İrtica 107 Yaşında / Selim Esen
Rumi takvimde 31 Mart 1325, günümüz takviminde 13 Nisan 1909’dur. O gün ülkemizin büyük sorunlarından birini açıklığa kavuşturan önemli bir gündür. 107 yıl önce Türkiye’de yaşanan böyle bir günün yarattığı etki, bugüne uzanır. Bu ülkenin devrimci kuşakları o günün kendilerine yüklediği görevleri birbirlerine teslim ederek Türkiye’nin kaderini ve yönünü korumuştur. Kuşkusuz bu gibi olaylar, karşıt fikir ve hareketlerin çatıştığı ortamların ürünüdür. Tarihte adı “31 Mart Vakası” olarak geçen 13 Nisan 1909 olayları böyle bir ortamın sonucudur. Her toplumda gerici ve tutucu fikirlerle devrimci fikirler karşı karşıyadır. Amaçları pek belli olmayan, farklı, tabanı ile tavanı arasında yeterli bağlantı olmayan toplumların yaşamında 31 Mart gibi sarsıcı hareketler uygun ortam bulmuştur. Gerici ve tutucu fikirlerin karşısında olanlar daima bu görüşe sahip olmuştur. Olayın bünyesindeki uyuşmazlık, bu karşıt akım öncülerini birbirine karşıt cephelere ayırmıştır. 31 Mart günü Galata Tarih, tutucu ve gerici cephedekilerin yöntemlerinin daha sert, daha hızlı ve daha kanlı olduğunu göstermiştir. 107 yıl önce 12 Nisan Pazartesi gecesi Teşkilat ’taki avcı taburunu ayaklandıranlar, daha önce toplumu hazırlamak için yoğun bir çaba içerisindeydiler. Eğitimi ve belirli bir işi olmayan, dervişlik ya da mevcut tarikatlardan birine bağlılığı da saptanamayan Derviş Vahdeti adındaki gerici, yayınladığı Volkan adlı gazeteyle toplumu amaçları doğrultusunda hazırlıyor, fikirlerine karşı çıkan devrimcilere acımasız saldırılarda bulunuyor, yarattığı ortam içinde onları etkisiz kılmaya çalışıyordu. Oysa gerek Volkan gazetesi, gerekse bağlı bulunduğu İttihadı Muhammedi Cemiyeti, onun için para kazanma aracıydı. "Hareket Ordusu" İstanbul'a girerken Derviş Vahdeti’nin yarattığı akıma karşı, Mizan gazetesini çıkaran Murad Beyle, Serbesti gazetesini yayınlayan Hasan Fehmi Bey mücadele içerisindeydiler. 6-7 Nisan 1909’da Hasan Fehmi köprü üzerinde öldürüldü. Hareketin ilk kurbanıydı… Olayla birlikte gerici akımın topluma yayılması hızlandı. Taşkışla’daki avcı taburunu da örgütünün içine alan gerici akım, 12 Nisan gecesi devlet otoritesini tanımadığını ilan etti. Avcı taburunun erleri bir çavuş komutasında, subaylarını tutsak aldıktan sonra, 13 Nisan sabahı Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar, slogan attılar; Hükümetin çekilmesini, bazı milletvekillerinin azledilmesini, şeriat hükümlerinin geçerli olmasını ve alaylı subayların orduya döndürülmesini istiyorlardı. Eylemli saldırılar başladı… Adliye nazırı Nazım Paşa ile Lazkiye mebusu Emir Şekib Aslan Bey öldürüldü, Bahriye nazırı yaralandı. Köprü üstünde öldürülen genç süvari teğmeni Sabahattin’e kimse el sürmeye cesaret edemediği için, cesedi bir gün yerde kaldı. Ayaklanma avcı taburunun dışında diğer birlikleri de kazanmaya başladı. Asar-ı Tevfik gemisinin süvarisi Ali Kabuli Bey gerici askerler tarafından, padişahın gözleri önünde süngü ve dipçiklerle parçalandı. 24 Nisan 1909’da İstanbul’a giren Hareket Ordusu, başkenti bu saldırıdan kurtardı. Kurtuluşu sağlayanlar, Türk devriminin önde gelen seçkinleriydi. Hareket Ordusu’nun komutanlığını eline alan Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa, bu kuvvetin kurmay başkanlığına Mustafa Kemal’i tayin etmişti. Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanlığını yaptığı Hareket Ordusu, kısa zamanda ayaklanmayı bastırdı. Peyki Şevket gemisi kumandanı Hüseyin Rauf Bey (Rauf Orbay), Yeşilköy telgrafhanesinde Mahmut Şevket Paşa’nın yanına girdiği zaman, Paşa, kıta kumandanı Ali Fethi Bey’in (Fethi Okyar) bir telgrafını okuyor, karşısında Hareket Ordusu Kurmay Başkanı (Erkan-ı Harbiye Reisi) Mustafa Kemal Bey’e (Büyük Atatürk’e) bu telgrafın karşılığını yazdırıyordu. Aynı gün İsmet Bey’in (İsmet İnönü) birliği de Yıldız sarayını kuşatmıştı. İdamlar 31 Mart Vakası’nın nedenleri üzerinde duranlar olmuş, fakat belirli noktalarda birleşememişlerdir. Ayaklananların resmi istekleri dışında, bir toplumu devamlı olarak ileri götüren düzenin kendisi vardı. Olayı yaratan nedenleri çoğaltmanın ya da bunları araştırmanın fazla yararlı ve önemli olduğu üzerinde durmayanlar da vardır. Bunlara göre, konu sadece toplumdaki gericilerle, devrimcilerin istedikleri düzenin çarpışmasıdır. Her toplum bu gibi olaylara ortam hazırlamıştır. Bugün de toplumda her iki düşüncede olanlar vardır. Gericiliğin ayıplandığı, kötülendiği hatta toplum tarafından kınanıp cezalandırıldığı çağdaş ülkelerde 31 Mart ve benzeri üzücü olaylar yer bulamaz. Toplum ve toplum düzeni onları düşünce aşamasında yok eder. Ancak, zayıf bünyeli toplumlarda gerçekte sadece manevi değeri olan din, bu gibi olaylar için araç olarak kullanılır. Hatta çoğu kez yanlış ve saygısızca ilerici hareketler karşısında “din elden gidiyor” sloganı kullanılır. Taksim Topçu Kışlası 31 Mart, Şeyh Said ve Kubilay olayları daha öncekiler gibi toplum üzerinde çok acı ve silinemez izler bıraktı. Bunun içindir ki, Atatürk devrimlerinde ve bugünkü Anayasamızda vicdan hürriyetinin kötüye kullanılmasına karşı gerekli yaptırımlar konuldu. Anayasamız bunu şöyle dile getiriyor: “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler dini ayin ve törenler serbesttir… Kimse devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlamak amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtanlar kanuna göre cezalandırılır.” Bunların tümünü 31 Mart’ın 107’inci yıldönümünde bir defa daha anımsatmayı ulusal ve tarihi görev sayıyoruz. Selim Esen Gerçekedebiyat.comDİN ELDEN GİDİYOR! ŞERİAT İSTERİZ!"
YORUMLAR