Son Dakika



Daha önce yazmıştım, Abdulhamit’in tahtan indirilmesi ile saltanat dönemlerini kapatan islamcılar Kurtuluş Savaşı sırasında son bir hamle ile devleti yeniden ele geçirmeye kalkmış, Devleti Ali Osmani’yi avucumuza alalım diye çıktıkları yolda bir anda emperyalist düşmanla, kendi tabirleriyle diyeyim, gavur Yunanla, kafir İngilizle yan yana düşmüşlerdir.

İslamcıların içinde şüphesiz vatanperver insanlar da vardır, ancak iktidar hırsı ile yaptıkları tarihsel hata onları kolay kolay unutulmayacak -kendilerinin de unutamadığı- bir zillete mahkum etmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz ve Yunan’la işbirliği yapan mollaların, hocaefendilerin haddi hesabı yoktur.

Kurtuluş Savaşı’na “itithatçı oyunu” diyen Elmalılı Hamdi en masumlarıdır. Hem vatan hem de din tehlike altında iken, memleketin sadece bayrağı değil ibadethaneleri de talan edilirken, İngilizler’e hizmete koşan islamcı takımını saymakla bitiremeyiz.

İstiklal mücadelesi yıllarında Çamlıca’daki ikametgahında çekirdek çitleyen Saidi Nursi, Kuvvacılara ölüm fetvası çıkaran İskilipli Atıf, Derviş Vahdeti, Mustafa Sabri Efendi, Abdülfetah Efendi, Sait Molla, Nakşibendi Şeyhi Abdulkadir, Şeyh Sait ve daha niceleri…

Kurtuluş Savaşı’na destek verenlerin içinde de pek çok din adamı, özellikle müftüler ve müderrisler vardı. Ancak bunlar siyaseten islamcı olmaktan ziyade Osmanlı istiklaline bağlı, yurtsever müslümanlardı.

Ancak, işgalden önceki yıllarda İttihadı Muhammedi gibi örgütler etrafında toplanan siyasal islamcıların düşman işgali karşısındaki tutumu genel olarak içler acısıdır.

Siyasal islam mecrasından gelip de iktidar hırsı ve ittihatçı kini ile hareket etmeyen hepi topu üç beş isim sayabiliriz. O gün için islamcı siyasetin, deyim yerindeyse, namusunu kurtarmış olan bu isimlerin en önemlisi hiç şüphesiz Mehmet Akif Ersoy’dur, üstelik bu işi “islamcılara rağmen” yapmıştır.(*)

İSLAMCILARA RAĞMEN KURTULUŞ SAVAŞI'NA KATILAN AKİF

Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı yıllarından önce de edebi eserleriyle yurtsever ve halkçı bir damarı temsil etmekteydi. Mütareke dönemi gelip çattığında Akif, islamcıların meşhur Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye Cemiyeti’ne üye idi. Tavrını işgale karşı direnen Kuva-i Milliye’den yana koyunca islamcılar tarafından bu dernekten ihraç edildi. İngilizlerin yanında saf tutan eski dostları ona karşı öylesine sert tutum aldılar ki İstanbul’da durmasına imkan kalmadı. Mustafa Kemal’in daveti ile Nisan 1920’de Ankara’ya geldi ve bu tarihten itibaren, savaşın sonuna kadar yazdıklarıyla, vaazlarıyla ve aynı zamanda milletvekili olarak yurtseverlerin yanında yer aldı.

Mehmet Akif’in bu memleket için yaptığı hizmetlerin en önemlisi, hiç şüphesiz İstiklal Marşı şiiridir. Orduya adanan bu şiir, cephede savaşan askeri adeta gökten gelen ilahi bir mesaj gibi etkilemiş, ordunun moral gücünde tarifi imkansız bir yükseleme sağlamıştır.

Bu bakımdan, Mehmet Akif’e İstiklal Savaşımızın edebiyat cephesindeki komutanı desek abartmış olmayız. Akif, çağdaşı islamcıların pespaye tutumunun tam tersi bir tavırla, ismini tarihimizin en saygıdeğer köşesine yazdırmıştır.

BUGÜNÜN İSLAMCILARI ve AKİF

Bugün siyasal islamcı hareketin durduğu nokta Kurtuluş Savaşı yıllarından daha parlak sayılmaz.

Evet ülke fiili bir işgal altında değil, ama ekonomik ve kültürel işgalin her safhasında islamcıların payını, işgalcilerle giriştikleri gayretkeş ortaklıkları görüyoruz.

Son ondört yılda islamcı ikitdar eli ile, her tür kültür ve tabiat varlığını yok ederek tüm yurda yayılan beton ve talan fırtınası yurdumuzun sadece geçmişini değil geleceğini de yok ediyor. Ülkenin tüm değerlerinin yabancılara peşkeş çekilmesi görevini bugün de islamcılar üstlenmiş görünüyor.

Kendilerine “Asım’ın nesli” diyenler, yurdun bağrına bir hançer gibi sokulan terör örgütlerinden birini bırakıp öbürünü alıyorlar.

“Asım” olma iddiasındakiler, kah PKK ile, kah FETÖ ile, kah IŞİD ile düşüp kalkıyor, bir yandan fırıldak gibi dönüp öte yandan hiç utanmadan bunun reklamını yapıyorlar.

Vatan kavramı ise mücahidlikten müteahhitliğe evrilen islamcı kadrolar tarafından kuru gürültü malzemesine dönüştürülmüş durumda. 

İktidarın islamcı cenahta yarattığı çürüme o kadar büyük bir boyuta gelmiş ki yalandan mürekkep bir dünyayı savunmaktan en küçük hicap duymuyorlar.

Misal, mücahidlerin müteahhite dönüşmesine isyan eden, bu kavramı ilk kez gündeme getiren sözde “dürüst” islamcı Levent Gültekin, bir de öğreniyoruz ki kendisi de bir müteahhitmiş. Hem de öyle böyle bir müteahhit değil, Kartal’da üç tane gökdelen inşa edecek kadar büyük bir müteahhit!

Hergün cepheden memleket evlatlarının ölüm haberleri gelirken en kaymaklı köşelere yerlemiş islamcılar şehitlik güzellemesi yapıyor. Kendi çocukları paralı mekteplerde semirip, “alkölsüz” klüplerde, milyonluk yatlarda fink atarken ana kuzuları PKK’nin IŞİD’in vahşetine sürülüyor.

Akif ise kendi evinde yakacak odunu, Ankara soğuğunda sırtına giyecek bir paltosu yokken, İstiklal Marşı yarışmasından kazandığı 500 lirayı cepheye elbise diken Darül Mesai’ye bağışlamıştı.

Belli ki islamcılık para ve güç ile olan imtihanında sınıfta kalıyor, hem de kocaman bir sıfır çekerek.
Nerede bir lokma bir hırka yaşayan Akif’in ahlakı, nerede bu şuursuz talan sürüsün hayatı!

Bunun için Mehmet Akif onların sadece dilindedir, her değeri olduğu gibi onu da ancak istismar edilecek bir araç olarak görürler.

Dikkat edin, İslamcılar bunca yıllık zaman zarfında Mehmet Akif gibi ikinci bir şahsiyet çıkaramamışladır. Çıkarabildikleri ancak Necip Fazıl türünde ulufe dilencileridir.

Çünkü Akif, fikren islamcı olsa da ruhen bizdendir, yurtseverdir. Bugün tüfekle mermiyle değilse de, fikren ve siyaseten yeni bir istiklal savaşı yaşıyoruz.

Bu savaşta Akif’in ahlakı da fikirleri de islamcılar değil,  cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler tarafından temsil edilmektedir.

Akif’in hatırasına saygı ile onun mısralarıyla bitirelim:

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.
(*) Bu kişilerden özel olarak bir de Şemsettin Günaltay’ı anmak isterim.

Gaffar Yakınca
(www.deligaffar.com)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM