Son Dakika



Gamze Arslan’ın ödüllendirilen Çerçialan adlı öykü kitabına çalıştım... Kitaptaki öyküler için ilk elde şunu söyleyebilirim: Gamze Arslan, Çerçialan’da hiçbir insani nitelik taşımayan konuları işlemiş. Bu tırıl konuları işleyişi de son derece kötü. 

Eleştirimde, Gamze Arslan’ın iyi bir yazar, öykülerinin de ödüllendirilmeye değer güzel öyküler olmadığını, estetik ölçütler ışığında göstermeye çalıştım... 

           

DİLİ ANLATIMI

Gamze Arslan’ın dil bilinci yok... Dili, anlatımı kaba, kötü...

Dilin, anlatımın kabalığını birkaç örnekle görelim.

Bimka adlı öyküde yazar, valilik binasının açılışını bakın nasıl anlatır...

“Ne olduğunu anlamaya vakit kalmadan adamlar benim üzerimi soymaya başladılar. (...) beni bozuyorlardı. Anadan üryan öylece soğukta duruyordum. (...) Ardından göğüslerimi avuçladılar, minik demirlerle birbirine tutturdular göğüslerimi, fizyolojimi bozuyorlardı. (...) Bacaklarımı ikiye ayırdılar, ellerini tam orama koyacaklardı ki, iğrenç bıyıklarıyla ‘Hop! Dokunmayın oraya, Benim odam olacak orası,’ dedi. (...) Tırıs bıyıklı adam (...) Yavaş yavaş ilerledi, orama geliyordu. Daha önce kimseye göstermediğim kadınlığıma. Bir kurdele bağlamışlardı, tüylerimin üzerinde bir kurdele vardı. (...) Bir çırpıda kesti kurdeleyi. Utanıyordum. Herkes bize bakıyordu. (...) İçine girdi! En kutsal odama. (...) Biri deklanşöre basıp bu tecavüzü belgeledi. Fotoğrafın altına koca puntolarla not düşüldü:

‘VALİLİK BİNAMIZ VE HEYKELİMİZ ŞEHRİMİZE HAYIRLI UĞURLU OLSUN.” (s.35)

Benzer bir örnek, Kasapta Kesik Parmak adlı öyküden...

“Kıçımın dibinde, kıçıma oturttuğu kanla duruyordu yüzük. Adamın gözlerine bakarak oturduğumuz caddeyi söyledim ama o kendinden geçmiş bir halde kıçımdaki yüzüğü çıkarmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Çektikçe kanıyordu. Durmadı, gözü dönmüştü, nefes nefese... Tecavüz edercesine kalçalarımı elledi defalarca, bir tane yüzük için. Yüzük? Bu ne kötü bir yük. Kimine göreyse zenginlik. Cebinden bir çakı çıkardı. KIRAVATLI ADAMLAR DA ÇAKI TAŞIR! Kalçama dayadı, beni kesmeye çalışıyordu, yüzükle beni ayırmaya. Normalde yüzüğün kıçımdan çıkmasını tabii ki isterdim ama bu şekilde değil.” (s.60)

Dilin kaba kullanımı öykü boyunca sürüp gider; “kalçamdaki yüzük”, “kalçama sıkışmış”, “kalçama geçirilmiş ince yüzük”, “kalçama sıkıştı”, “kıçımın dibinde”, “tecavüz edercesine kalçalarımı elledi”, “götümde giymeye don yok”, “kalçama sıkıştı”... vb.

Allah’la Ciddi Düşünüyoruz adlı öyküde yazar, anlatıcı karaktere ikide bir “fuck” sövgüsünü söyletir. Öykü boyunca anlatıcı karakterin dilinden düşmez bu kaba sövgü...

Aşağı yukarı her tümcede karakterlerin adlarını birkaç kez yinelemek, kötü yazarlara özgü bir dil yanlışlığıdır. Gamze Arslan’ın öykülerinde bu yanlışlığı görebiliyoruz. Sayfa 14’te 28 tümcede 35 kez yinelenmiş karakterlerin adları... Sayfa 9’da 30 kez...

Gamze Arslan, öykülerinde yerli yersiz “falan”, “falan” sözcüğünü sıkça kullanıyor.

“(...) hisse karının nasıl değerlendirileceği falan derken (...)” (s.18)

“(...) dinledim Nezile’nin fırınını, bizimki gibi davul değil, saatli falan.” (s.18)

“(...) bence uzun süre yemek falan yiyemez.” (s.21)

“Güneşi falan hepten gitti bir anda.” (s.30)

“Islık falan çalardım, (...)” (s.37)

“(...) işaret dili falan öğrenmedim.” (s.39)

“(...) ölmüş falansa kadın, (...)” (s.39)

“(...) güzel materyaller falan.” (s.39)...

Gamze Arslan, öykülerinde Türkçe olmayan sözcüklerin kullanımını bir sorun olarak görmüyor. Türkçe karşılıkları olmasına karşın; musallat, talibe, tahammül, boyfriend, cenabet, fuck, vakit, tebrik, terk-i diyar, rivayet, hülasa, nafile, tereddüt, intihar, kanaat... gibi yabancı sözcükleri kullanmaktan geri durmuyor.

Kötü anlatıma iki kısa örnek daha...

Cevat adını sormuş, Dudu kendi adını söylemiş. Cevat ineğinkini de sorunca Dudu ‘Yok, ineğin adı mı olurmuş,’ demiş. Nimet anlamış ki Dudu yine çok seviyor birini, yine zarar verecek birine. Hissetmiş çok kısa bir an.” (s.13)

Cahide’nin cinayeti kusursuz zekânın örneklerinden olduğundan hiçbir zaman Behçet ve anasıgillerin yediği iç baklayı anlamaya uğraşmazdı Cahide.” (s.65)

 

KARAKTERLER

Gerçekçi yapıtlarda karakterler kanlı canlı olarak çizilir... Öyle ki, bu karakterlerin yapıtta yaşadığını duyumsarız. 

Gamze Arslan’ın öykülerinde karakter çizimi son derece başarısız. Örneğin, Dudu ve Nimet adlı öyküde, Nimet, bir buzağıdır gerçekte... Yazarın Nimet’i çizimi öyle belirsizdir ki, okur, insan mı buzağı mı karıştırabilir.

“Sırma saçlı Dudu ve sarı kirpikli Nimet kupkuru samanların arasında Attınbaş’la demlenirlermiş. Nimet’e sorsak Dudu çok da akıllı bir kadın değil, (...)” (s.7)

“Nimet’in bir derdi var, yüreğinde yanar durur. Dudu da şahit olmuş bu derde, ondan gidemez ya şimdi. Ondan bırakamaz ya sarı saçlı güzel, körpe ama deneyimsiz dilberi. İki kadın kah toprağa basarak kah samanlıkta demlenerek geçirir zamanlarını.” (s.7)

“Cevat Nimet’e bakar, Nimet sarı kirpikleriyle izler Cevat’ı.” (s.9)

Yazarın karakter çizimindeki başarısızlık, Bimka öyküsünde de çıkar karşımıza... Öyküde, anlatıcı terkedilmiş bir kızdır. Bu kız, “eksi kırk beş derece” de üşümektedir. Yine onun gibi terkedilmiş Kemalli adlı “yakışıklı” genç ona yardım eder... Kızla Kemalli birbiriyle iyi anlaşır... Âşık olurlar birbirlerine... Kaçmayı tasarlarlar... Öykünün devamında, birden bire bu iki “insanın” birinin valilik binası, diğerinin bir heykel olduğunu öğreniriz. 

Yazarımızın karakter betimlemeleri kötü... Cahide adlı karakteri şöyle betimler: “Cahide yirmi beşinde, diri göğüslü, kalkık kalçalı, kırmızı tüylerine elma şeklini verdiği vajinasıyla tam bir kadınmış.” (s.63)


NESNELERİN BİRLİĞİ

Güzel yapıtlar, nesnelerin estetik düzenlenmesiyle oluşur. Böylesi yapıtlarda hiçbir nesne, hiçbir olay, hiçbir söz işlevsiz değildir. Konunun akışı içerisinde bir nedenselliği vardır. Bir yapıtın estetik değeri nesnelerin birliğine bağlıdır.

Post-Modern karşı gerçekçi yazarların en büyük eksikliklerinden biri de nesnelerin birliğini kurmayı başaramayışlarıdır. Böylesi yazarlarda nesneler, gelişi güzel serpiştirilmiştir, işlevsizdir.

Gamze Arslan’ın öykülerinde de bu eksikliği görüyoruz. Nesnelerin birliğini kuramamış... Var olan nesnelerin çoğu işlevsiz...

