Can Yücel’in ağzına biber sürmek! / Mustafa Pala
'Argo'nun paradoksu şu: Hem standart dilin duyguyu anlatmaya yetmediği yerde yedeğe koşuluyor hem de en çok sansürlenen dil formu! Başbakan Erdoğan da hakkındaki yolsuzluk iddialarını kanıtlayamayanlar için "İşte ben oraya üç nokta koyuyorum!" diyerek kendini sansürlemişti. Ama otosansüre karşı olan
“Sen miydin o yalnızlığım mıydı
yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı
gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan içine çıkarmaktı
seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim Ne kadar rezil
olursak o kadar iyi” Can Yücel'in Sevgi Duvarı’nın bu
dizeleri “bile” argo konulu dil yazımıza şairi çağırmak
için yeterli gerekçeler sunuyor.
Bir karşı dil olarak argo (Fr.
argot), dilin en renkli, en dinamik ve aynı zamanda en dışlayıcı
biçimlerinden biri. 18. ve 19. yüzyıllarda Batı Avrupa'da, suç
çevreleri, çingeneler, seyyar satıcılar gibi marjinal topluluklar
tarafından geliştirilmiş bir iletişim aracıydı argo. Toplumun
belirli kesimlerince, özellikle de dışlanan veya kendi içinde bir
kimlik grubu oluşturanlarca kullanılan bu özel dil, yüzyıllardır
insanlığın kültürünün bir parçası oldu, oluyor…
Argo, genel kabul gören, ölçünlü
dilin dışında kalan, belli bir grubun kendi içinde anlaşmasını
sağlayan ama dışarıdakilerce anlaşılmasını engelleyen veya
gizliliği koruyan özel sözcükler ve ifadelerin bütünüdür.
Kimi zaman kriminal gurupların (çeteler, dolandırıcılar), kimi
zaman meslek gruplarının (denizciler, askerler, esnaf), kimi zaman
da gençlerin veya belirli alt kültürlerin kendi aralarında
kullandıkları bir iletişim yoludur. Argo, genellikle mizahi,
alaycı, küçümseyici veya kaba bir ton taşır. Argonun “Ananı
da al git!” gibi ifadeleri, “çapulcular” veya “sürtükler”
gibi nitelemeleri, popüler siyasette bile yer buldu! Argonun kökeni, insanlık tarihi kadar
eskidir. İlk medeniyetlerden itibaren, ortak bir düşmana karşı
birleşen gruplar, avcı-toplayıcı gruplar, esnaf loncaları kendi
aralarında gizli bir dil geliştirme ihtiyacı duymuşlar. Hem
dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı bir kalkan görevi
görmüş hem de grubun içinde dayanışmayı güçlendirmiş.
Sosyolojik kökenlerine göre argo, genellikle bir "karşı dil"
olarak ortaya çıkar. Genel geçer toplumsal değerlere, iktidara
veya genel dilin sınırlayıcılığına bir tepki olarak gelişir.
Hapishaneler, göçmen topluluklar, kenar mahalleler gibi dışlanmış
veya marjinal gruplar arasında daha yaygın görülür. Bu gruplar,
kendi kimliklerini ve dayanışmalarını pekiştirmek için dilde
mizahi bir ton da yaratan argoyu kullanırlar. Argo ayrıca otoriteye
karşı bir direniş biçimi olarak da işlev görür; ölçünlü
dilin olanaklarından daha geniş bir özgürlük alanı yaratır. Argo, "düşük" bir dil
olarak görülse de her zaman edebiyatın renkli ve canlı bir ögesi
oldu. Özellikle gerçekçi ve doğalcı akımlarla birlikte,
toplumun her kesiminden karakterlerin edebi metinlere yansımasıyla
yazarların ilgi alanına girdi. Edebiyat, argoyu sadece bir dilsel
özellik olarak değil, aynı zamanda karakterlerin ruh hallerini,
toplumsal konumlarını ve iç dünyalarını yansıtmak için güçlü
bir araç olarak kullandı. Dilin bu biçimiyle sokağın, yoksul
mahallelerin veya belirli meslek gruplarının kendine özgü
atmosferini yansıttı. Yazarlar, karakterlerini, uyumlarını ve
çatışmalarını daha inandırıcı, daha samimi bir dille
betimlemek için argodan yararlandı.
Türk edebiyatında Hüseyin Rahmi
Gürpınar, Refik Halit Karay, Aziz Nesin ve özellikle hapishaneyle
tanışmış Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi isimler,
argoyu ve halk dilini başarıyla kullandılar. Dilin en yoğun ve
damıtılmış hali olan şiirde, argo gibi "kaba" ve
"düşük" olarak algılanabilecek ifade biçimlerinin
kullanımı kolayca yadırganabilir. Ancak modern şiir, "yüksek"
ve "aşağı" dil ile konu ettiği ve seslendiği toplumsal
kesimler arasındaki ayrımı reddederek sokaktan, sıradan
yaşamlardan seslerle buluşmayı, kendisini geliştirebilecek bir
imkân olarak gördü ve argoyu dışlamayı düşünmedi. Argonun şiirde kullanılması şiire
işlenmemiş bir gerçeklik katabilir; okuyucuyu şaşırtabilir,
hatta rahatsız edebilir. Şairin şiirden amacı biraz da bu ise,
argoyla geleneksel şiir dilinin kapılarını kırabilir, toplumsal
eleştiriyi daha doğrudan ve etkili bir şekilde şiirine
taşıyabilir. Bunu yaparken sözcükleri kırıp dökmekten, yeniden
kurmaktan, hatta uydurmaktan çekinmez: "Yeter ki bir döşün
olsun kocaman / Bu aş ve bu vurgun seksen kulakta yenir / Ve sıkarsa
tabiy toplumsal petkan" (“petkası sıkmak”, Rumeli ağzında
“cesaret etmek”) Türk şiirinde argo kullanımı
özellikle Garip Akımı ile birlikte daha belirgin hale geldi. Orhan
Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat gibi şairler, şiiri
sıradan insanın günlük yaşamına ve konuşma diline
yaklaştırdılar; bu süreçte argo ve halk söyleyişlerine de
kapıyı açtılar. Attila İlhan, şiirlerinde sokak estetiğine
"serseri", "kabadayı" veya "delikanlı"
imgeleriyle derinlik kazandırarak argonun şiirsel bir ifade aracı
olarak ne denli güçlü olabileceğinin örneklerini verdi.
Halk ağzını, jargonu ve argoyu
şiirlerinde cüretkarca kullanan şairlerden biri de Can Yücel'dir.
Şiirsel evriminin ilk basamaklarında argo kullanımı sadece dilsel
bir biçem değil, aynı zamanda onun politik, toplumsal ve bireysel
dönüşümünün de göstergesidir. Topluma ve toplumsal değişimlere
açtığı şiirlerinde siyasi mizahı öne çıkarır. Özellikle
düzene, kapitalizme yönelik eleştirilerde sokak dili ve halk ağzı
yoğun biçimde yer alır: "Benim halim memleketin hali / Üç
gündür kabızım dışarı çıkamıyorum / Ne geğiriyor ne
osurabiliyorum / İçim gırtlağıma kadar bok" (Vaziyet-i
Umumî) Onun şiirlerinde argo, toplumsal
haksızlıklara bir isyanın, bir halk ve halk dili sevgisinin
dışavurumudur. Onun şiir dili zaman zaman müstehcen, zaman zaman
kışkırtıcı, ama her zaman samimi ve halktan bir sestir. Bu sesin
ve halka yakınlığının en belirgin göstergelerinden biri,
"Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin / İçindeymişik
yeşilmişik sazmışık" (Suda) ya da "Acıyorsam
sana anam avradım olsun, / Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!"
(Mare Nostrum) örneklerinde olduğu gibi halkın konuşma dili;
diğeri ise o dilin argosunun şiirlerinde yoğun ve etkili bir
biçimde kullanılmasıdır: "Şiir fenerimle de baktım, son
çığlık! / Aşk yokmuş sizde beş paralık! / Gidiyorum ben
boşçakallar / Sıçmışım ortalık yerinize / Kıçımın
fosforuyla aydınlanın siz artık" (Kibar Hırsızın
Türküsü) Can Yücel için argo, sadece bir
kelime seçimi değil, aynı zamanda bir tutkunun, bir isyanın, bir
toplumsal eleştirinin, halk diline olan derin sevginin ve
bağlılığının dışavurumudur da. O, şiiri "sokağa
indiren", sokağı "şiire kaldıran" şairlerdendir
ve sokağın tüm seslerini, renklerini, hatta kabalıklarını,
küfürlerini bile estetik bir alana, şiire taşır. İşte argonun
dozajının yükseldiği, Safo'ya ithaf edilmiş Şiir Dikeni:
“Sözler uçuşuyor / Ben ardından hezarfen / Yere indirip
sözleri / Toprağa dikiyorum / Yediveren şiirler açıyorlar /
Dikeni sikeyim" Şiirlerinde halk kültürüne
özellikle dil yoluyla sokulan Can Yücel, argo sözcükleri ve
ifadeleri sadece okuru şok etmek için değil, aynı zamanda
şiirdeki duygu ve düşünceleri derinleştirmek için kullanır.
Özellikle öfke, hayal kırıklığı, isyan gibi güçlü duyguları
ifade ederken argo yoluyla, doğrudan ve ulaşılabilir bir etki
yaratır. Toplumdaki riyakarlığı, otoriteye boyun eğmeyi
eleştirirken argoyu bir silah kılar. Argo ifadelerle ironiyi
pekiştirir ve okuyucuyu iğneleyerek düşündürmeye çalışır.
Cemal Süreya'ya ithaf ettiği Mülemma'daki gibi: "Kaçıncı
seferberliği bu şiirin / Fizan yemen Kokayin // Bu ters çizilmiş
yürek / Bu götyüzü / Kediye verdim yemiyor / Kedimin adı gece" Can Yücel, argo yoluyla geleneksel
"yüce" şiiri reddederken bir yandan da "aşağı"
sayılan dili ve "aşağı" sayılan halkı yüceltir.
Halkın konuştuğu dilin doğallığıyla kurar şiirini. Argo, bu
bağlamda, şiire otantik bir gerçeklik ve "canlılık"
kazandırır. Köy kahvesinden, sokak muhabbetinden, meyhane
masasından gelen sesler, şiirlerinde yer bulur. Dili asla
kutsallaştırmaz, tersine bilinçli olarak "kirletir";
çünkü halkın dili de öyledir: "Hava cehennemi sıcaktı
/ Daltaşak yatıyordum sedirde / Bir esinti çıktı birden /
Göğsümün kıllarını / Sikimin tellerini titretti."
(Prova) Dilin sınırlarını ve sinirlerini
zorlayan şair, aynı zamanda okuyucu ile şair arasında yükselmiş
tabu duvarını yıkar ve samimi köprüler kurar. Bu "ayıplı"
veya "küfürlü" sözcükleri şiire sokarak, dilin ve
ifadenin ne kadar geniş bir yelpazeye sahip olduğunu gösterir. Bu
durum ve alışılmadık bağdaştırma ile bağlaştırmalar Can
Yücel şiirine özgürlükle beraber özgünlük de getirir:
"Komünizm kızılcıktır / Kabza iyi gelir / Ne güzeldir
daneleri / Ne güzel reçeli olur / Şurubu da / Yemiştir ama
yenilmiş değildir" (Övgü) Konuşma dilinin bir özelliği olarak
devrik cümleleri sık kullanan Can Yücel'in şiirlerinde argo, çoğu
zaman estetik bir işlev görmektedir. Bu durum, sözcükler ve
ifadeler argo olmasa bile şiire argolu bir "tını" katar.
Sadece bir dilsel ögenin ötesinde, sanatçının toplumsal
duruşunu, dünyaya bakışını ve insanlara olan samimi yaklaşımını
yansıtır. Onun şiiri, dilin tüm olanaklarını zorlayarak, uzak
yakın çağrışımlarla okuyucuyu hem düşündüren hem de sarsan
bir deneyim yaratır. İşte Menapoz: "Yardımı kesildi ya
Amerikan Dostluğunun / Gençler, kendinize mukayyet olun! / Kime
saldıracağı belli olmaz haaa / Adetten kesilmiş kibar orospunun."
Memleketin içinde bulunduğu durumu
betimlerken ve bu duruma yönelttiği siyasi eleştiriyi dile
getirirken sert ve yargılayıcıdır. Bu üslup Can Yücel'in ironik
bir tavırla toplumsal meselelere dikkat çekmek için argovari bir
dil kullanmasını doğallaştırır. O ‘iblis Mercedes'in masum
kamyona’ çarptığı "Susurluk"tan "su sığrı"na,
"su sığırı"ndan "manda"ya geçen çağrışım
zinciri, olayla hem hiç ilgisiz hem çok ilgili bir sona ulaşır;
argo artık dil ile ideolojinin bire bir örtüştüğü alandır:
"Gazi tarafından vaktiyle / Vaktinde sittir edilip de /
Sonradan harimimize / Sinsi sinsi sokulan / Manda var ya / İşte o
MANDA göle sıçtı" (Benzetmeyi Benzetme) Görüldüğü gibi Can Yücel’in
şiir dilinde argo, zaman içinde bir dil olanağı olmaktan çıkıp,
bir politik tutum, estetik strateji ve içsel dürüstlük aracı
hâline gelir. Başlangıçta mizah ve eleştiri için kullanılan
argo, giderek aşkı, öfkeyi, acıyı, bireyin en içten duygularını
taşıyan asli bir şiirsel damara dönüşür, tıpkı Seke Seke'ye
yazdığı Ön Söz'deki gibi: "Çatal yüreğimle türkülü
yollara / Düştüm ki o kadar olur... / Seke Seke ben geldim / Sike
sike gidiyorum..."
Yeri gelmişken yazımızı bir şehir
efsanesinden Can Yücel’i çıkararak bitirelim: Kahramanları Can
Yücel ve Duygu Asena olan, uzun yıllar duyan herkesin kolayca
inandığı "Kart ve Postal" temalı efsaneye göre,
televizyonların birinde bir ‘Can’lı yayında Yücel, Nazım
Hikmet'ten bahsederken, Duygu Asena araya girip "Hatırladım,
şu kartpostal şairi değil mi?" demiş. Ee, buna Can
dayanır mı, "Kart sensin, postal da sana girsin!"
diyesiymiş. Takipçileri yanıtı Yücel’e pek yakıştırmış
doğallıkla. Edebiyat, şiir ya da entelektüel hayatımızda hiçbir
zaman yaşanmamış olan bu olay, belli ki eşcinselliğiyle
toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyan küçük İskender için
yazdığı, Ece Ayhan’a da bir güzel ‘çaktığı’ şu
dizelerden kurgulanmış:
"Kuşumla fazla oynama sen!
Seni becereceğime, ayol,
Büyük İskender'i beceririm!
Hem sana şunu da söyleyeyim:
Nâzım için "Gurbette yazdığı
şiirler
Kartpostal şiiri" diyen Ece'nin
kendisi
Kart bir postal..."
(Portreler, Doğan Kitap, 2008) Görüldüğü gibi dilini eşek arısı
sokasıca Can Yücel’in ağzına biber sürmenin de yararı
olmayacak! Mustafa Pala
Gercekedebiyat.com

















YORUMLAR