Evlenmek Lazım! /Samir Ilgaroğlu
Gözlerinin önünde büyük harflerle yazılıyordu bu emir. Kulaklarına, sanki ses yükselticisi ile sesleniliyordu. Akrabalarda bu sözü işitebilirim diye şöyle gönül rahatlığıyla ağız tadıyla misafirliğe bile gidemiyordu. Öyle ki, telefonlaşmak dahil, tüm ilişkiyi bile kesecek durumdaydı.
“Selam… Nasılsın?”
“Aleykümselam. İyiyim. Sağ ol. ”
“İş güç nasıl? Çocuklar nasıl? ”
“Hepsi iyi. Allaha şükür. Sen nasılsın? İşlerin ne durumda? ”
“İşler iyidir şükür. Bu gün müdür yanına çağırmıştı, bir iş tarif etti. Yine dışarda iş var…”
Sözü kesmiş ve o esas konuya hemen gelmişti:
“Ne iş emri, ne müdür. Onların hepsi düzelir. Sen evlenme konusunda ne düşünüyorsun? Ne zaman sevindireceksin bizi? Kız bulabildin mi, şöyle…”
Sana ne kardeşim, kiminle görüşüyorum, yüreğimde kim var sana ne… İşiniz gücünüz yok mu sizin, Benim kiminle evleneceğim, kiminle olduğum, hangi kızı düşündüğümü dert ediyorsunuz. Tamam benim mutlu olmamı istiyorsunuz ama bu ısrarınız beni daha da mutsuz ediyor…
“Ayşe, iyi bir kız. Resul öğretmenin kızı. Güzel, alımlı, eğitimli, terbiyeli, kişinin yüzüne bakmaya da utanır. Kendileri güzel ailedir, tanıdığımızdır. Neden gidip bakmıyorsun? Hele Nazir öğretmenin ortanca kızı bir afet. Yüzüne bakınca sanki ay parçası. Gül gibi yaşayan sakin terbiyeli bir ailedirler. Bak Refik’in kızından vaz geçtim. Bu kız da çalışıyor, kafa kafaya verin dolanın derim…”
Önereceği liste uzunmuş. Bu yüzden konuşmayı kesip masasında işi ile ilgilenmeye başladı. Ama dayanamadı yine listeyi saymaya başladı. Her birinin iyi kötü yanlarını anlatan uzun konuşmalar…
“Ya da sen karar ver, sen söyle. Emin düşsün önüne, hop, hepsinin evine bir bir gidelim. Sen de biliyorsun, Emin’i herkes sever, kabul eder, saygıda kusur etmez. Sen Emin’in yanında dur, konuşma. Kızların güzelliklerine, davranışlarına sesine, yüzüne, kokusuna bak. Sonra kenara çekil her şeyi Emin halletsin. Ondan sonra gel otur işinin başına, yaşa yaşayabildiğin kadar. Her şeyini ben beğenecek değilim ki. Hayatın tek başına ne kadar zor olduğunu bilmiyor musun? Sen bize kararını bildir biz çözelim. Daha sana nasıl yardım edebiliriz. Bizden bu kadar…”
Sohbetin buralara kadar uzaması hoşuna gitmedi. Araya girip konuyu değiştirmek istiyordu ama ne çare. Konuşmaktan yorulmuyorlar ki…
“Evet… Ne düşünüyorsun?”
“Ne zaman başlayalım ameliyata, onu…”
Gülüşme oldu.
“Tamam tamam. İşlerden başımızı kaldırınca kararımı söyleyeceğim.”
“Hey Allah korumuşun oğlu, iş olacağına varır!..”
Bezgin bir yüzle gülümsemeye çalıştı.
“Ben sana haber vereceğim. Söz. Çocuklara, bibime selam söyle…”
Başkalarının düğününde o kadar oynamıştı oysa. Her düğünde sevinmişti, dostlarının arkadaşlarının evlenmesinden kendisi daha çok mutlu olmuştu. Ama bu büyük değişikliğin kıyısında onunla başbaşa kalınca anlıyordu ki bu sevinci tatmak ne kadar zor bir işmiş. Bazen bu işin kolay olabileceğini de düşünüyordu. Bu düşünceden kurtulunca da evi yanmış yangından kurtulmuş birisi gibi görüyordu kendini.
Korkunç bir durum. Düşünün yıllardır tek kişi uyuduğun yatağında ikinci bir kişi var artık. Ve hep orada olacak. Tabi ilk gece kısmetine seviniyorsun; her şey güllük gülistanlık. Ama sabah aynaya bakınca o sevincin uçup gittiğini, gizli bir kaygının tüm yüz hatlarına sindiğini göreceksin.
Artık iki kişi için çalışacaksın. Dün işinde on kişiyle görüşmüşsen yarın yirmi kişiyle görüşmek zorundasın! Dün on sayfalık yazıp bozmuşsan yarın yirmi sayfalık yazıp bozacaksın. Dün tek geçtiğin yoldan yarın onunla geçeceksin. Dün işe tek gitmiştin yarın onu da götürüp iş bulacaksın, öğreteceksin. Sana iki kat eziyet binmiştir artık.
Ancak lezzetler yine tek kişiliktir! Dönüşte önce kendini sonra onu almalısın. Yemeği yine günde üç kez hem de bir kişinin, senin karnını doyurmak için yiyeceksin. Televizyonu yine bir kişi olarak izleyecek, sinemadan yine bir kişi olarak zevk alacaksın. Yine günde beş bardak çay içecek, yine üç dört kez tuvalete gideceksin.
Hazlarından mahrum kalacakların da çok! Dostlarla eskisi gibi istediğin zamanda kalkıp eğlenmeye gidebilecek misin? Uçakta hosteslere anlamlı bakışlarla, caddede, sokakta o güzelim kalçalarını çevirerek yürüyen, popolarını erkeğin gözüne sokan hatunlara ağzının suyunu akıtabilecek misin?
Tam aksine! Eşinle en sıkıcı işleri göreceksin. Giysi almaya saatler harcayacaksın, avare avare ağaçsız parklarda dolaşacak, onun artık can sıkan gohumlarıgile gidecek, biriktirdiğiniz paraları altına yatıracak, bütün bunları dikkatle, sabırla yerine getireceksin. Üstelik tüm bunlardan memnun ve mutluymuşsun gibi davranmak zorunda kalacaksın!
Evet, bu olumsuz düşünceler beynini birer sarmaşık gibi sarıyordu. Ama arabayla değil de halkın içine karışıp metroyla otobüsle işe giderken gerçeği de görüyordu. Düzgün giyinmiş, süsü yerinde hanım hatun görkemli kadınlardı gördükleri. Parklarda kol kola el ele gezen evli çiftleri (hele önlerinde çocuk arabasında bir çocuk da varsa) görünce içi yanıyor, tuhaf bir yalnızlık bedenini sarıyor büyük bir evlenme isteği duyuyordu.
Hele aslında parayla bir bedene sahip olduğu için kendinden nefret ettiği ama gövdesinin yangınını söndürmek için yattığı bir eskort kızın üzerinden kalkınca nefretin utanca döndüğünü görüyor, yüksek sesle söyleniyordu: Evlenmek şart!
Metroda, otobüste gördüğü kızlarla tanışmak, yakınlaşmak, sevgili olmayı şiddetle istediği zamanlar oluyordu ya sonuna kadar direniyordu!
Yakınlaştığım, tanıştığım kızlar ağızlarını açıp konuşmaya başladıklarında gördüm ki kimisi cahil, kimisi kaba, kimisi benden kültür olarak çok geri, hayatında tek bir kitap bile okumamış. Ya da tam tersi, her şeyi yerinde, göğüs kalça da dört dörtlük ama ailesi çakal. Kimisinin ailesi pırıl pırıl ama kızın geçmişi fena kirli. Öyle melek donunda kızlar gördüm ki her gün biriyle yatıyor, nişanlısıyla birlikte dört erkekle grup seks yapıyor... Kimisi telefonda bolca görüşüyor ama o kadar. Kimisi öpüşmeye izin veriyor ama ordan öteye yasak! Kimisi yatağa geliyor ama dışarıda eline değdirmiyor; güya gören olur söz olur! Kimisinin de ne kendisi, ne huyu, ne ailesinin huyu, geçmişi, soyu sopu hiç bir yeri uymuyor! Bu gerçeği öğrensen bile artık çok geç oluyor! Kızı yarıda bırakmak da olmuyor; onun göz yaşlarına, yaşadıklarınıza, anılara katlanacak kalbin de yok, ama artık birliktelik de olanaksız. Hadi gel de bu işin içinden çık ya da vicdan azabına katlan. İşte bunlardandır böyle yalnız kalmam!
Bazan ise çocuklarını hava almaya çıkaran o mutlu çifte yaklaşıp, “ne kadar mutlusunuz - yatağınızda görmek istediğiniz kişi var, evinizden bebek kokusu geliyor, gece onun ağlamasına birlikte uyanıyorsunuz…” demek istiyordu.
Fakat diyemiyordu tabi…. Adam, “sen bizim mahremimize ne karışıyorsun, git işine, asabımı bozma. Bizimle bu tür şeyleri konuşma hakkını nereden alıyorsun?” diyebilirdi. Hatta daha aksi bir kocaya rast gelip burnunun üstüne yumruğu da yiyebilirdi.
Üstelik nerden biliyorsun o kadar mutludurlar? Belki adam her gün işten eve gelmek bile istemiyordur. Karısının yüzünü görmektense Allahtan ölüm istiyordur! O gördüğün çocuk belki düğünlerinden iki ay önce ekilmiştir de erkek mecburen kızla evlenmek zorunda kalmıştır! Belki de o kız kocasıyla eski sevgilisinin hayaliyle ilişkiye giriyordur! (Bu bebe de o eski sevgilidendir!) Bunları düşününce bekar olmak ne güzel mutluluk değil mi?
Bazen de nefsini doyurduğu o eskort kızı it gibi dövmek istiyordu.
Bak eğer o fahişe olmasa nefsini neyle körelteceksin? Yirmi sekiz yaşındasın, seks yapmadan durabilir misin? O fahişe dediğin kötü iş yapıyorsa sen ne halt ediyorsun sanıyorsun? Eğer o kötü yolun yolcusuysa sen hangi yolun yolcususun? Fuhuş kötüyse sen de fuhuş yapıyorsun!
Hatırladı. Yedi sekiz yıl önce üniversitede öğrenciyken dört arkadaş bir pansiyonda kalıyorlardı. Orada ziyarete gelen annelerin, akrabaların evlilik üzerine uzun tiradlarını dinlemekten sıkılmazlardı. Bu sözlerin ne kadar önemli ağır anlamda sözler olduğunu daha bilmiyorlardı çünkü. Aralarında, üç dört yıl sonrasının planlarını yaparken evlenmeyi de konuşuyorlardı. Kiminin yüreğinin temel arzusuydu bu. Kız erkek ilişkileri üzerine epey felsefe yapıyorlardı. Hepsinin ortak görüşü erkeklerin birbirini daha iyi anladığı ve anlaştığıydı. Ama hiç biri bunu itiraf edemiyordu ve dört beş yıl sonra yüz yüze gelecekleri bu gerçek karşısında şimdiden beyaz bayrağı çekmişlerdi bile.
Felsefe yaptıkları tartışmalardan çıkan sonuç şaşırtıcıydı.
Kişi evlenmeyerek de yaşayabilirdi. Bunun bir çok olasılığı vardı. Eğer bir evin havasını biriyle paylaşmak istiyorsan bu en sevdiğin bir dostun da olabilirdi. İlla evlendiğin kadın mı olacaktı? Geriye kaldı cinsel gereksinmen. Ondan kolay bir şey yoktu ki. Fikirleri güzelliği seninle uyan her istediğin kadınla bunu yapabilirdin. Bu da senin haftada en çok üç dört kez zamanını alacak. O kadar! Ya da annenle birlikte yaşayibilirsin. Ya da evlenmeden özgürce bir bayan arkadaş edinip onunla özgürce yaşayabilirsin. İstediği zaman gelsin gitsin yeter ki iki tarafın da şikayeti olmasın! Ya da ir yaşamı paylaşmaya hazır ve uygun olup olmadığınızı denemek için bir hanımla evlilik öncesi ilişkide bulunabilirsin.
Bütün bunlar gösteriyor ki kimse otuz kırk elli yaşlarında bekar erkeklere mutsuz gözüyle bakmasın. Belki adam böyle mutlu oluyor? Size ne. Çocuğu olmayana meyvesiz ağaç olarak bakmamak gerek. O belki böyle istedi.
Yeter ki evlenme ihtiyacı, para pul ihtiyacından, kap veya çamaşır yıkamaktan bezmekten ya da eskort kadınla yatmaktan yorulmaktan ya da çocuk ihtiyacından doğmasın. Önemli olan herhangi bir kadının senin hayatının arkadaşı olmayı yürekten istemesidir!
İşte hiç kimseye söyle(ye)mediği bu sözleri, şimdi mutfakta onunla karşılıklı oturup yemek yemesine bakan, kalbinde ise onun evliliğini gerçekten dert eden, oğlunun evlenip bir yuva kurmaya bu kadar isteksiz olmasına bir türlü kayıtsız kalamayan, yirmi dört saat oğlu için tüm tanış-biliş kızları fikir süzgecinden geçiren, hayalinde onu beyefendiler gibi giyinmiş gören, kör bıçakla sebze doğrarken küçük kesikler açtığı baş parmağı ile onun alnını ovuşturan annesinin gözlerine bakarak söylemek istiyordu.
Azerbaycan Türkçesinden çeviren: Ahmet Yıldız
YORUMLAR