Tüzen Söz adlı öyküden...“İşlediği cinayet de her durumda derin devlete bağlanıyor, sivri topuklu ayakkabılarıysa bize bir dönemin kadın başbakanını, onunla bağlantılı ayranı hatırlatıyordu.” (s.65)

Burada sözü edilen “derin devlet”, “sivri topuklu ayakkabı”, “kadın başbakan”, “ayran” nesnelerinin konunun akışıyla herhangi bir bağlantısı yok... Konu dışı, işlevsiz...

 

NEDENSELLİK

Güzel yapıtlarda her şey nedensel ilişkiler içinde, zincir halkaları gibi bağlıdır birbirine. Bir öyküde romanda nedensellik doğru kurulamazsa, o yapıt gerçekçi olmaktan uzaklaşır.

Yapıttaki nedensellikler usa aykırı olmamalı...

Gamze Arslan’ın öykülerinde nedensellikler zayıf... Usa aykırı... Birkaç örnekle bu zayıflığı, usa aykırılığı görelim şimdi.

İlk örnekler Küf Korkusu Olmalı İnsanda adlı öyküden...

“Nezile bulaşıkları yıkayış hızı, yemek kokusunun apartmana yayılmasını önleme çabası ve her gün marketten getirdiği tek poşetiyle tahminimce otuzlu yaşlardadır. Sonra apartmandan tıkır tıkır çıkması, saçlarını hep ensesinde topuz yapması ve paltosunun ince beline oturmasıyla da muhtemelen bekâr bir kadın.” (s.17)

“Elindeki poşetin ağırlığına bakılırsa, Nezile o gün marketten mezgitle dönüyordu.” (s.17)

Nedenselliği görüyorsunuz değil mi! Gamze Arslan, okurun usuyla dalga geçiyor.

Şimdiki örneklerimiz Tüzen Söz adlı öyküden...

“Bir roman üç el ateş sesiyle başlıyorsa, barutun çoktan yanmış, sayfalar arasında kaybolmuşsundur.” (s.63)

“Cahide yirmi beşinde, diri göğüslü, kalkık kalçalı, kırmızı tüylerine elma şeklini verdiği vajinasıyla tam bir kadınmış. Cahide’nin bu kadar açık ya da ilk akla gelen şekilde çizilmesi romanın kadın yazarının aslında erkek olduğunu doğrudan gösteriyor.” (s.63)

“O sıralarda bir işim olmadığından, teyzemin evinde, arka balkondan görülen dağı, ön balkondan seçilen ve sanki kurumak üzere olan denizi izlediğimden Tüzen Söz ideal bir yazardı benim için.” (s.64)

“Kırmızı tüylü vajinası olan bir kadın muhtemelen kırmızı, az pişmiş et yiyor ve kırmızı şarap içiyordur zaten.” (s.65)

 

ÖRGE

Bir olayın, ya da birçok olayın, nedensel ilişkiler gözetilerek örülmesine örge denir.

Gamze Arslan öykülerindeki olay örgüsü çok gevşek. Olayları nedensel ilişkiler içinde sıkı bir örgeyle örememiş. Örneğin Tüzen Söz adlı öyküde, paralel kurguyu denemiş yazarımız... Bu kurguda, bir yanda kız (anlatıcı) ile annesi, öte yanda Tüzen Söz’ün romanı, roman kahramanları Behçet’le Cahide...

Yazar paralel kurguyu denemiş ama başaramamış... Paralel kurgudan çok bulamaç kurgu olmuş... Konular, anlatımlar karışmış, içi içe geçmiş... Paralel kurguya kötü bir örnek Tüzen Söz öyküsü... Öyküden seçtiğim bir tümce öbeğiyle göstermek isterim bu bulamaç kurguyu.  

“Görüşmüyordum. Görüşmüyorum anne... O bir sene aynı evin içinde küs kaldık. Bir bakıma iyi oldu, çünkü artık beni tuvalete de kilitleyemiyordu. Babam güzel çocuklarıyla tatil ve firmaların verdiği yemeklerin fotoğraflarını paylaşıyordu. Cahide o gece süs düzeyi firmasının düzenlediği yemekte Behçet’le tanıştı. Sonunda el sıkışarak tanışmışlardı. Tüzen’e bak sen, akıllı adam, kimin aklına gelir böyle yemek organizasyonunda tanıştırmak... Behçet, Cahide’yi süzdü, kırmızı rujunu inceledi, evlendikten, karnına da çocuğu koyduktan sonra bir daha sürdürmeyeceği kırmızı rujunu. Çatlamış dudaklarının çizgilerine dolmuş kırmızı rujuna bakıyordum. Annem, babamla ve yeni karısıyla görüştüğümü duysa...” (s.67)

Gördünüz değil mi? Tümce öbeğinde daldan dala zıplanarak önce kızla anne arasındaki ilişkiden söz ediliyor. Sonra birden; babanın “güzel çocuklarıyla” paylaştıkları fotoğraflar. Cahide... Cahide’nin Behçet’le tanışması... Tüzen Söz’ün başarısı... Son olarak yeniden anne gündeme geliyor.

 

SÖYLÜYOR GÖSTERMİYOR

Kötü yazarlar söylemekle yetinirken, iyi yazarlar söylemekle yetinmez, gösterir de...

Gamze Arslan söylüyor, göstermiyor.

Birkaç örnekle görelim bu durumu.

Dudu ve Nimet adlı öyküde, yazarımız, Dudu’nun güzelliğini gösteremediğinden, söylemekle yetiniyor. “Nasıl genç ama, nasıl güzel. İri dudakları, doğurmaya müsait geniş leğen kemikleri var. Kulakları çok büyük ama o da bereket o zamanlar. Dudu güzel kadın Allah var.” (s.7)

Aynı öyküden bir örnek daha: “Dudu, Nimet’in yalına da akıtır rakıdan. Nimet içmeye başlar, yanmaktadır, bellidir. Dudu anlar, bu kıza bir şey olmuştur. Dudu, Cevat’ı düşünür içtikçe,” (s.11)

Tüzen Söz adlı öyküden... “Annem bir canavara dönmüştü. Hızla mutfağa kaçtım ve çekmeceden aldığım bıçağı anneme doğrulttum. Yaklaşmamasını söyledim. Ana yüreği hiç söz dinler mi, evladının yapamayacağını düşündü... Küt! Annem yere düştü. Bıçak midesinde, en derinine kadar saplanmış. Bir ara ‘ekmekleri kesemiyorum bununla’ diye bana söylendiği bıçak. Ne nazlı kadın, bak kesiyormuş işte.” (s.70)

Bu bölüm, pek hoşa gitmiş ki, kitabın arka kapağına alınmış...

Şimdiki örnekler Kasapta Kesik Parmak adlı öyküden... “Bir adam etleri inceltmek için vuruyor tahtaya. Kasaptayım. Ne işim var burada? Buraya geldik ve adam intihar etmeye karar verdi. Kasap bıçağının en etkili araç olduğunu düşündü. Fakat ikisi boğuşurken, kasap yanlışlıkla beni evim olan elden koparıp attı. Satırla! Satırla parmak kesilir mi? Delirdin mi sen?” (s.58)

Öyküde yazar, ikide bir “eğer intihara meyilliysen önce bir parka gidersin!” deyip duruyor... Buna karşın intiharın parkla olan ilişkisini göstermiyor...

 

HASTALIKLI RUH HALİ 

Post modern karşı gerçekçi yazarların tipik bir yönü de hastalıklı ruh halidir. Bu yazarların öykülerinde hep karşımıza çıkıyor bu psikolojik sorun. Bu sorun, ya yazarın yaşama, insana bakışında ya da karakterlerinde kendini gösteriyor.

Gamze Arslan’nın öykülerinde de bu hastalıklı ruh halini görüyoruz.

Bu sorunu, birkaç örnekle görelim:

Dudu ve Nimet adlı öyküde, Dudu evlilik çağındadır. “Dudu’yu başgöz edeceklermiş. O sıra bir Nimet bir de Dudu’nun kundaktaki kardeşi kana kana süt içerlermiş analarından. Dudu’nun kıskançlığı çığ gibi büyümüş.” Neden mi, “(...) anasının memesine ortak çıkıp, babasının sevgisine musallat (...)” oldu diye. “Derken cebinden babasından kaçırdığı kibriti” çıkarır, içinde annesi, babası, kundaktaki kız kardeşi ile hayvanlarının olduğu ağılı yakar. 

Aynı öykünün devamında, bu kez buzağı Nimet’i kıskanır Dudu. Çünkü Cevat, kendisini değil, Nimet’i istemiştir ondan... Bu duruma “fena içerlemiş.” Üstüne üstlük, Nimet’in dokuz aylık gebe olduğunu öğrenince, “(...) büyükçe bıçağı alıp bir anda saldırmış Nimet’e. Tek hamlede kesivermiş boğazını. Gebe Nimet, memeleri süt dolmaya başlayan ana Nimet’in kan fışkırmış boğazından.”

Dudu, bir yandan soğuk ayranını yudumlar, bir yandan Nimet’i parçalar, karnını deşer... Cevat gelir... Cevat’a kanlı elleriyle ayran ikram eder, parçalanmış Nimet’i gösterir...

Küf Korkusu Olmalı İnsanda adlı öyküde, kadın, kocasından para saklamıştır. Paraları, içlerini oyduğu soğanların içinde saklamaktadır. Kocası bu durumun ayırdına varınca, küflü soğanları bayıltıncaya dek zorla yedirir. Ardından tecavüz eder. Öykünün devamında, kadın, küflü odaya gider. Tüm küfleri kazır, buzdolabı poşetine doldurur. Nezile’nin evine girer. Dolaptaki çorbanın içine katıp “brender’den” geçirir... Aynı kadın, bu kez, kocasına kahve pişirir, içine bolca çamaşır suyu katarak. Kocasının ölümünü soğukkanlılıkla şöyle anlatır: “Lıkır lıkır içti. (...) öte tarafa cenabet gitti. (...) fıs diye söndü adam. İçinin feri gitti feri. Tertemiz olmuştu şimdi içi. Arada böyle temizleyin kocalarınızı kadınlar, valla misler gibi oluyorlar.” Öldürdüğü kocasını parçalar, dondurucuya koyar. Kocasının vücut parçalarıyla fareleri besler kadın. 

Kadın gebe kalmıştır kocasının tecavüzünden. Çocuğu düşürmek, yok etmek için, bol bol küf yer. “Çok yoktu zaten, ederi bir kilo bile değildi evladımın. Bizim kösen çiçeğin toprağına ektim. Artık hiç küsmüyor, aramız çok iyi anayla kız gibi. Dur bir gideyim de suluyayım hatta.”

Post modern karşı gerçekçi yazarların bir diğer tipik yönü de, yapıtlarındaki olumsuz değer yönlendirmedir. Okur, insani olmayan davranışlara özendirilir bu yazarların yapıtlarında...

Gamze Arslan’ın öykülerinde değer yönlendirme olumsuz eylemler yöneliktir.

Küf Korkusu Olmalı İnsanda adlı öyküde, kadın, kocasına kahve yapar... Kahvenin içine bolca çamaşır suyu döker... Ardından şöyle konuşur: “Bizimki doya doya içti, bana mısın demedi. (...) Acı sandı salak. Lıkır lıkır içti, (...) öte tarafa cenabet gitti. (...) fıs diye söndü adam. İçinin feri gitti feri. Tertemiz olmuştu şimdi içi.” Devamında kadınlara öğüt verir yazar... “Arada böyle temizleyin kocalarınızı kadınlar, valla misler gibi oluyorlar. Kocacığınız uzun yaşar kloraklaaa! La la la!”

Kadın, öldürdüğü kocasının bedenini parçalar, farelere yedirir... Aynı kadın, küf yer bebeğini düşürmek için... Düşürdüğü bebeği çiçeğin toprağına gömer, arada bir sular... Küf kazır, komşu kadının çorbasına karıştırır... Tüm bu yaptıklarından vicdan azabı duymaz, tersine öğünür.

Kasapta Kesik Parmak adlı öyküde intihara dönük bir değer yönlendirme var. “Şehrin bir önemi yok, eğer intihara meyilliysen önce bir parka gidersin! (...) Park şehrin içinde intihara meyillileri kendine çeken bir mabet gibidir.”

Aynı söylemi, öykü boyunca birkaç kez yeniler yazarımız.

 

ZORLAMA GENELLEMELER

Gamze Arslan’ın öykülerinde yanlış, zorlama genellemeler var.

“Balık bir kadının kişiliğini, evinde nasıl zaman geçirdiğini, seks hayatını ve zihnini anlayabilmek için en doğru yemek bence. Mesela defneyaprağı. Kadın balığa defneyaprağı koyuyorsa güneylidir. Kokusuna tahammül edemese de, deniz memleketinde balıkla koyun koyuna büyüdüğü için bir şekilde sevmiştir ya da sever görünür.” (s.17)

Yazarımız, balık yemeğinden kadının kişiliğini, evinde nasıl zaman geçirdiğini, seks hayatını, zihnini anlayabiliyor... Hele kadın balığa defneyaprağı koyuyorsa, kesin güneylidir! Doğrusu benim tanıdığım güneyli kadınların hiçbiri, balığa defneyaprağı koymuyor...

Gerçekçi yazarlar, balığı “bir şekilde” sevdirmez. Gösterir okura nasıl sevdiğini... Gamze Arslan, “bir şekilde” deyip geçiyor, göstermiyor.

“Ee zaten ayak deniz görmüşse özgürlüğü vesaire bilir ya” (s.17)

Özgürlüğün ölçütü, ayağın deniz görmesi mi?

           

TOPLUMSAL ÇÖZÜMLEME

Gamze Arslan’ın öykülerinde, karakterlerin içinde yaşadıkları topluma ilişkin bir çözümleme çıkartamıyoruz. Bu durumun temel nedenlerinden biri de, yazarın birey-toplum ilişkisini, birey-toplum diyalektiğini kuramamasıdır.

 

İZLEK

Cengiz Gündoğdu, Estetik Kalkışma (1) adlı yapıtında şöyle der: “Yazar, sorunu olan insandır. Yazmaya tasarladığı romanın ya da öykünün konusunu, sorunu belirler. Bizde ise, yazarın sorunu yoktur, konusu vardır. Bundan ötürü, yapıtın izleği yoktur.” (s.59)

Çerçialan’daki öyküler bize şunu gösteriyor. Gamze Arslan’ın sorunu yoktur. Hiçbir insani nitelik taşımayan tırıl konuları vardır. Öykülerinin izleği yok bundan ötürü.

Gamze Arslan’ın öykülerinde hiçbir insani sorun işlenmese de, “derin yaşamsal bilgi!!!”, “derin sorular!!!” var. Tüzen Söz adlı öyküye bakın hele...

“Hep böyle başlar!

Üç el ateş sesi ve ardından bam! Ortada ne üç el ateş vardır oysa, ne de bam sesi. Bam olmamasının en temel nedeni kültürdür aslanda. Küt bize daha çok yakışır ya da çat. Küt diye vurur, küt diye düşüp bayılır, küt diye âşık olur, küt diye keser, küt diye kütlemizden kütleler çıkarırız.” (s.63)

Görüyorsunuz değil mi “yaşamsal bilgiyi...”

Ayrıca okur, topluma ilişkin bir çözümleme de çıkartabilir bu alıntıdan...

Peki, şu “derin sorulara” ne demeli. “Cahide’nin sevgili yaratıcısı Tüzen Söz aslında kimdi? Tüzen Söz ne kadar çok dizi ya da filim izliyordu? Bam sözcüğünü ‘ah bir kullansan’ diye kaç kere geçirdi içinden? Ben bu romanın neresindeydim? Tüzen Söz neden mahlas altında yazıyordu?” (s.63)

 

SON SÖZ

Gamze Arslan iyi bir yazar değil. 

Cengiz Gündoğdu’ya göre "İnsanı sevmeyen yazar olamaz.” Olursa Gamze Arslan gibi olur. Okuyun öykülerini, insanı sevmediğini göreceksiniz. Onun öykülerinde hiçbir insani nitelik yok. Yaşama, insana karşı sevginin kırıntısı yok. Küflü gözlerle bakıyor insana, yaşama. 

Güzel öyküler, güzel yapıtlar insana yaşama sevinci verir. Gamze Arslan’ın öyküleri insana yaşama sevinci vermiyor. 

Son söz seçici kurula. Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Hatice Meryem, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Ferudun Andaç’tan oluşan seçici kurul, Gamze Arslan’ın bu öykülerine, Varlık dergisinin düzenlediği “2016 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü”nü verdiler. 

Gamze Arslan’ın öyküleri herhangi bir ödül almasaydı, oturup eleştirmezdim. Belki de, böyle bir kitabın varlığından haberdar bile olmazdım. Ödül, kendi içinde bir değer yönlendirme taşıyor. Seçici kurul, bu tür öyküleri ödüllendirerek; bir yandan okura, böyle öykülerin güzel olduğunu, öte yandan genç yazar adaylarına bu öyküleri örnek almalarını öğütlemiş oluyor. Bu bir cinayettir.

Yazınımızın içine düştüğü bu olumsuzluktan ödüllendirilen yazar kadar, seçici kurulları da sorumludur...  

* Gamze Arslan, Çerçialan, Varlık Yayınları, 2016, İstanbul

1. Cengiz Gündoğdu, Estetik Kalkışma, İnsancıl Yayınları, 2012, İstanbul

-Bu yazı, Çağdaş Türk Dili dergisi 370. Sayısında yayınlandı.

      
Mehmet Aslan
GERCEKEDEBİYAT.COM


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM