Son Dakika



 

Çok uzaklara, Roma saldırganlığına, Haçlı Seferlerine, Moğol saldırısına, Selçuklu kırımlarına, gitmeye gerek yok; emperyalist paylaşımın didik didik ettiği, “Sevr” dayatmasıyla karşı karşıya bıraktığı Anadolu; Kurtuluş Savaşı’yla bu dayatmayı “Lozan”a dönüştürmeyi başardıktan bir süre sonra bile yeni belalarla savaşmak zorunda kaldı.

 

1930’lu yılların kuruluş ve yapılanma döneminden sonra yaşanan 1940’lı yılların aydınlık-karanlık savaşımında karanlık güçlerin üstün gelmesi sonucunda bazı adımlar atılmaya başlandı. Bu adımlar Amerikan yaşama biçiminin özendirilmesini de getiriyordu ve 1950’li yılların başında küçük Amerika olmak! düşü bela oldu toprağımıza.

 

Bu yaşama biçimi, bu düş, soğuk savaş yılları ve sol düşmanlığı politikasıyla karşıt sesleri susturup egemenliğini pekiştirirken kendi ideolojisi ve kültürü dışındaki her şeyi yok etmeye başladı.

 

Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı amaçlayan, bunun için bağımsızlıkçı, laik, devrimci, ulusçu, halkçı, devletçi ilkelerle kendisini ifade eden ideolojisinin Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra adım adım terk edildiği, temellerinden kopartılan bir Atatürkçülük’ün yerleştirilmeye çalışıldığı 1950-1960 arasındaki Demokrat Parti dönemi, bugünün emperyalizme bağımlılığının ve Türk-İslam Sentezi ideolojisinin gıdalandığı, yükseldiği, yerleşmeye başladığı dönemdir.

 

Bu dönemde, antiemperyalist bir savaşla kazanılan bağımsızlığımızın; ikili anlaşmalar, askeri üsler, barış gönüllüleri, montaj sanayi gibi adımlarla uluslararası sermayeye bağımlılık ilişkilerine kapıların açılması, Missouri zırhlısının gelmesi, NATO’ya girilmesi, Kore’ye asker gönderilmesi, yani Amerikan Rüyasının ülkemizde de görülmesi gibi uygulamalarla karartılmasını yaşadık. Bu dönemde, Cumhuriyet’le birlikte hilafetin kaldırılması, dinin baskısındaki aklın özgürlüğe kavuşması, laik eğitim ve hukukun uygulanmaya, çağdaş kültürel değerlerin tanınmaya başlanmasıyla güçleri ellerinden alınan din tüccarları, devrimci kararlılığın yok olmasıyla başlarını kaldırdılar. Avrupa’daki ırkçı rüzgârlardan esinlenen, kurulacak olan Yeni Düzen’den yana olan yerli ırkçıların seslerini yükseltmeye başlatmaları da yakın tarihimizin bu döneminin gerçekliklerindendir.

 

1970’li yılların başındaki 12 Mart 1971, 1980’lerin başındaki 12 Eylül 1980 operasyonları bu yok etme eyleminin ülkemizdeki önemli dönemeçleridir. Adını, 12 Eylül 1980 günü, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının devlete el koymaları olayından alan 12 Eylül; ülkemizde toplumsal, siyasal, ekonomik, ideolojik, kültürel, kısacası her alanında köklü değişimlerin, dönüşümlerin yaşandığı, bugün yaşadığımız birçok sorunun da temellerinin atıldığı bir dönemin adıdır. Bu el koymadan sonra, önceden hazırlanmış olan politikaların yaşama geçirilmesi için devletin tüm olanakları, kurumları seferber edildi.

 

Bu politikalara karşı olan insanlarla kurumların tasfiye edilmesi için yasal ve yasadışı baskılar gündeme getirildi. Anayasa başta olmak üzere birçok yasa değiştirildi, yeni düzenlemelerle yaşamın yeniden organize edilmesi için adımlar atıldı; bir kısım muhalif kurumlar, siyasal partiler, sendikalar, dernekler kapatıldı; bu adımlara karşı çıkan ya da karşı çıkacağı düşünülen kişiler yok edilmeye, susturulmaya çalışıldı; fişlemelerle, gözaltılarla, gözaltında kaybolmalarla, işkencelerle, yargısız infazlarla, hapishanelerle, sürgünlerle, işsiz bırakılmalarla, öldürümlerle yıldırma politikası izlendi. Böylelikle uluslararası sermayenin gerçekleştirmek istediği egemenliğin kurulması yönünde adımlar atılarak, oluşturulmaya çalışılan yeni yaşama biçimi anlayışı, her alanda belirleyici olmaya başladı. Sonuçta ülkemizin insanlarının geleceği uluslararası sermayenin bağnaz, vahşi ellerine bırakıldı.

 

Eğitimle kültürün ve bunlarla ilgili kurumların belirlenen yeni politikaları ışığında, aydınlanma ve hümanizma düşünceleri de içinde olmak üzere sosyal demokrat ve sosyalist solun yok edilmesini; çağdaş değerlerle biçimlenmiş devrimci dönüşüm istemleri yerine uluslararası sermayenin koşullarına boyun eğmiş, “sağ” tanımı içinde yer alan çağdışı düşüncelerin egemen olmasını amaçlayan bir program dayatılmaya başlandı.

 

12 Eylül döneminde, emperyalizme tam bağımlı bir ekonominin gerçekleştirilmesi, toplumsal düzenin sermayenin gereksinimlerine göre oluşturulması, siyasal sistemin demokrasiden uzaklaştırılarak paranın denetiminde bir yapıya dönüştürülmesi, kültürel ve sanatsal yaşamın da bu belirleme ışığında kendisini var etmesi için yıllar süren bir baskı ve zorbalık egemen politika oldu. Bu politika, toplumsal yapıyı kendi ideolojisiyle örgütledi.

 

Küreselleşmenin bugünümüze getirdiklerini ve dünümüzden, bugünümüzden ve yarınımızdan götürdüklerini bu açıdan değerlendirmeliyiz. Bugünümüz, on yıllardır atılan adımların süreç içerisinde aldığı sonuçlardan başka bir şey değildir.

 

Yaşamımızdaki yansımalarına baktığımızda gerçek apaçık görülecektir. Bugünümüzün, tarihsel ve doğal olarak 1940’lı yıllardan beri taşıdığı, artık muhalefetsiz iktidar olan ideolojisinden ve onun uygulamalarından kaynaklandığını söylemek kâhinlik değildir.

 

Bu ideolojinin gücünü aldığı uluslararası tekellerin 1980’lerdeki Yeşil Kuşak teorileriyle, 1990’ların başında adı seslendirilen Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşme aldatmacası, on yıllardır izlenen politikaların buluştuğu, kaynaştığı bir merkezi politikadır. Bu politika, dünyanın öteki ülkelerindeki uygulamalarla tam bir çakışma halindedir. Bu açıdan, ülkemizde uygulanan politikaların neler olduğuna, bunların benimsenen ideolojiyle nasıl çakıştığına, genelden özele giden bir sıralamayla yaklaşmamız gerekiyor.

 

Önce emperyalist sistemin dışında olan Sovyetler Birliği’nin kuşatılması, sisteme dahil edilmesi için sürdürülen savaşımın sonuna gelindiği, ardından dünyanın tüketim toplumu haline getirilmesinin amaçlandığı, her ülkenin bir açık pazar olmasının öngörüldüğü koşullarda, yaşamın her alanındaki politika ve uygulamalarının da buna uygun hale getirilmesi kaçınılmazdır. 1990’lar, küreselleşmenin dayattığı gerçeklik, bizim yaşam biçimimizde kök saldı.

 

Medya sözcüğünün çok kullanılır olması ve günlük yaşamımıza girmesi de Küreselleşme ve Yeni Dünya Düzeni sözcükleri gibi 1990’larla birlikte oldu. Yeni emperyalizmin bu saldırısıyla yeni bir kültür, yeni bir dünya, yeni bir yaşam iletişimin olağanüstü olanaklarıyla adım adım yaygınlaştırıldı.

 

Yaşamda egemen olan tüketime yönelik kültür, her şeyin tüketilmesini amaçladı ve küreselleşmeyle birlikte tüketim çılgınlığını yaşamaya başladık. Küreselleşmenin en önemli aracı olarak tüm dünyayı etkisi altına alan, yaşamın her alanında tüketimin gerçekleştirilmesini asıl görev bilen medya, özgürlük arayışlarının önünü tıkama görevini başarıyla gerçekleştirdi.

 

Tekellerin, paranın, tüketimin, reklamın belirlediği, onlar adına medyatik araçların egemen olduğu, insana da, insanlığa da yakışmayan bu kültür, yüzyıllardır dinle, yasalarla, kaba güçle akla, bilime, sanata, düşünceye, aydınlığa yönelttiği saldırıya devam etti. Düzen düşlere, yaratma özgürlüğüne saldırdı; ütopyaları, ideolojileri, dilleri, ulusları, kültürü kökten yok etmek için saldırdı da saldırdı.

 

Ama her şeyin kendisini yok edecek çelişkiyi bağrında taşıdığını unutmayalım.

 

Emperyalizm, yalnızca bir üretim biçimi değil, aynı zamanda ekonomik, politik, toplumsal, ideolojik, teknik bir kültürdür de. İnsanlık için olumsuz bir kültürdür. İnsanlığın kültürel birikimlerini daha fazla kâr uğruna yok eden bir kültürdür. Bu kültür, onurlu bir anlamı olan insanın özgürlüğünü hiçe sayan, insanın kendi yaşamına ve dünyaya yabancılaşmasına yol açarak onu düzenin kölesi yapan, kültürü emperyalizmin hizmetine sunan ve paranın imparatorluğu uğruna insanlık değerlerini yok eden bir kültürdür; küreselleşmeyle gelen bir kültürdür; kısacası emperyalizmin kültürüdür.

 

Bu kültür ihraç edilir. Bir yaşam biçiminin pompalanması anlamındaki kültür ihracı, sermayenin, teknolojinin ve medyanın desteğiyle gerçekleştirilir ve asıl olarak bu üçlü, kültür ihracının yaygınlaşmasında araç konumundadır. Emperyalizmin günümüzdeki en önemli egemenliği ve etkinliği, günlük yaşamımızı belirleyen kültürel etkinliğiyle gerçekleşir.

 

Orduların askeri tesislerin, fabrikaların önemi giderek azalır, sınai ve ticari kuruluşların etkinlikleri markaya, vitrine, promosyona, reklama, ilana, sunuma, yaşamın her alanına seslenen medyatik ilişkilere ve araçlara dönüşür.

 

Emperyalizmin genişlemesi zorunluluğundan, pazara olan gereksinmesinden ileri gelen kültüre müdahalesi sonucu oluşan bu egemenlik; dünyanın dört bir yanında ulusal ve yerel kültürleri, değerleri, insanlığın birikimlerini, başta ABD’nin olmak üzere yabancı ürünlerin bombardımanıyla yok etmeyi amaçlar. Bu bombardımanı, bu yeni kültürün taşınmasının nasıl olduğunu anlamak için yaşamımıza bir bakmamız yeterlidir.

 

Kültür emperyalizminin taşınmasında, yaygınlaşmasında, egemenlik kurmasında en önemli araçlar sanatın, sporun, özel yaşamın, her şeyin metalaştırıldığı dünyada, özellikle yaşamımıza ortak olan medyanın ürettiği zenginlikler, çeşitliliklerdir. Yeni Dünya Düzeni imparatorluğunun bir kurumu olan kültür emperyalizminin, bir medya emperyalizmi de yarattığını söyleyebiliriz. Televizyonlar, filmler, radyolar, basın, reklamcılık, markalar, vitrinler, bilbortlarla, üstün ve belirleyici bir konuma gelen medyanın egemenliği, emperyalizmin istemleri doğrultusundadır. Demek oluyor ki, günümüz kültürünün temelini ulusal kültürlerin düşmanı medya oluşturuyor. 

 

Medyanın etkinliği ve belirleyiciliğiyle dünya aynı şeyi düşünüp duyumsar hale getiriliyor. Medyanın kültür ve yaşam biçimi dayatmasıyla her yer, her şey,  her kişi birbirine benziyor. Tek boyutlu insana gidiyor dünya. Neyin sunulacağı, kimin sunacağı konusu ticari bir konu ve karar haline geliyor. Çokuluslu şirketlerin organizeli bir biçimde belirlediği bir piyasa kimlere, nelerin sunulacağının kararını veriyor. İsteyene kadın-erkek karışımı şarkıcılar; isteyene postmodern, hırsız hırslı romancılar; isteyene futbol ilahları; isteyene şiddet-seks-büyü-polisiye-mafya-din-tarih-mistisizm kokteyli...

 

Çokuluslu şirketlerin haber ajanslarıyla, çokuluslu film şirketleriyle, çokuluslu reklam firmalarıyla yapılaşmadan otomobile, satış-tüketim merkezlerinden (AVM) satılan ürünlere, radyolardan, kasetlerden, CD’lerden yayılan müzikten okunan kitaplara, giyilen her şeyden, yenilen içilen, kullanılan her şeye aynı “tüketim” dayatılıyor insanlığa.

 

Kısacası, ünlü, yarım yüzyılı aşan bir zamandır duyduğumuz Amerikan Yaşam Biçimi, tüm dünyada, başta simgesi haline gelen üç ürünüyle (kola-blucin-hamburger) olmak üzere tüm ürünleriyle, günlük yaşam biçimiyle, alışkanlıklarıyla ve her şeyiyle egemenliğini perçinliyor.

 

Sanal bir dünya yaratılıyor ve insanlar bu sanal dünyanın değerleriyle donatılıyorlar. Amerikan hayranlığı, eşcinsel ve ensest ilişkilerin özendirilip yaygınlaştırılması, her şeyin magazinleştirilmesi, uyuşturucu bağımlılığı, çeteleşme, piyango-toto-loto, at yarışı, din-tarikatçılık, falcılık, büyücülük, medyumluk, mistisizm... günlük yaşamın vazgeçilmezleri haline getiriliyor. Kişilik bozuklukları olan insanların, uyuşturucu bağımlılarının, teşhircilerin, sıra dışı insanların yer aldığı söyleşilerde tartışılan konuların ilkelliğiyle ve basitliğiyle; ünlerinin nereden geldiği bilinmeyen kimilerinin vıcık vıcık özel yaşamlarının gündeme taşınmasıyla; şiddet içerikli filmlerle; cinselliği iğdiş eden programlarla; para tutkusuyla insanların nasıl aşağılandığını gördüğümüz yarışma programlarıyla; bin bir örneği verilebilecek olan değerleri tüketen reklamlarla; insanları salak yerine koyan kamera şakalarıyla insanların aptallaştırılmaları, değer yitiminin örneklerinden bazılarıdır.

 

Toplum, televizyonların aynası haline geliyor ve televizyonların istediği gibi bir toplum yaratılıyor. Bu toplum, tek boyutlu insanlardan oluşuyor. Dünyadaki her on kişiden birinin İngilizce konuşmasına (%10) karşılık Web sitelerinin %80’inde İngilizce egemen; böylelikle ulusallığın temel ögesi olan dilin tüketilmesi yolunda bir adım daha atılmış oluyor. Emperyalizmin ideolojik silahı haline gelen medya, ideolojilerin tükendiği, ulusların ve ulus devletlerin bittiği yanılsamasından yola çıkarak, eğitim kurumlarının, programlarının, uygulamalarının da desteğiyle, halkı uyutan din adamlarıyla, TV ve radyo programlarıyla, basınıyla, reklamıyla,  etkisi ve gücüyle yaşama biçimini belirler konumuna geliyor ve bu konumunu güçlendirerek sürdürüyor. İletişim ortamında reklamlarla, mankenlerin serüvenleriyle, şovlarla sulandırılan,  sanallaştırılan, magazinleştirilen bir yaşam biçimi egemen oluyor. Reklamların nelere kadir olduğunu yaşayarak görüyoruz.

 

Mankenliğin en çekici meslek olduğu yanılsamasının yaşatıldığı koşullarda, iletişim araçlarının etkinliği yadsınamaz bir gerçeklik oluyor. Mankenler hem sinemacı, hem şarkıcı, hem gazeteci, hem televizyoncu, hem güzellik kraliçesi, hem yazar oluyor. (Daha az sayıda insana yatırım yaparak daha çok sonuç almak da bir tasarruf önlemi olmalı!) Şovlarla kadın, erkek, çocuk, değerler, insan tüketiliyor; sanatçılık soytarılığa dönüştürülüyor. Komiklik sulandırılıyor ve güldüren, düşündüren bir olay olmaktan çıkarak yaşamın düzeyinin düşürülmesini getiriyor.

 

Yaratılan tüketim dünyasında, sanallığa gidişin önü alınamıyor. Eskiden sosyete dünyası denen ve özendirilen dünyanın adı moda-sanat-medya-magazin dünyası oluyor. Bu dünyaya düzenin kirli paralıları da gurur duyularak konuk ediliyorlar. Hepsi de seyirlik; hepsi de yinelenerek beyinleri kuşatıyor. Sevgileri bile tüketen sanallıklar yaşanıyor. Afişlere, ekranlara, dergi kapaklarına taşınan insan bedenlerinin binlercesi kaldırımlara düşüyor. Bu gerçeklik, yaşamın her anını ve her alanını belirliyor. Küreselleşmenin ülkemiz insanlarına ve dünyaya sunduğu kültür, böyle bir kültür işte.

 

Sistemli bir ideolojik saldırı yaşanıyor. İnsana, insanlık kültürüne, yaşama saldırı var. Bu saldırı, insanın yaratma özgürlüğünü yok ediyor; bilimi ve teknolojiyi geliştiren düşünce ve düş gücü, merak ve sorgulama yaşamın dışına itiliyor. Yaşamın sorgulanması yerine, tarihin ve ideolojilerin sonu geldi masalıyla tarihin öznelleştirilmesi, magazinleştirilmesi, deney kılınmaktan uzaklaştırılması gerçekleştiriliyor.  Amerikan rüyası yani masal devam ediyor ve ulusların, ulus devletlerin, dillerin sonu geldi denilerek yaşamın bu yanılsamaya hizmet etmesi sağlanıyor.

 

Ama her rüyanın bir sonu olduğunu da biliyoruz.

 

Küreselleşen dünya, küreselleşirken insanı ve doğayı, yani yaşamı tüketen bir dünyadır. Küreselleşirken insanlar arasındaki ayrılıkları derinleştiren, gerçeklerden koparan ve yaşamı sanallaştıran bir dünyadır. Küreselleşirken insanı dünyasına, yaşama, ülkesine, başka insanlara, kendisine yabancılaştıran, kimliksizleştiren bir dünyadır. Küreselleşirken metalaştırma, mistikleştirme, magazinleştirme, yönlendirme, etkisine alma yoluyla insanı soysuzlaştıran bir dünyadır. Küreselleştirirken tek yönlü bir kültüre, tek boyutlu bir insana doğru sürükleyen bir dünyadır.

 

Küreselleşen dünya insanın özgürlüğünü elinden alan ve onu kendi istediği yaşama biçimine sürükleyen bir dünyadır.  Küreselleşen dünya her şeyin modalaştırıldığı, modanın yön verdiği, kitle iletişim araçlarının olağanüstü gelişmişliği ve etkinliğiyle, sürekli değişen ve kültürel olarak yaşamın her anına, her alanına seslenen modanın egemen kılındığı bir dünyadır; üstelik bu egemenlik modanın gelip geçiciliğini sürekliliğe dönüştüren bir biçimde sürmektedir.

 

Küreselleşen dünya; insanlığın yaşama kültürüne acımasız bir dayatmadır.

 

İnsanın ve insanlığın başı beladan kurtulamıyor bir türlü. Bu belaların, birisi doğadan, birisi de insandan gelen iki kaynağı var. Doğal felaketler kaçınılmaz belası insanlığın: Seller, yanardağlar, yangınlar, depremler, tsunamiler, tufanlar, fırtınalar, kasırgalar, tayfunlar, kiklonlar, hortumlar, grizular, yıldırımlar, kıtlıklar...

 

Bunlara, veba, tifo, kolera gibi salgınların, kıranların, çeşitli virüslerle gelen bulaşıcı hastalıkların insanlığı tehdit ettiğini, etmeye de devam ettiğini eklersek karşılaşılan doğal felaketin büyüklüğünü açıkça görürüz.

 

İnsanlık bir yandan böylesi doğal felaketlerle baş etmeye çabalarken bir yandan da kendisinin yarattığı felaketlerle karşı karşıya kalıyor, onları yenmeye uğraşıyor. İnsan insanın kurdudur ya, insanlık da insanlığın kurdu, felaketi. İnsanlığın belalarıyla dolu tarih. Tarihin eski imparatorları, birer kasırgadan, depremden, kıtlıktan farklı mı? Dünya İmparatorlukları kurmaya heveslenen onlarca devletin insanlığa ettiği kötülüklerle dolu değil mi tarih? Yüzyıllardır süren soykırımlar; tarihin derinliklerinde kaybolan yüzlerce dil, ırk, inanç, kültür, uygarlık, milliyet, örneğin Kızılderili katliamları...

 

Yüzyıllardır süren köleleştirmeler, köle emeği üzerinde yükselen zenginlikler, saraylar, uygarlıklar, zencilerin köleleştirilmeleri... Sömürgecilik, Çin’in, Hindistan’ın, Afrika’nın, Latin Amerika’nın yağmalanması... Adına emperyalizm denilen ve dünyanın zenginliğinin tamamının sahibi olmak için insanı insan olmaktan çıkaran düzen... Dünya Savaşları, Hitler’ler, Nazi Kampları, atom bombaları, soğuk savaş...

 

Tüm bunlar insanların birbirlerinin başına açtığı belalar değil mi?

 

Dünya imparatorluğu demek olan küreselleşme de böyle bir bela işte. İnsanlığın yeni, çağdaş, güncel, güçlü, etkili, yaygın, acımasız, amansız, kahreden, yok eden bir belası. Bu belanın toprağımıza ve yaşamımıza getirdiklerine baktığımız zaman gördüklerimiz umutlarımızı yok etmemeli. Tarihi boyunca, sürekli belalarla, saldırılarla karşı karşıya kalmış olan Anadolu tüm bu belalarla ve saldırılarla baş etmesini bilmiş ve onları güzelliğinde yok etmiştir. Çünkü Anadolu, tarihi boyunca kendisine tutsak almak isteyen tüm yeni kültürleri bağrında eritmeyi bilmiştir. Tek yönlü bir kültürün egemenliğine, tek boyutlu insanlara dönüştürülmek istenmemize karşı insani değerlerimizi, ulusal kültürümüzü, onurumuzu, Anadolululuk kimliğimizi ve bilincimizi korumalıyız.

 

Ahmed Arif’in Anadolu şiirindeki şu dizeler bu gerçeği vurguluyor:

 

...Binlerce yıl sağılmışım/ Korkunç atlılarıyla parçalamışlar/ Nazlı seher-sabah uykularımı/ Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar/ Ne İskender takmışım/ Ne şah, ne sultan/ Göçüp gitmişler gölgesiz/ Selam etmişim dostuma/ Ve dayatmışım...

 

“Gölgesiz gidecekler”in arasına bir de küreselleşme katılıyor.

 

Öner Yağcı

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM