başlarını yukarı kaldırmak durumundalar. Orta kat “Salon.” Oturanlar perde ile karşı karşıya. Üst kat ise, “Balkon.” Buradaki seyirciler aşağı doğru bakıyorlar. Sait Çelebi, ‘sinemacılık her insanın yapabileceği iş değildir’ diye düşündüğünden olmalı, sinemayı işletemiyor, bir Şirket’e satıyor. Şirket, İş Bankası’nın Ankara’da eğlence yerlerinin işletmesini üstlenen Ankara Sinema İşleri Limited Şirketi adlı bir şirket. Yeni, Kulüp ve Sus sinemaları “şirket sinemaları” olarak tanımlanırken, Ankara Sineması da bu guruba katılıyor. Sait Çelebi satış işleminden bir süre sonra yaşama veda ediyor (1897-1953). William Holden ve Kim Novak’ın başrollerini paylaştığı 1955 yapımı “Piknik” filmi 1960’da Ankara Sinemasında oynamıştı. Ankara, sinema tarihinin en büyük kalabalığına tanık olmuştu o yıl. Ankara Sineması 1988’e kadar 45 yıl aralıksız Ankaralılara hizmet verdi.

Ulus ise, Yenişehir semtinin ilk sinemasıydı. Burasını da Sait Çelebi işletiyordu. Sinema 1939’un ocak ayında Tino Rossi’li bir filmle perdesini açmıştı. Çelebi, bir yıl geçmeden de sinemayı devretmişti. Kızılay kavşağında, altında Süreyya Pavyonu, karşısında Modern Palas vardı. Kendine özgü bir kokusu vardı Ulus’un. Sanki bir nem, bir toz ve bir küf kokusu karışımı bir kokuydu. Alt kat duhuliye ve salon; üst kat, balkondu. Çoğunlukla Amerikan yapımı filmler gösterilirdi.

50’li yıllarda ışıkların üç defa yanıp sönmesi filmin başlayacağına işaretti. İlerleyen yıllarda ışıklar yerini üç defa gong sesine bırakacaktı. Yurttan-dünyadan haberlerle başlardı seanslar. Ardından gelecek program fragmanı yansıtılırdı... “Acı Pirinç”in fragmanında İtalyan dilberi Silvana Mangano seyircilerin yüreklerini hoplatmıştı. Dört gözle beklemişlerdi filmin gelmesini. Geldi ve gidildi, ama beklenildiğine değmemişti; film sansüre uğramıştı.

60’lı yıllarda patlamış mısır makinası getirdiler Ulus Sineması’nın önüne. Yoldan geçenler başına üşüştüğü gibi, film izleyecek olanlar da patlamış mısır kuyruğuna girerlerdi. Kese kâğıdı içinde verilirdi patlamış mısır. Kuyrukta oyalanıp da geç kalanlara elinde fener, yol göstericiler yardımcı olurdu. O önde, film izleyicisi arkada yerlerini bulurlardı. 1939’da açılan Ulus Sineması 28 yıl hizmet verdikten sonra 1967’de kapandı.

Büyük Sinema açılmadan Ankara ve Ulus Sinemalarına ilgi büyüktü… Hemen hemen bütün filmler büyük bir ilgiyle seyredilirdi. Kimi zaman o kadar seçme, o kadar güzel filmler olurdu ki, sinemada yer bulmak adeta imkânsız olurdu. Halk matineleri vardı. Çarşambaları 14.00, Cumartesi ve pazar günleri de 11.00 ve 13.30 seansları… Bu matineleri genellikle öğrenciler, gençler doldururdu. 10 dakika ara sigara tiryakilerinin sabırsızlıkla bekledikleri zamandı. Sinema fuayesini bir anda sigara dumanı kaplardı. Film arasını içeride geçirenlerse kuru yemiş, gazoz, çikolata ve “frigo buz” satıcısını beklerlerdi. Geç gelenlerin, filmin başlangıcını kaçıranların telafisi yoktu.

Oysa Denizciler Caddesi’ndeki eski adıyla Güneş yeni adıyla Sümer Sineması “36 kısım tekmili birden” filmler gösterdiğinden seyirci filme yarısında girse bile başını izleyebilirdi. Bu sinemada filmler devamlı oynatılırdı… Bilet alıp girdiğinizde, eğer film oynuyorsa; istediğiniz yere oturur, film bitse de bir sonraki seansta filmin baş tarafını seyredebilirdiniz… Yani sabahleyin girseniz ve gece yarısı çıksanız, kimse size laf etmezdi Sümer Sineması’nda. Sinema girişindeki uyarı tabelası dikkat çekerdi: “Küfeyle Girilmez!

1949 Eylül’ünde, Altın Küpeler filmiyle kapılarını açan Büyük Sinemayla Ankara Sineması da Ulus Sineması da cazibelerini kaybettiler. “Kamelyalı Kadın”, “Rüzgâr Gibi Geçti”, “Vahşi Rüzgârlar Önünde”, “Mrs. Miniver”, Love Story gibi filmlerle Büyük Sinema Ankara’nın gözdesi oldu. Hele “Rüzgâr Gibi Geçti” filmi, başrol oyuncuları Clark Gable ve Vivien Leigh’in ustalıkları bir yana izleyiciyi hiç de sıkmayan 4 saatlik süresiyle tam bir sinema şöleniydi. Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ilk renkli Türk filmi Halıcı Kız’da Büyük Sinema’ da oynamıştı. 3 Boyutlu (3D) ilk film de yine Büyük Sinema’ da gösterilmişti. 1950 yılıydı… “Canavarlar Sarayı” filmini izleyecek seyirciye, biletle birlikte kartondan yapılmış, bir tarafı mavi bir tarafı kırmızı gözlük veriliyor, çıkışta geri alınıyordu. Adı gibi kendisi de “büyük” tü Büyük Sinema... Ankara’nın en büyük sineması 29 yılın ardından 1978’de son kez seyirciyle buluştu.

Ve…

1968 yılının başına kadar başkentin en önde giden eğlencesi sinemalardı. Ne zaman ki Ankara Televizyonu yayına başladı sinemalar gözden düştü.

1966 yılında TRT kurumuna giren bu satırların yazarı çocukluk ve ilk gençlik yıllarının Ankara sinemalarını elli altı yıl sonra özlemle ve hüzünle anacağını nereden bilebilirdi ki...

Selim Esen
Ger çekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler