Kadınlar ve Savaş / Mehmet Tanju Akad
“Kadınların katılmadığı hiçbir mücadele kazanılamaz” 1912 yılının sonbaharındayız. Belkıs Şevket Hanım Tayyareci Fethi Bey’in kullandığı uçağa binerek İstanbul üzerinde 45 dakika dolaşıyor ve bildiğimiz kadarıyla uçan ilk Türk kadını oluyor. Olay bir fotografla tesbit ediliyor. Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Kadın Haklarını Koruma Derneği) üyesi 17 Türk hanımı uçağın önünde poz vermişler. Kimisi mantolu ve şapkalı, kimisi de çarşaflı ama aydınlık bakışlı insanlar. Birkaç hafta sonra başlayacak olan Balkan Savaşı’nın, on bir yıl sürecek olan amansız bir mücadeleler dizisinin ilk adımı olacağını bilmiyorlar. O zaman kadın haklarını değil uluslarının hayatta kalma hakkı için mücadeleye atılacaklar ve bu da onların konumunu ebediyen değiştirecek. Yakın zamanlarda, veya bir başka ifadeyle topyekün savaşlar çağında, dünyanın her yerinde, kadınların konumunu değiştiren büyük olay ya savaş olmuştur, ya da savaşın önünden veya ardından gelen ihtilal. Kadınların toplum hayatında öne çıkmasına razı olmayan erkekler, zorunlu askerlik hizmeti yaptıkları kitle ordularının uğradığı toplu katliamlarda kırıldıkça, onların toplum hayatındaki rollerinin artmasına sessiz sedasız boyun eğmişlerdir. Ancak olayın diğer boyutu gözden kaçmamalıdır, yani, savaş tek başına bir faktör değil, fakat zaten gelişmekte olan kadınların katılım süreçlerin hızlandırıcısı olmuştur. Bizim ülkemiz de bunun istisnası değildir. Kadınların az sayıda da olsa ilk kez hemşirelik yaptıkları olay, 1877-78 Rus Savaşı olmuştu. 1897 Yunan Savaşı’nda ise Tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım Cemiyet-i İmdadiye’yi kurarak bu alanda gerçek bir öncülük yapmıştır. Bu cemiyetin amacı hem yaralılara bakmak, hem de asker ailelerine yardım sağlamaktı. 1908 Meşrutiyeti, birincisinden farklı olarak, Osmanlı ülkesi halkının bütün kesimlerinde daha büyük bir heyecan yaratmıştı. Kadınlar da bunun dışında değildi. Özellikle İstanbul ve Selanik gibi batı kesimlerinde kadın örgütleri ve kadın dergileri adeta patlama yapmış, hatta kurulan çok sayıda siyasi partide bile tek tük görev almaya başlamışlardı. Ne var ki meşrutiyet kendi süreci içerisinde ilerleyemedi. 31 Mart ayaklanması, Emeni olayları, suikastler ve Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı ile birleşti. Osmanlı Orduları bir çırpıda Makedonya’daki İkinci Ordu’yu, Trakya’daki Birinci Ordu’nun önemli kısmını ve Avrupa’daki topraklarının büyük çoğunluğunu yitirdi. Edirne savunmasının henüz sürdüğü 8 Şubat 1913 tarihinde yapılan bir mitingde, bunun yeni saldırıların başlangıcı olduğunu ve ulusun topyekün savaşa hazırlanması gerçeğini haykıran ses ise Nakiye (Elgün) Hanım’a aitti.
Nakiye (Elgün) Hanım Her ne kadar özellikle dokuma sanayiinde sefalet ücretiyle çalışan kadınların birçok toplu protestosu bundan önceki onyıllar boyunca Osmanlı toplumunun bir özelliği olmuşsa da, çok değil beş sene önce kadınların mitinglerde konuşmacı olmaları kolay kolay düşünülemezdi. Balkan Savaşı’nda hastahane haline dönüştürülen Galatasaray Lisesi veya Beykoz’da kurulan tedavi merkezinde kadınların toplu halde hastabakıcılık yaptıkları görüldüyse de, bunlar daha çok paşa kızları, saray efradı veya önde gelen ailelere mensup kişilerdi. Bu yıllarda Zinnur Hanım ve Türk hemşireliğinin kurucularından sayılan Safiye (Elbi) Hanım’ anmadan geçmeyelim. Ne var ki her kesimden kadının yalnız hastabakıcılık gibi işleri değil, fakat her işi yapar hale gelmeleri için Birinci Dünya Savaşı’nın büyük kıyımları gerekecekti. Türk Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı’nda 2.850.000 kişiyi silah altına aldı. Bunların 305 bini muharebelerde, 466 bini de çeşitli hastalıklardan öldüler. Bunlara ek olarak çoğu dönmeyecek olan 145 bin savaş esiri ve 303 bin sakat, yaklaşık 500 bin firari ile birleşince ülkde muazzam bir işgücü açığı meydana geldi. Benzer kayıplar veren İngilizler kadınları üretimin her alanına sokmuşlar, Ruslar da kadın asker taburları oluşturmuşlardı. Türkiyede’de aynı yolun izlenmesinden başka bir yol yoktu. Kaldı ki, muharebeler birbirini izledikçe, 26 milyonluk imparatorluğun tüm savunma yükünün on milyon Türkün üzerinde kaldığı anlaşıldı. Araplar, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler vs. bırakın savunma yükünü paylaşmayı, ilk fırsatta firar edip düşmana katılıyorlardı. 1915 yılında Harbiye Nezareti’nin koruması altında kurulan Asker Aileleri Yardımlaşma Derneği ve Kadınların İstihdamı için İslami Cemiyet önde gelen ailelerin kızları için bir çalışma alanı oluşturmaktaydı. Enver’in karısı Naciye Sultan ile Liman von Sanders’in kızları da bu işlerin içerisindeydiler. Ancak 1916’ye gelindiğinde durum değişmişti. r ücret karşılığında, hiç değilse açlık sınırının altına inmiyorlardı. 1917 yılında Suriye Orduları Komutanı Cemal Paşa işgücü açığını kapatmak için Kadın Amele Taburları kuruyor, bunu Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi’nin Taburları izliyordu. Kadınlar bu yıllarda sadece tarım dışı üretime daha fazla katılmakla kalmıyorlar, hak arama konusunda da öncülük yapıyorlardı. Vilayetlerde çekilen büyük sıkıntılarla ilgili olarak hükümete gelen telgrafların çoğunun altında hanımların imzası olup, destek alma haklarının kadın olmaktan değil, silah kullananların anaları, eşleri ve kızları olmaktan kaynaklandığını söylüyorlardı. Savaş sırasında yönetimde olan İttihat ve Terakki hükümeti ise tereddütlü olmakla birlikte, kadın hakları konusunda bazı ileri adımlar atmıştır. Örneğin 1917’de çıkan Hukuk-u aile kartarnamesiyle kadınlara boşanma hakkı tanınmış, medeni nikah getirilmişti. Buna karşın, Tarık Zafer Tunaya, 1918’de hala kadınlara, kocalarının izni olmadan pasaport verilip verilmeyeceği tartışılırken, ziraat mükellefiyeti kanununda on dört yaşındaki kızların hükümetçe yükümlü tutulabileceklerinin kabul edildiğine değinmektedir. Ama yine bu dönemde, yargının Şeyhülislamlıktan tümüyle ayrılması ve kadınların üniversiteye gidelebilmeleri gibi reformlar da kabul edilmişti. 1918 yılında gelen yenilgi sonrasında kadınların ülke savunması için daha da öne çıkmaya başladıklarını görüyoruz. 29 Kasım 1918 tarihinde partilerüstü bir anlayış içerisinde ülke savunmasına destek olarak oluşturulan Milli Kongre’nin 50’den fazla kurucu örgütü arasında (isimlerinden anlaşıldığı kadarıyla) en az ondört kadın derneği bulunuyordu. 1919 yılında İzmir’in işgali karşısında İstanbul’u sarsan mitinglerin hatipleri arasında da kadınlar öne çıkıyorlardı. 19 Mayıs Fatih mitinginde Halide Edip ve Meliha Hanımlar, 20 Mayıs’ta Doğancılar Mitingi’nde Sabahat ve Naciye Hanımlar, 22 Mayıs’ta Kadıköy’de Halide Edip ile Münevver Hanımlar, 23 Mayıs’ta Sultanahmet Mitinginde Halide Edip ve 30 Mayıs’da Halide Edip’in yanında Şükufe Nihal (Başer) Hanımların cesur konuşmaları hem milli mücadelenin hem de kadınların öne çıkmalarının önemli adımları olarak tarihe geçmekteydi. Bunlardan Münvver Saime Hanım tutuklanmış, Anadoluya kaçmış, silahlı mücadeleye katılmış, savaşta yaralanmış ve İstiklal Madalyası almıştır. Kuşkusuz ki bunlar buzdağının görünür kısmıdır. Diğer yanda savaşcı olarak dağa çıkan, cephane taşıyan, imalat-ı harbiye atelyelerinde fişek yapan onbinlerce kadının yanısıra askerler cephede iken üretimin ve günlük hayatın sürmesini sağlayan milyonlarca kadının yaptıkları hiç de daha önemsiz değildir. Bunlar arasında pek azının solmuş fotografları günümüze kalmıştır. Silah kuşanarak dağa çıkan Aydın milislerinden Ayşe, Aliye ve Şerife; Adana cephesinde Sinan Tekeli ile fotografı çekilen belinde üç sıra fişekliği, el bombası ve kaması ile Sultan Ana ve az sayıda diğerleri. Peki ya Ege cephesindeki akıncılara ekmek ve bilgi taşıdığı için işkence edilen ve konuşmadığı için Yunanlıların yakarak öldürdükleri Nazife kadın, veya dağa çıkanların yakını oldukları için hapse atılıp bir daha haber alınamayan kadınlar ve daha niceleri. Çoğu sessizlik içinde tarihe karıştılar. Gerçi, asla kişisel bir karşılık beklememişlerdi, ama Kurtuluş Savaşı’nda yaptıklarıyla ülkenin kaderinin yanısıra, kadınların toplumdaki rolünü de değiştirdiler. MEHMET TANJU AKAD GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR