Kekeme kambur çirkin Ezop Afyonlu hemşerimizdi
M.Ö. altıncı yüzyılda yaşadığı halde kahramanları hayvanlar olan masalları bugün bile okunan Yunanlı köle Ezop, Afyon'un Emirdağ ilçesi yakınlarında doğmuştu.
Çirkin veya kusurlu doğanlardansanız fazla şansınız yoktur. Sonradan değiştirilmesi mümkün olmayan kusurlarınızı her fırsatta yüzünüze vurarak sizi yaralayan, eksikliklerinizden yararlanmaya çalışan zalimlerden kaçamazsınız. Kendinizi koruyabilmek, onları susturup aralarında kendinize bir yer açabilmek için dikkatlerini başka yönlerinize, zalimlerin sahip olmadığı görünmez yeteneklerinizi bileyerek gözle görülür defolarınızı kapatmaya çalışmanız gerekir. Tarihçi Planudes'in anlattıklarına bakılırsa çok zor bir hayat sürmüştü Aisopos (Ezop). Çirkindi. Kısacık boyu, yamru yumru bedeninin sırtında taşıdığı koca çıkıntı ve korkunç suratıyla o kadar çirkindi ki onu gören biri ya elleriyle gözlerini kapatıyor, ya çığlık atıp kaçıyor ya da kahkahalara boğuluyordu. Kendisini ifade etmesini engelleyen kekemeliği ise hayatını daha da zorlaştırıyor, konuşmaya başladığında alay konusu olmaktan kurtulamıyordu bir türlü. Ama onu bu kadar eksik dünyaya getiren Tanrı, zekâ konusunda cömert davranmıştı. Olağanüstü zekâsıyla, kendisini kötülerin vereceği zararlardan korurken çevresindekileri şaşkına çeviriyordu. Bir keresinde, efendisi bir köylünün ikram ettiği taze incirleri çiftlikteki evine gönderdi. Hamamdan çıkınca yiyeceğini söylediği incirleri saklamasını sıkı sıkı tembih etti kilercisine. Ezop da çiftliğin tarlasında çalışıyordu. Bir ara içeri girmesi gerekti. Onu gören kilerci pek sevindi; iki arkadaşıyla birlikte oturup gözünün kaldığı nefis incirleri bir güzel yedi. Hamamdan çıkan efendisi incirleri sorduğunda da suçu Ezop'un üstüne attı. Nasıl olsa bu konuşmaktan aciz, aptal cüce kendini savunamaz ve böylesine büyük bir suçun en az kendisi kadar ağır olan cezasını da o çekerdi. Korkuyla efendisinin ayaklarına kapanan Ezop, dili döndüğünce cezasının sadece birkaç dakika ertelenmesini diledi. İsteği kabul edilince hemen bir kap ılık su getirdi. Suyu içtikten sonra, midesindekileri boşaltmak için parmaklarını boğazına götürdü. Ağzından sudan başka bir şey çıkmadı. Hâlâ konuşamıyordu. Eliyle işaret ederek diğer hizmetkârların da biraz önce onun yaptığını tekrarlamalarını istedi. Efendisi bu isteğini de kabul edince incirleri kimlerin yediği ortaya çıktı. Zavallı köle suçsuzluğunu kanıtlamıştı. Bu olaydan bir süre sonra, yolunu kaybetmiş birkaç kişi ile karşılaştı. Kente giden yolu arıyorlardı. Ezop, yorgun yolcuları gölgede dinlenmeye davet etti. Karınlarını doyurduktan sonra, doğru yola çıkararak ayrıldı yanlarından. Yolcular bu iyiliğinin karşılıksız kalmaması için ellerini gökyüzüne doğru açıp dua ettiler. Bu sırada sıcaktan bunalan ve zaten yorgun olan Ezop uykuya daldı. Rüyasında 'talih’ karşısındaydı ve artık istediği gibi konuşabileceğini söylüyordu. Uyandığında mucize gerçekleşmiş, dili çözülmüştü. Kimse bu mucizenin nedenini anlayamadı. Ancak çözülen dili, sebepsiz yere köleleri döven bir adama çıkıştığı için onu esir pazarına gönderdi! O günden sonra efendileri de, yaşadığı yerler de değişip durdu. Kalıntıları halen Afyon'un Emirdağ İlçesi’nin Aziziye Kasabası’ndaki Hisar Köyü yakınlarında duran Frigya’nın Amorion kentinde özgür olarak dünyaya gelmişti aslında. Ama bu haliyle köle olmaktan başka şansı yoktu. Bazen pazarlarda kilo hesabı ile satılan, bazen birkaç kölenin yanında bedava verilen Ezop, çelimsiz bedenini fazla yormamanın da bir yolunu hep buluyordu. Mesela bir seferinde Efes’e giden esir kafilesinde en ağır yük olan ekmek sepetini seçmişti. Diğer köleler, isterse hiçbir şey taşımayacağını söylemelerine içerlediği için böyle bir şey yaptığını düşünmüşlerdi. Ama her öğünde yenen ekmeklerle birlikte Ezop’un yükü de hafiflemeye başlayınca, öngörü yeteneğine hepsi hayran kalmıştı. İnce bir espri anlayışına sahipti. Bu özelliği ile kimilerini öfkelendirse de hazırcevaplığı ve kelime oyunlarıyla onun da üstesinden gelmeyi başarıyordu. Bir gün yolda yürürken nereye gittiğini soran bir yargıca ”Bilmiyorum” dediği için tutuklandı. Tam görevliler onu hapse götürürken "Ben size nereye gittiğimi bilmediğimi söylemiştim. Sizce hapse gideceğimi biliyor muydum?" diye sorunca, böyle bir karşılık beklemediği için şaşıran yargıç onu serbest bıraktı. Sadece kendisini değil, parlak zekâsıyla etkilediği efendilerini de zor durumlardan kurtarıyordu Ezop. Onu bugün Sisam olarak bilinen Samos Adası'ndaki bir esir pazarından alan filozof Xantus da bu efendilerden biriydi. Bir akşam şarap içerken o kadar sarhoş oldu ki, denizi bile içebileceğine ilişkin evi üstüne bahse girdi bir öğrencisiyle. Ertesi sabah kölesi önceki gece olanları anlattığında dehşete düştü. Yaptıklarına inanamadı. Ama Ezop onu bu beladan kurtarabilmek için bir çıkar yol buldu. Olacakları izlemek üzere Samos halkı deniz kenarına koşarken, bahse girdiği öğrencisi çoktan eğlenceye başlamıştı. Filozof deniz kenarına geldi ve meraklı kalabalığa şöyle söyledi: "Gerçekten de bütün denizi içeceğime dair bahse girdim. Ama yalnızca denizi, ona dökülen ırmakları değil. Bahse girdiğim kişi ırmakların yönünü değiştirsin, o zaman denizi içerim." Xantus, bu güç durumdan böyle zekice bir çare bularak kendisini sıyırdığı için itibarı daha da arttı, ona bu aklı veren kölesinin durumu kötüleşti. Ödül olarak azad edilmeyi isteyen Ezop'a özgürlüğünü bağışlamak bir yana, bir bahaneyle onu zindana ttırıp ayaklarına pranga vurdurdu. Ama akıllı köle umudunu kaybetmiyor, "İstemeseniz de beni özgür bırakmak zorunda kalacaksınız" diyordu. Çok geçmeden, sevgisini kazandığı Samos halkının desteği ve kentin başyargıcının da yardımıyla özgür kaldı. Bu arada başkalarına doğru yolu göstermek için anlattığı hikâyelerle ünü iyice artmış, Lidya Kralı Kroisos bile o olduğu müddetçe, saldırmayı planladığı Samoslular'a boyun eğdiremeyeceğini anlamıştı. Ancak Samoslular, Ezop'u vermeleri halinde kendilerini rahat bırakacağını söyleyen Kroisos'la anlaşmaya oturmaya hazırlanıyordu ki kentin ileri gelenleri Ezop'un anlattığı masalla kendilerine geldiler. Masalda, kurtlarla barış anlaşmasına oturan koyunlar, karşı tarafa rehin olarak başlarındaki köpeklerini veriyordu. Doğal olarak koruyucularını teslim ettikleri kurtlar da onları eskisinden daha kolay yiyebiliyordu. Bu masalı dinledikten sonra, akıl hocaları Ezop'u Lidya Kralı’na vermekten vazgeçti Samoslular. Ama Ezop yine de halkına daha faydalı olabileceğini düşünerek Kroisos’un yanına gitti. Dinleyenlerin çok hoşuna giden hayvanları konuşturduğu o küçük öykülerini burada yazarak Kroisos’a verdi. Ve ardından dünyayı gezmeye koyuldu. Hiç bilmediği yerlere giderek, gittiği yerlerde filozoflarla tartışarak yıllardır hayalini kurduğu özgürlüğün tadını çıkarmaya başladı. Gezisinin son durağı olan Babil’de ise, ona danışmadan neredeyse adım atmayan Kral Lycerus’un gözdesi oldu. Bu arada evlendi ve çocuğu olmadığı için asil bir soydan gelen Ennus adında bir genci evlat edindi. Ne yazık ki evlatlığı ahlaksız bir çocuktu. Saygınlığına gölge düşüren davranışlarda bulunduğu için onu evden kovdu. Bunun üzerine Ennus, Ezop’tan intikam almak için, onu başka krallarla işbirliği içindeymiş gibi gösteren sahte mektuplar yazdı. Kral Lycerus, mektupları görünce, subayı Hermippus’a Ezop'u öldürmesini emretti. Ancak arkadaşına kıyamayan subay, onu gizlice bir mezara yerleştirdi. Meşhur Ezop'un öldüğünü duyan Mısır Kralı Nectenabo, Babil'i vergiye bağlamaya karar verdi. Alay edercesine 'havada duran bir kule' yaptırmak üzere bir mimar göndermesini isteyen Nectenabo'ya nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu Lycerus. Frigyalı'yı öldürttüğüne çok pişmandı. Hermippus'un aslında onu öldürmediğini öğrendiğinde çok sevindi, derhal sarayına getirtti Ezop'u. Mısır Kralı'na gereken cevabı verebilirdi artık. Ezop planını yaptı ve hemen uygulamaya koyuldu. Yetiştirdiği birkaç kartal yavrusuna, her birinin içinde küçük birer çocuk bulunan sepetler taşımayı öğretti. Zamanı geldiğinde bütün bunlarla Mısır'a giderek kralın karşısına dikildi. Açık bir alana çıktılar. Herkes nefesini tutmuş, sabırsızlık içinde olacakları bekliyordu. Kartallar havalandı ve çocuklar sepetlerin içinden çıkarak, kuleyi inşa etmek için gerekli olan malzemeleri istediler. Bunun üzerine Ezop krala döndü ve şöyle dedi: "Bakın, ben işçileri getirdim. Haydi şimdi siz de malzemeleri getirin de kuleyi yapalım." Nectebano'nun, Lycerus’un üstünlüğünü kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Kısa bir süre önce ölüme mahküm edildiği Babil'de, Ezop'u görkemli bir karşılama töreni bekliyordu. Ama dünyayı gezmeye kararlıydı Ezop. Başına gelecek uğursuzluktan ise haberi yoktu, Kral Lycerus’un tüm ısrarlarına rağmen bir kez daha Yunanistan'a doğru yola çıkarken. Birkaç kentte konakladıktan sonra Delphoi'ye geldi. Sözlerinin dinlenmesine ve saygı görmeye alışmış olan Ezop kendisini önemsemeyen Delphoililer'e çok kızdı. Onlara, su üstünde yüzen sopalara benzediklerini söyledi. Uzaktan bakıldığında önemliymiş gibi görünüyorlardı ama yakına gelince hiçbir şey olmadıkları anlaşılıyordu. Çok öfkelenen Delphoililer, yaptığı benzetmenin bedelini ödetmek için bir hile düşündüler hemen. Kutsal kaplarından birini onun eşyaları arasına saklayıp, Phokis'e doğru yola çıktığında hep beraber üstüne yürüyerek onu hırsızlıkla suçladılar ve zindana koydukları Ezop'a uçuruma atılma cezası verdiler. Ezop kendini kurtarmak için son bir hikâye daha anlattı. “Kurbağa fareyi evine davet etmiş. Sudan geçebilmesi için de ayağına bağlamış. Amacı onu boğup yemekmiş. Zavallı fare suya batmamak için çırpınırken, bir avcı kuş onu görmüş ve üstüne atılmış. Ayağına bağlı olduğu için kurbağa da kurtulamamış. Avcı kuş ikisini birden yemiş. Unutmayın ki sizden güçlü biri de gelip benim intikamımı alacak. Ben öleceğim ama siz de öleceksiniz." İşkenceye götürülürken, son bir gayretle kaçarak bir tapınağa sığındı. Ama onu yok etmeye kararlı olan Delphoililer'in umurlarında bile değildi onun kutsal mekâna sığınma hakkı. Yaka paça götürdükleri Ezop'u uçuruma attılar. Ölümünden kısa bir süre sonra şehirde veba salgını başladı. Frigyalı Ezop'un bir kehaneti daha doğru çıkmıştı. Delphoililer, Ezop'un anlattığı son masalda fareyi ayağına bağlayan aptal kurbağa gibi cezalarını çektiler. Ne zaman doğduğu tam olarak bilinemeyen bu sıra dışı adamın küçük öyküleri o kadar sevildi ki, ölümünden sonra da hayvan masalları anlatma geleneği sürdü. İ.Ö. 4. yüzyılda Phaleronlu Demetrios'un Ezop masallarını derlemesinden sonra anlatılanlar da Ezop’a mal edilirken, masal anlatan ve yazan kişiler çoğaldı. O kadar ki Platon'un anlattığına göre, Sokrates bile ömrünün son günlerini hayvan masallarını dizelere dökerek geçirmişti! Perihan ÖzcanEZOP AFYONLU'YDU
EZOP'UN ÖLDÜĞÜ HABERİ
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR