selim-esen-trt-1722024135249.jpg


Buna göre kanal, bu süre içinde AK Parti ve MHP’ye toplam 53 saat, CHP ve İYİ Parti’ye ise toplam 14 saat yer verdi. HDP’ye ayrılan süreye dair herhangi bir bilgiye ulaşılamazken, aleyhte yayın ise hiç yok.[1]

Bu ne anlama geliyor derseniz…

Kısaca, devletin yayın organı TRT, kendi yasasını çiğniyor, onu denetlemekle görevli RTÜK ise, sorumluluktan kaçınıyor diyebiliriz. Özellikle Radyo’nun tarihsel geçmişine baktığımızda Radyo yayınlarından şikâyetler olduğunu, ama bugünkü gibi yandaş yayıncılığın zirve yaptığına tanık olunmadığını söyleyebiliriz.

Anımsayalım:

2 Kasım 1920’de ABD’nin Pittsburgh kentinde süreklilik kazanan radyo yayınları ile yolumuz yedi yıl sonra kesişmişti.

Türkiye ilk radyo yayını ile 6 Mayıs 1927 günü tanıştı. Eşref Şefik’i o gün tanıdı. Yıllar ilerledikçe Radyo’dan şikayetler başladı. Bu konuda başı Tan Gazetesi yazarı Refik Halid Karay çekiyordu. Karay, hemen hemen her gün Radyo’daki olumsuzluklara değiniyordu. 13 Kasım 1943 tarihli “Küstah Parazitler” başlıklı yazısı ise, adeta bir başkaldırı niteliğindeydi:

“Harpten sonra aksaklığını düzeltip pürüzsüzce işler hale sokacağımız bozuk düzen tesislerimizden biri de şüphesiz Ankara’daki radyo merkezidir. Türkçede işleri yolunda giden, nüfusunu yürüten bir adam için ‘düdüğü ötüyor, düdüğünü öttürüyor’ denirse de bu sözü şimdi bir radyo için kullanırsak onu övmüş değil, çekiştirmiş oluruz. Radyo merkezinin düdüğü ötmeyeni, düdük öttürmeyeni istenir. Halbuki Ankara’nın uzun dalgası -hele geceleri- batmak üzere iken imdat işareti veren bir vapurunki gibi tiz, korkunç ve devamlıdır. Bir müzik parçası çalınırken yahut bir haber, demeç, konferans veya müziği beğenmeyenlerin ıslığına benziyor, bir protesto gösterisi yerine geçiyor. İnsan ne kadar dişini sıksa, dayanayım dese de sinir harbinden yenilmiş çıkmaya mahkumdur, düğmeyi çevirip de başka bir merkezin düdüksüz ve ıslıksız, terbiyeli muhitine kavuşunca ‘…dünya varmış’ demekten kendini alamaz. Düdük sesine karışan bir radyo konseri mükemmel bir işkencedir; mesela kültür ve zevk sahibi bir kabahatliye o derece fena tesir edebilir, sinirler gevşetip maneviyat bozabilir ki, yaptığı ve yapacağı hakkında onu bülbül gibi söyletebilir. Radyo düdüğünü tepenizde yanan beş bin mumluk keskin ışık kadar az çok medeni bir işkence vasıtası sayabilirsiniz. Fakat radyomuzun düdükten başka bir de hemen hemen hiç tükenmeyen paraziti vardır. Parazit bakımından dünya rekorunu o kırmıştır. Parazitle övünülse göğsümüzü kabartmak gerçekten hakkımızdır; merkezimiz sanki radyo değil, beş kıtanın neresinde gök gürlüyorsa kaçırmadan onu bize nakleden bambaşka bir alettir; sismograflar zelzeleyi, bu süslü kutu gök gürültülerini haber verir. Hem parazitimizin acayip bir hususiyetini de unutmayalım: Bilmem siz de dikkat ettiniz mi, ne zaman önemli bir haber olur veya haberlerle nutuklar tam can alacak noktasına gelirse o dakikaya, hatta saniyeye kadar yatışmış halde duran parazit bir anda batarya ile ateşe başlar. Beş yüz trampet birden selam havası çalar. Kısa dalgamızın paraziti, parazitlerin en aksisi, densiz ve küstahıdır. Harp sonu ona da bütün küstah parazitler gibi haddini bildirmekte gecikmeyelim.”

81 yıl önceki bu ‘parazit’ şikâyeti bugün çok daha farklı bir içerik kazandı. Devletin yayın kuruluşu TRT bugün, siyasileşme şikâyetinin muhatabı oldu.

Türkiye radyolarının tarihçesi incelendiğinde, başlangıç yılı olan 1927’den bugüne yapılan yasal düzenlemelerle, eğitime, haber ve bilgi verme, kamuoyu oluşturma, eğlendirme gibi işlevleri yüklendiği görülecektir.

Ne var ki, Türkiye radyoları, başlangıcından itibaren, Türkiye’nin siyasal ortamıyla birlikte ele alındığında, özerk döneme kadar olan dönemde, siyasi erki elinde tutan hükümetlerin etkisi altında kalmıştır. Radyoları devlet tekeli altına alarak, kendisinden beklenen kamu hizmetini daha verimli bir şekilde yerine getireceği umulsa da radyoların siyasi iktidarların etki alanında bulunması, bu umudun gerçekleşmesini engellemiştir.

TRT öncesi ve sonrası dönem teknik gelişmeler açısından incelendiğinde, yedi yıllık özerk dönemde (1965-1971) 37 yıllık TRT öncesine göre yüzde 100’ü aşan bir gelişme kaydedilmiştir. Ayrıca özerk TRT döneminde, çalışanların eğitimine ve gelişimine büyük önem verilmiş, kurumun nitelikli eleman sayısı arttırılmıştır. Prodüktörlük kavramı da ilk kez özerk TRT döneminde geliştirilmiş ve işlerlik kazanmıştır. Böylece radyo yayıncılığına profesyonel bir yapı kazandırılmıştır. Özerk TRT pratiğinde yaşanan olaylara bakıldığında, özerk TRT’nin geniş bir kamuoyu desteği bulamadığı anlaşılmaktadır. Özerk TRT’nin sağ-sol cepheler arasında kan davasına dönüşen siyasal çekişmelerin arasında kaldığı, bunun da yedi yıllık özerklik çabalarına zarar verdiği söylenebilir.

TRT özerkliğinin kaldırılmasına yönelik çabalar incelendiğinde, sağ kesimin TRT’yi ve genel olarak özerk kuruluşları kıyasıya eleştirdikleri, 359 Sayılı Kanun’un Başbakana ve siyasal otoriteye verdiği yetkileri az buldukları görülmektedir. Sağ kesim, TRT’yi bu dönemde, muhalefet partileri CHP ve TİP lehine partizanlık yaptığı, komünizm propagandası yaparak yıkıcı, bölücü yayınlarda bulunduğu, din aleyhtarlığı yaptığı ve Türkçeyi kötü kullanarak dili bozduğu gibi konularda eleştirmektedir. Bu eleştirileri dile getirenler, yedi yıllık dönem boyunca, TRT’nin mutlaka ıslah edilmesi gereken bir kurum olduğunu, bunun da ancak 359 Sayılı Kanun’un değiştirilerek yapılabileceğini tekrarlamışlardır. Bu isteğin tekrarlanmasının ana nedeni, kanunun CHP hükümeti zac+manında çıkarılmış olmasında yatmaktadır. Kendini Demokrat Parti’nin mirasçısı ve devamı olarak gören -yedi yıllık dönemin altı yılında iktidar partisi olan- Adalet Partisi, toplumu büyük ölçüde etkileyebilen yayın organını düzenleyen yasaya kendi imzasını atmak arzusunda olmuş, ancak, bunu başaramamıştır. AP’nin başaramadığını 12 Mart muhtırasını verenler yapmışlar, 1961 Anayasası’nın pek çok maddesini olduğu gibi 121. Maddesini de değiştirerek TRT’nin özerk değil ama “tarafsız” bir kurum olmasını sağlamışlardır.

Yaşanan bütün olaylara rağmen, TRT’nin özerk döneminde pek çok yönden başarılı olduğunu, teknik, personel ve programcılık açısından çok büyük gelişmeler kaydettiğini kabul etmek gerekir. Türkiye radyolarının hiçbir dönemde böyle bir gelişme ivmesi yakalayamadığı düşünülürse, kurumun idari ve mali yayın özerkliğinin sürmesi, kurumun daha hızlı gelişmesini sağlayabilirdi.

Dememiz o ki…

Toplumu etkileme potansiyelini elinde tutan -kamu kuruluşu ya da özel kuruluşlar olsun- bütün kitle iletişim araçları mali, idari ve yayın özerkliğine sahip olmalıdırlar. Bu kurumlarda çalışan yayın elemanları özerkliğin anlamını iyi kavrayıp, kendileri de özerk bireyler olmalıdırlar.

 [1] 11 Mart 2024 tarihli gazeteler.

Selim Esen
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler