Son Dakika



Willi de kim? Benim çok iyi bir arkadaşım. Avusturyalı. Kız arkadaşı Türk. Sık sık görüşürüz. Grubumuz ne kadar kalabalık olursa olsun Willi mutlaka bana yakın bir yere oturmak ister, ben de ona yakın. Çoğunluğu kadın olan diğerlerinin konuştuklarına hiç karışmayız, kendi aramızda sohbet ederiz. Dünya olaylarına çok yoğun ilgisi vardır. Çok okur, kültürlü bir arkadaştır sağ olsun. Kafası iyi çalışır. Sağduyuludur, hassas bir duygu yapısına sahiptir. Toplumsal eğilimli bir kişi olduğunu eklemek zorundayım, unutmadan.

 

Geçenlerde gene bir araya geldik, karşı karşıya oturduk, uzun masanın bir ucuna. Diğerleri hemen birbirleriyle konuşmaya başladılar, biz ise önce hangi konuyu açacağımızı düşünüyorduk, içeceklerimizi –o bira, ben şekersiz limonata- ısmarlarken. Bana dikkatle bakıyordu.

 

“Ne var Willi?” dedim, “Ne diye öyle gözlerini bana diktin?”

 

“Sana çok önemli bir konu açacagım” dedi. Biraz gerildim. Bugüne kadar konuya böyle girdiğine tanık olmamıştım.

 

“Aç o zaman,” dedim.

 

“Ek emekli maaşı veren şirketler hakkında ne biliyorsun?” diye sordu. Bardağına baktım. Daha yarılanmamıştı bile. Benim bu gibi konulara ilgi duymadığımı biliyor olmalıydı.

 

“Herkesin bildiğini işte,” dedim. “Her ay para ödüyorsun, emekli olduğunda da ek bir para veriyorlar sana.”

 

“Tüm bildiğin bu kadar mı?”

 

Bir an kendimi zorladım, belleğimi karıştırdım, “Evet,” dedim, “Bu kadar.”

 

“Bu şirketlerin emeklilere yıllarca ek ödeme yapmaya meraklı olduklarını falan sanmıyorsun herhalde. Yoksa, sen, bu adamların hayır kurumu olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu bu kez.

 

“Willi,” dedim, “Bu herifler tabii ki hayır kurumu işletmiyorlar. Bildiğim kadarıyla büyük kampanyalar açıyorlar, bir sürü insan gidip bunlarla anlaşma yapıyor ve her ay belirli bir para ödüyor, sonra da sırası gelenlere bu paradan ek emeklilik dedikleri ödemeleri yapıyorlar. Para kazanmasalar bu işi yapmazlar herhalde.”

 

“Kampanyaların başlangıç tarihlerini anımsıyor musun?” diye sordu bu kez.

 

“Hayır.”

 

“Dinle o zaman. Çok kısa bir zaman içinde bu şirketler topluca çok sayıda insana ödeme yapmaya başlayacaklar,” dedi.

 

“Eee, ne yapayım, ödesinler o zaman!”

 

“Ödeyemeyecekler işte. Yok  o kadar paraları,” dedi.

 

“Akşam akşam beni zorlama. Bulurlar bir yerden, öderler. Yeni kampanya açarlar, yeni insanlarla anlaşmalar yaparlar, onlardan paralar alırlar, öderler,” dedim, “Buna da ben mi kafa yoracağım?”

 

Öne doğru eğildi, sağ elinin işaret parmağını kendisine doğru oynatarak beni de ona doğru yaklaşmaya yöneltti, kimsenin duyamayacağı kadar alçak bir sesle, “Geçen gün çok önemli adamlarla bir aradaydım,” dedi. Gözlerini masaya gezdirdi, kimsenin bizimle ilgilenmediğine emin olunca da, “Hepsi bu işi yapıyordu adamların. Büyük panik içindeler. En  geç altı ay içinde patlayacaklar,” diye fısıldadı.

 

“Patlasınlar, beter olsunlar,” dedim. “Bana mı sordular bu boktan işe başlarken? Düpe düz saadet zinciri bu. Beceremeyecekleri zaten baştan belli değil miydi?”

 

“Konu o kadar basit değil,” dedi. “Karmaşık.” Yüzü çok ciddileşmişti. Ben de yavaş yavaş tedirgin olmaya başlıyordum.

 

“Karmaşık falan değil. İlle batmak istemiyorlarsa anlaşırlar hükümetle, zararlarını gene biz öderiz Willi” dedim, “Bana bu saatte kapitalizmin nasıl bir nane olduğunu anlattırma, sanki bilmiyorsun!” Sabrımı bilerek mi zorluyordu acaba...

 

“Adam başı 10 bin Avro ödemeye hazırlar,” dedi.

 

“Ek emeklilik alacaklar 10 bin Avroya razı olmazlar ki,” dedim, “Herifler kim bilir kaç para yatırmışlar, bu parayı alıp ölsünler mi?”

 

Willi sağ elini avucu bana bakacak şekilde havaya kaldırdı, ‘şak’ yapmamı bekliyordu. İsteksizce sağ avucumu onunkine vurup şaklattım. Gülümsedi, “Senin en çok bu özelliğini seviyorum,” dedi, “Hemen konunun en önemli yanına geliveriyorsun.” Gözüm bardağına gitti. Birası bitmişti. Bir bardak birayla asla sarhoş olmazdı. Servisteki kıza bir bira daha ısmarladı. İçimden kendime sabır diledim. Willi gülümsemeye devam ediyordu.

 

“Adam başı 10 bin Avro verecekler,” diye yineledi.

 

“Söylemiştin bunu.”

 

“Öyle değil,” dedi, “Emeklileri öldürenlere 10 bin Avro verecekler.”

 

Gözlerinin ta içine dikkatle baktım. Artık gülümsemiyordu. Olanca ciddiyetiyle bakışlarımı karşıladı. Bu kez ben, masanın geri kalanına dikkatle göz gezdirdim, bizimle ilgileniyorlar mı diye, yetinmedim, yan masalarda oturanları ve servistekileri taradım. Konuşmalarımıza hiç kimse kulak kabartmamıştı.

 

“Nasıl yani, adam mı öldüreceğiz?” diye kekeledim.

 

“Adam, kadın, ne olursa,” diye yanıtladı, “Cinsiyetin bir önemi yok.”

 

“Atarlar içeri, ömrümüzün geri kalanında ışık görmeyiz,” dedim, “Yakarsın bizi.”

 

Olgun ve anlayışlı bakışlarla süzdü yüzümü, yeni gelen birasından -ikinci- büyük bir yudum aldı.

 

“Adamlar çok güçlü. Hiç merak etme, bize bir şey olmaz. Hele de senin titizliğinle, kimse bize bir şey yapamaz,” dedi.

 

“Titizlik mi?”

 

“Neden konuyu sana açtığımı anlamadın mı? Sen ayrıntılara o kadar meraklısın ki, kimse bize ulaşamaz.”

 

“Hatasız kul olmaz,” diye mırıldandım. Bunun bir şarkı sözü olduğunu Willi bilmiyordu tabii ki. “Bir yanlış yaparsak, enseleniriz,” dedim. Yutkundum, şekersiz limonatamı bir yudumda bitirdim, ekledim: “Teker teker emekli mi öldüreceğiz, sonu gelmez ki bu işin...”

 

Willi bir sigara yaktı, dumanların arasından bana bakıyor, söyleyeceklerini sıraya koyuyor gibiydi. Çok anlayışlı bir hali vardı.

 

“Ben her şeyi düşündüm. Tabii ki teker teker öldürmeyeceğiz. Gruplar halinde işlerini bitireceğiz,” dedi.

 

“Katliam yani?”

 

“Olumsuz bir vurgu sezdim sözlerinde,” dedi. Çok duyarlı bir insan olduğunu söylemiştim. Gerçekten olumsuz bir vurgu mu yapmıştım? Bunu hiç istemezdim. Hele de Willi’ye karşı.

 

“Hayır,” dedim, “Olumsuz değil ama, hani, yani, pek de olumlu sayılmaz bu iş değil mi? Sonuçta insanları kitle halinde öldürmekten söz ediyoruz.”

 

“Başka türlü yapamayız ki,” diye başladı, “Biz, sonuçta bu işi para, çok para için yapacağız ama, konu tabii ki sadece para değil; sende, yapacağımız işin sosyal yararları konusunda henüz bir yargı oluşmamış galiba,” dedi. Gerçekten duyarlı bir insandı, duygularımı hemen anlayıvermişti.

 

“Yok, oluşmadı henüz,” dedim. “Kitle halinde insanları öldürmenin sosyal yararları hakkında hala bir fikrim yok.”

 

“Anlatayım. Bir kere, bu işten ek emeklilik şirketleri kazançlı çıkacak, değil mi?” dedi. Haklıydı.

 

“Evet,”dedim.

 

“Sonra, devlet, yani emeklilik kurumu, ölenlere bir daha emekli maaşı ödemeyeceği için, memnun olmayacak mı?” Bunda da haklıydı.

 

“Evet,” dedim.

 

“Emekliliği çok uzak olanlar, emeklilerin azalmasından yarar sağlamayacaklar mı? Kendi emekliliklerini güvencede görmeyecekler mi?” Gene haklıydı.

 

“Evet,” dedim.

 

“Emeklilere, yaşlılara hizmet veren kurumlar, hastaneler, bakımevleri, evlere yardımcı bakıcı gönderen kuruluşlar bu işten yarar sağlamayacaklar mı?” Willi hep haklı olmak zorunda mıydı?

 

“Evet,” dedim. Kuşkularım dağılmaya başlamıştı.

 

“Son olarak,” dedi, “Emeklilerin kendileri, sürünmekten, bir takım odalara sığıştırılıp tombala  oynamaya zorlanmaktan kurtuldukları için şanslı sayılmayacaklar mı?” İşte bunda gerçekten çok çok haklıydı.

 

“Evet, ama bir sorum var. Parayı, yani adam başı 10 bin Avro’yu, açıktan mı alacağız?”

 

“Hayır,” dedi, “Şirket kuracağız. Senle ortak olacağız. Yarı yarıya.”

 

“Yarı yarıya?”

 

“Evet,” deme sırası bu kez ona gelmişti. Çok heyecanlanmıştım. Kazanacağımız parayla yapacağımız işleri düşünmekten başıma ağrı girdi girecekti.

 

“Düşünmem lazım,” diyerek tuvalete gittim. İşimi görürken, yanıma bir adam geldi. Dikkatle pantalonunun önünü açtı, ayaklarını iyice yerleştirdi, derin bir soluk verdi ve işemeye başladı. Hafifçe yan dönüp yüzüne baktım. O da bana döndü. Gri yeşil gözleri insanın içini acıtacak denli soğuktu. Bu adam her şeyi yapabilirdi. Ayrıca da o kadar titiz bir insandı ki, eğer Willi bu adamı görürse işi kesin ona önerirdi. Yüzde 50! Buna izin veremezdim. Adamı oracıkta, hemencecik... Başını fayanslara vura vura... Yok, olmazdı. Hazırlıksız olmazdı bu iş. Vazgeçtim. Hemen masaya geri döndüm, önce göz kapaklarımı aynı anda kapatarak olumlu bir işaret verdim, ardından da sözel olarak, “Tamam Willi,” dedim, “Anlaştık!”

 

“Düşünme sürenin uzun olmamasına çok sevindim,” dedi. Sözünün iki hatta daha çok ve aşırı tehlikeli anlamlara çekilebileceğinden tedirginlik duymuyordu. Duyarlı bir insandı. Bir şekersiz limonata daha ısmarladım. Huzurluydum. Geleceğe umutla bakıyordum artık.

 

 

Selim Yalçıner

Gerçekedebiyat.com

selim.yalciner@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM