Son Dakika



Aydınlar, aydınlar... Kimdir bu büyülü sözcüğün anlamına girenler?

 

Okuyup yazması olan, okuyup yazmaktan başka kendinin ve toplumun, hatta çağının içinde bulunduğu sorunlar üzerinde düşünebilen, kendini ve çevresini bir takım aykırı davranışlardan ötürü çekinmeden eleştirebilen(doğru) olanı gösteren, toplumun işleyişini ve bu topluma yerleşmiş kişilerin durumlarını çeşitli açılardan inceleyerek değerlendirebilen insandır.

 

Bu insan toplumundaki dengesizlikler yüzünden dayanılmaz ağırlıklar altında iki büklüm olmuş kişileri bu yürekler parçalayıcı durumdan kurtarmağa ve toplum çoğunluğunu bu duruma düşürenlere kafa tutmaya, hesap sormaya kararlı insandır.

 

Bu insan, çoğunluğun iktisadi ve siyasi özgürlüğünü ellerinde bulunduran kuvvetlerle savaşmayı göze almış insandır.

 

Bu insana -insanlık tarihinin her döneminde görev düşmüştür. O hep, çoğunluğun mutluluğunu sağlıyacak, bu topluluğa siyasi ve iktisadi özgürlüğü verecek, bütün isteklerini tam olarak karşılıyacak bir düzenden yana olduğu için; kurulu düzeni bir azınlığın çıkarları için sürdürmeye çalışanların kuvvetlerince, (ki bu kuvvetlerin yüzde seksenini o insanın mutlulukları için savaştığı halk teşkil eder) hapishanelere atılmışlar, sürgünlere gönderilmişler, derilerini yüzmüşler, ölüm kamplarında çürütmüşlerdir.

 

Ama o, hiçbir kuvvetin yıldıramadığı, yok edemediği, yok edemiyeceği bir güç olarak yaşamakta devam etmektedir ve hep yaşıyacaktır. Çünkü, onu yaşatan güç ardından gittiği düşüncenin gerçekliğinden, sağlamlığından, doğruluğundan gelmektedir.

 

O hapishaneye atılabilir, öldürülebilir ama onun savunduğu düşünce ne hapishaneye kapatılabilir, ne prangaya vurulabilir, ne de üstüne gaz döküp yakılabilir.

 

İşte bu fikir yaşayıp durduğu ve büyük çoğunlukların kurtuluşları bu fikre bağlı olduğu için bu bayrağı alıp götüren hep çıkmıştır. Bu bayrak ellerinden düşmemiş, bugünlere kadar getirilmiştir.

 

Bugün de düşmeyecek elden ele geçerek sonsuza kadar, yeryüzünde bir tek mutsuz kişi kalmayıncaya kadar götürülecektir.

 

Bu bayrak elden düşerse onu taşıyacak bir başkası bulunmazsa, mutsuzlar için kurtulma söz konusu olamaz; yaşama olanağı kaybedilmiş ve soluksuz kalmışlar, demektir.

 

Aydınların sindirildiği, sesini yükseltmediği toplumlarda, kişilere ne verilirse itiraz etmeden alınır. Hatta -Hayır- denmesi gereken her şeye –Evet- deyen ve bu çemberi yarıp kurtulamaması için yaşantısına bol miktarda tanrı, bol miktarda peygamber, bunların buyrukları enjekte edilir.

 

Bu, düzenin başında bulunan azınlıklar için bulunmaz bir nimettir. En geç uyananlar, en geç uyanacaklar bunlardır. Çünkü yüzyıllardan beri halkları kolayca yönetmek için ortaya çıkarılmış bir takım sloganlar, bu mutsuz topluluğun kanı, canı,beyninin hücrelerinde yaşıyan gerçekler haline getirilmiştir. 

 

O bir önceki kuşaktan aldığı bir sözü, bir davranışı ya da yasa haline getirilmiş bir geleneği, doğruluk ve yanlışlık düşünülmeden, düşünmeyi suç sayarak, ya da düşünmekten, araştırmaktan korkarak yeni kuşaklara ulaştırır.

 

Yöneticiler nasıl ki bütün ulus üzerinde egemense, ulusun en küçük topluluğu olan ailedeki baş da her şeye, kendi düzenindeki her şeye egemendir. Kimse ondan iyi,ondan doğru düşünemez.

 

Bir ailenin başına karşı koyan bir bakıma yöneticilere karşı koymuş sayılır. Evine baş kaldıran, düzene de baş kaldırır. Burada önemli olan başkaldıranın ortaya attığı gerçekler değil onun davranışıdır. Davranışlardan başlıyan yargılama, ortaya çıkan gerçeklere, onların kurulu düzene getireceği zararlara kadar giderek mahkum edilir. İlkel bir topluluktur bu. Yöneticilerin olduğu gibi kalmasını istediği, çaba gösterdiği pek bayağı bir topluluktur. Dilleri ilkeldir, yaşayışları ilkeldir, ziraatları ilkeldir. Şimdiye dek hiçbir gelişme olmamıştır(olmaması için çalışılmıştır).

 

Örneğin, bu ilkellikten kurtulmanın ve kendi kendini yönetmenin olanaklarını sağlıyacak eğitim yerine, yaşamlarına kocaman tapınaklar sokulmuştur. Aç kalan insanın açlığının Tanrıca istendiğini biliyor. Varlıklı olanla arasındaki eşitsizlik üzerinde durulursa beş parmağın beşi de bir mi, ya da tanrı böyle istemiş, böyle olmuş sözcükleriyle karşı çıkıyor. Bunun arkasındaki oyunu araştırmıyor. Oysa araştırsa oyunu ve oyuncuları ortaya çıkaracak ve oğluna asi diyen, oğlunu belirli kalıplar içinde yönetim katından kendisine getirilip sunulan yasalar uğruna mahkum etmek istediği oğlunun savunduğu düşünceler yanında yer alacaktır.

 

Aydınlar böyle bir toplumla uğraşmak, bu inançları kökünden kazımak, bütün kötülüklerin, bütün biçimsizliklerin tanrıdan değil de birlikte yaşadıkları ve her durumda kendilerinden çok yüksekte olan, çok iyi giyinen, çok iyi yiyen, çok iyi gezen, çok iyi kazanan ve kendilerinin de karşılarında boynu bükük durdukları, beylerden, ağalardan yani sokakta, otobüste, tirende gördüğü kalın enselilerden geldiği gerçeğini duyurmakla görevlidirler.

 

Çoğunluğa haklarının nasıl alınacağını, nasıl savaşmaları gerektiğini, o hakların kimlerin ellerinde bulunduğunu göstermek zorundadırlar.

 

Onların, insanın insan tarafından sömürüldüğünü, yani çalıştığı fabrikanın sahibi tarafından, toprağıyla uğraştığı ağa tarafından sömürüldüğünü anlatmak, bütün bu gerçekler belirli bir duruma geldikten sonra, özgürlüklerini, mutluluklarını nasıl, hangi yoldan sağlıyabileceklerini göstermek zorundadırlar.

 

Bir kaynaşmış kitle halinde hareket etmek ve etkin olmak, haklarını koruyabilmek için karşıdan gelecek her türlü baskı ve tehlikeyi göze alarak çarpışmalarının gerektiğini anlatmak zorundadırlar.

 

Aydın bunu yapandır.”

 

Muzaffer Buyrukçu / Yazar

(erdembuyrukçu.blogspot)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM