Yunus ve 'Çıktım erik dalına'nın 'aşırı yorum'u / Mustafa Pala
Yunus Emre, sembol ve metafor kullanmada pek cömert davranmamasına karşın, şârihlerin bu şiirde tasavvuf sembolü bulma yarışına girdiklerine tanık oluyoruz.
Umberto Eco, bir metnin belirli bir kültür açısından "kutsal" hale gelir gelmez, kuşkulu okuma sürecine ve bunun sonucu olarak aşırı yoruma maruz kalacağına dikkat çekiyor. Bu argümanında Homeros'un metinleriyle ilgili böyle bir olgunun yaşanması dışında, belki bizim Yunus şerhlerinin de payı vardır! Lisede, edebiyat derslerinde öğretmeniniz size mutlaka sormuştur: Şair burada ne anlatmak istiyor? Bu soru karşısında şiire bakıp uzun uzun düşündüyseniz ve sonunda öğretmeninizi memnun edecek bir yanıt oluşturabildiyseniz, siz bir hermenötikçi (yorumsamacı) adayısınız; çünkü onlar öyle yapıyorlar, bir ifade, metin ya da sanat eserinde içkin anlamı ortaya çıkarmaya, onu yorumlamaya çalışıyorlar... Devam edeceğiz ama önce biraz etimoloji... Mitos der ki Hermes, Zeus'tan olma, gök kubbeyi omuzlarında taşıyan Atlas'ın kızı Maia'dan doğma bir Olympos tanrısıdır... Ama ne tanrı! Zeus'un habercisi, tanrıların en kurnazı ve en hızlısı. Hayvanların hâkimi, yolların, seyahatlerin, konukseverliğin, diplomasinin, ticaretin, hırsızlığın, evet hırsızlığın, kurnazlığın, yarışmanın, gymnasiumların ve de dilin, yazmanın, ikna etmenin tanrısı Hermes! Bu nedenle, Hermes’le ilişkili "hermetik" terimi, zamanla gizli veya kapalı bilgi anlamını kazanmış, dil felsefesinde, özellikle metinlerin veya söylemlerin anlaşılmasının zor olduğu durumları ifade etmek için kullanılmış. Çünkü hermetik metinlerde, genellikle sembolik, alegorik veya metaforik bir dil kullanılmakta ve bu metinlerin anlamı, yüzeysel bir okumayla değil, derinlemesine bir analizle ortaya çıkarılabilmektedir. Bu nedenle hermetik, dilin kapalılığı, anlamın doğası ve iletişimin sınırlılıkları gibi konularla ilişkilendirilir. Dilin, sezgisel veya mistik bir yönü olduğu düşüncesi, anlamın, yalnızca belirli bir bağlam içinde anlaşılabilir olması, bilginin herkese açık olmaktan çok, belirli bir grubun erişimine sunulması, hermetik dilin özelliğidir. Türkçeye "yorumbilim" veya "yorum bilgisi" biçiminde çevirdiğimiz "hermenötik" (hermeneutics) de aynı terimle ilgilidir ve metinlerin, söylemlerin ve sembollerin yorumlanmasına odaklanan bir alandır. Başlangıçta kutsal metinlerin yorumlanmasıyla ilişkilenmiş; ancak zamanla felsefe, edebiyat, hukuk, sosyal bilimler ve dilbilim gibi alanlarda da etkili olmuştur. Yorumbilim, anlamın nasıl oluştuğunu, metinlerin ve söylemlerin nasıl yorumlandığını ve bu yorumların bağlama göre nasıl değiştiğini inceler. Temel amaç, metinlerin veya ifadelerin ardındaki niyeti, anlamı ve bağlamı anlamaktır. Bu süreç, yalnızca dilsel unsurlarla sınırlı değildir; tarihsel, kültürel ve sosyal bağlamlar da yorumbilimin konusudur. Dilbilimde özellikle pragmatik ve söylem analizi gibi alanlarda, dilin bağlama göre nasıl anlam kazandığını inceleyen yorumbilim, dil felsefesinde anlam ve yorumu felsefi bir perspektifle ele alır. Hans-Georg Gadamer ve Paul Ricoeur gibi düşünürler, yorumbilimi dil felsefesinin merkezine yerleştirirler. Gadamer, Hakikat ve Yöntem (Paradigma, 2023) adlı eserinde, yorumun tarihsel ve kültürel bağlamlardan bağımsız olamayacağını savunur. Ona göre, anlam, yorumlayanın önyargıları ve tarihsel konumuyla şekillenir. Ricoeur ise Yorum Teorisi, Söylem ve Artı Anlam'da (Paradigma, 2007) metinlerin yorumlanmasında "metnin özerkliği" kavramını öne sürer. Metin, yazarın niyetinden bağımsız olarak kendi anlamını taşır ve yorumcu bu anlamı keşfeder. "Yorum", Güncel Türkçe Sözlük'te "Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yanlarını açıklayarak aydınlığa kavuşturma." biçiminde tanımlanıyor. Terimin Arapça karşılığı "tefsir", "İslam dininde Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini açıklama, yorumlama ve anlamlandırma ilmi" kabul ediliyor; Kur'an'ın lafızlarını, manalarını, nüzul sebeplerini, hükümlerini ve hikmetlerini inceleyerek, ayetlerin doğru bir şekilde anlaşılmasını amaçlıyor. ‘Tefsir'le akraba bir başka Arapça terim de genel olarak "bir konuyu veya durumu detaylı bir şekilde açıklamak, yorumlamak" anlamına gelen "şerh"dir. Daha çok sembolizmi yoğun metinlerin anlaşılması güç yanlarını açığa çıkarmak, anlamını genişletmek ve okura daha sağlıklı bir kavrayış sunmak amacıyla yapılan şerhler; klasik edebiyatta, özellikle Osmanlı edebiyatında önemli yer tutar. Klasik edebiyatımızda dilsel değişim, kültürel farklılaşma, divan şairlerinin (Fuzuli, Baki, Nedim ve Şeyh Galip...) divanlarında yer alan metinleri, yoğun sembolizmleri ile Arapça, Farsça sözcük ve mazmunlar nedeniyle edebiyat eğitiminde şerhe gereksinim duyar. Tasavvufi şiirler, özellikle Mevlâna’nın Mesnevi'si ve Yunus Emre'nin şiirleri, örtülü ve dolaylı anlamları yanında günümüz okuyucusu için yabancı olabilen geçmiş dönemlerin kültürel değerleri ve inançları nedeniyle sıkça şerh edilir. Bütün bu nedenlerle edebiyatımızda en çok şerh edilen şiirlerden biri, erken dönem Türk şiirinin temsilcilerinden Yunus Emre'nin (Ölümü 1320-21) "Çıktım erik dalına..." biçiminde başlayan şiiridir. Yunus Emre'nin, Âşık Paşazade'den Kaygusuz Abdal'a kadar birçok kez nazire yazılan ya da sembolizmi örnek alınan ünlü şiiri, saptayabildiğimiz kadarıyla klasik dönemde, 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk yarısına kadar, Şeyhzade Müslihüddin Efendi'den bilinmeyen şârihe (şerh eden) altı; oradan günümüze kadar da beş kez şerh edilmiş. Sosyal yaşama dair çelişkilere, uyumsuzluklara dikkat çeken, derin bir tasavvufi hikmetten çok, örtük bir toplumsal eleştiriyi andıran, diğerleri gibi, halk arasında çok fazla yayıldığından neredeyse anonimleşme eğilimi kazanan 13 beyitlik şiirin, ilk iki ve son beyiti günümüz Türkçesiyle şöyle: "Çıktım erik dalına onda yedim üzümü Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu Kerpiç koydum kazana poyraz ile kanattım Nedir diye sorana bandım verdim özünü (…) Yunus bir söz söyledin hiçbir söze benzemez Münafıklar elinden örter mana yüzünü" Yunus Emre, sembol ve metafor kullanmada pek cömert davranmamasına karşın, şârihlerin bu şiirde tasavvuf sembolü bulma yarışına girdiklerine tanık oluyoruz. Şerhlerin en çok bilineni ve diğerleri tarafından da önemli ölçüde örnek alınanı, Türk Tasavvuf Edebiyatının 17. yüzyıldaki tanınmış adlarından Malatyalı Niyâzî Mısrî'nindir. Onun bulduklarıyla yetinsek bile aşırı sembolleştirme ve aşırı şerhi (yorum) kolayca fark edebiliriz: Örneğin, "Erik' şeriat, 'üzüm' tarikat ve 'ceviz' (koz) hakikate işarettir, zira eriğin dışı yenir, çekirdeği yenmez. Erik amelin zahirine, üzüm bâtınına misaldir. Zira üzüm yenir ve ondan türlü nimetler zuhura gelir... 'Bostan ıssı'ndan murat, mürşid-i kâmildir... Bu beyit, mürşitsiz şeriata, tarikata ve hakikate kendi bildiğimle vasıl olurum diye say edenlerin ahvalini temsil tarikiyle beyan buyurur..." (Akt. İ. Yakıt, Yunus Emre'de Sembolizm Çıktım Erik Dalına, Kültür Bakanlığı, 2002) biçimindeki bir sembolleştirme ve açıklama; göstergebilimin ünlü yazarı Umberto Eco'nun Yorum ve Aşırı Yorum (Can, 2003) adlı çalışmasında belirttiği, metnin yorumlanmasında rol oynayan bileşenlerden "okurun niyeti"yle (Intentio Lectoris) sınırlı kalır. Niyâzî Mısrî'nin "erik, üzüm, koz, bostan ıssı" ile kurduğu benzeşim, ne yazık ki anlamsal ilişkilendirmeden ve kültürel kaynaktan yoksundur. Böyle bir benzeşimin kurulabilmesi için söz konusu benzeyenlerin sırasıyla "şeriat, tarikat, hakikat, mürşid-i kâmil" benzetilenleriyle biçimsel, işlevsel, anlamsal bir ilişki içinde bulunması ya da aynı kültürel gelenek içinde kullanıla kullanıla benzeyenlerin benzetilenleri temsil etme niteliği kazanmış olması gerekir. Burada ise benzeşimin nasıl kurulduğuna ilişkin, şârihin kendisinden başka hiçbir tanık bulunmamaktadır. Niyâzî Mısrî'nin bu açıklama metni, son derece ilginç ve dolaylı ilişkilendirmelerle doludur. Onun bu şerhini Yunus Emre'nin söz konusu şiirinin bir açıklaması saymak zordur ama başlı başına bir tasavvufi ve edebi yapıt kabul etmek kolaydır! Umberto Eco, yukarıda andığımız yapıtında, bir metnin belirli bir kültür açısından "kutsal" hale gelir gelmez, kuşkulu okuma sürecine ve bunun sonucu olarak da bir aşırı yoruma maruz kalacağına dikkat çekiyor. Bu argümanında Homeros'un metinleriyle ilgili böyle bir olgunun yaşanması dışında, belki bizim Yunus şerhlerinin de payı vardır! "Kutsal metinler söz konusu olduğunda," diyor Eco, "doğruyu söylemek gerekirse, insan kendine çok fazla özgürlük tanımaz, çünkü çoğunlukla bu tür metinlerin yorum anahtarını ellerinde tuttuğunu iddia eden bir dinsel otorite ve gelenek vardır." Sanırsınız bu yargı, Yunus'un son şârihlerinden Haydar Murad Hepsev'in yaptığı şerh (yucedevlet.com, 15 Ocak 2022) ile ilgilidir. Bir örnekle "aşırı yorum" konusunu kapatabiliriz. Şârih, şiirin ikinci beytini şöyle şerh ediyor: "Kazan tekkedir, şeyhtir, zikirdir, hizmettir. Poyraz, zorluklara katlanmaktır; ayrılık, zorluk, güçlüktür. Poyrazdan başka bir kasıt da celal ile terbiye olmaktır, çünkü büyüklerimiz celal ile terbiye olmak cemal ile olandan daha kısadır daha tesirlidir demişlerdir. Kerpiç ise insanın nefsidir, pişmemiştir, çirkindir. Poyraz pişirir onu..." Ve dizelerin nihai anlamını, tamamıyla kendi "niyetine" bağlı kalarak açıklıyor: “Yola çıkmanın gayesi; kendini tanımak, mürşidin elinde terbiye görmek ve Rabbimize gereği gibi kulluk etmektir. Bu eğitim de orta yerde olmaz, biraz uzlette biraz halvette, biraz tekkede biraz hizmette olur." "Okurun niyeti", okurun metni yorumlarken sahip olduğu kişisel amaçlar ve önyargılardır. Eco, okurun niyetinin metnin yorumlanmasında önemli olduğunu, ancak bu yorumun metnin niyetiyle sınırlı olması gerektiğini vurgular. Okurun niyetinin metnin niyetini aşması durumunda "aşırı yorum" ortaya çıkar. Oysa şairin amaçladığı anlamdan tümüyle bağımsız, hatta o anlama karşıt bir "aşırı yorumdur" Hepsev'inki. Bunu Yunus'un şeriat yaklaşımının böyle olmadığından biliyoruz. O, şeriatı Hepsev gibi teslimiyetle değil, katı kurallarını sorgulayarak, eleştirerek, onun ötesine geçerek yaşar: "Şeriat bir gemidir hakikat deryasıdır Çoklar gemiden çıkıp deryaya dalmadılar" Şârihleri de şeriat gemisinden anlam deryasına dalmamakla eleştirir: Dört kitabı şerh eden asidir hakikatte Zira tefsir okuyup manasın bilmediler Yunus, Tanrı'da kulluğu değil, onun güzel yüzünü öne çıkarır; bu yüzden ona duyduğu aşk ile şeriattan vazgeçer, vazgeçmek ne kelime onu yağmalar. Kaynaklarda tasavvuf edebiyatı içinde ele alınan Yunus Emre'nin “Çıktım Erik Dalına” şiiri, genellikle "şathiye" türünde değerlendirilir. Şathiye şemsiyesi tasavvuf edebiyatındaki mizahi manzumeleri, Allah ile alay ederce söylenen şiirleri bir araya toplar; tanrının aşkın bir varlık değil, dünyevi sıfatını öne çıkarır. Oysa Yunus'un söz konusu şiirinde günümüz okurunu böyle bir kutsallığa götüren bir özellik bulunmamaktadır. Şiir elbette ki seküler bir kültürle okunduğunda felsefi bir derinliğe sahiptir ve taşıdığı semboller dini değil, edebi ve estetik değerler içinde çözümlenmeye elverişlidir. Bu nedenle Yunus Emre'nin yaşadığı gerçeklikten günümüze dek uzanan, engin dünya görüşünü yansıtan bu şiirini bir şathiye sembolizminin sınırlarına hapsetmek, bize doğru bir yorum gibi görünmemektedir. Kaldı ki Yunus Emre söz konusu şiirin son beytinde maksadını, edebiyat öğretmenimizin bile anlayabileceği açıklıkla söylemiştir: “Münafıklar elinden örter mana yüzünü" Daha fazla münafıklığa gerek var mı? Gercekedebiyat.com
YORUMLAR