Yıldız Ecevit’in edebiyat eleştirisi üzerine notlar
Eleştirmen Prof. Dr. Yıldız Ecevit, 12 Eylül rejiminin inşa ettiği edebiyatın eleştirmeni olarak eleştirilmiştir.
Türk edebiyatındaki postmodernist eğilimlerle ile ilgili yazdıklarıyla en çok tartışılan, eleştirilen, olumsuz veya olumlu bağlamda referans alınan Yıldız Ecevit bu çözümlemelerinin kuramsal temelini oluştururken, çoğu kez (Türkiye özelinde) önceki dönemin edebiyat anlayışlarına, gerçekçiliğe, toplumsal gerçekçiliğe itirazlarını öne çıkarmıştır. Ecevit’e göre ideolojik yaklaşımların ağırlığı yüzünden Türk edebiyatı gelişememiş, yazarlarca hep sosyal içerikli eserler kaleme alınmış, bunlarda da estetik yön ihmal edilmiştir (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, Everest Yayınları, 2021, s. 14) Bu söyledikleri nedeniyle “yeni sağcı” diye itham edildiğini belirten yazar, kendisinin de sosyalist olduğunu ancak sanata ilişkin görüşlerle politik düşüncelerin uyuşmasının gerekmediğini, edebiyatta estetik ölçütlerin ilk öncelik kabul edilmesini savunduğunu dile getirmektedir (agy s. 15). Ecevit aynı yerde şu savını da okura sunmaktadır: “Özelikle sanat alanındaki kalıpları kırmamız için insanları ve düşüncelerini klişeleştirmekten vazgeçmemiz, paranoyayı bırakmamız önkoşuldur. Romanlarında ezen-ezilen ilişkisinden değil de kırlarda uçan kelebeklerden söz eden biri, toplumsal yaşamda hızlı bir kolektivist olabilir” (s. 15). Yazar, insanın yaptıkları ile söylediklerinin, düşündükleri ile yazdıklarının farklı olabileceğini yani örneğin sosyalistlerin de pekâlâ postmodern özellikler taşıyan kitaplar yazabileceklerini iddia etmektedir. Fakat bu mümkün değildir. Sinan Kutlu’nun belirttiği üzere “herkes kişisel belirlenimi doğrultusunda dilediği gibi düşünebilir… Örneğin insan idealist ya da gerçekçi olabilir, metafizik ya da diyalektik yöntemle düşünebilir; ancak hiç kimse hem idealist hem materyalist, hem metafizik hem de diyalektik düşünemez. Daha da açarsak hiç kimse verili düzeni ve onun kültürünü savunarak devrimci olamaz, kapitalist sistemin devamını ve onarımını amaçlayan kişi aynı zamanda marksist olamaz ve sonuç olarak postmodernist akılla düşünerek, diyalektik materyalist dünya görüşünü savunmanın nesnel ya da öznel olanakları hiçbir biçimde yaratılamaz” (Elveda Postmdernizm, Papirüs Yayınları, 2004, s. 52). Ecevit’in, toptancı bir yaklaşımla estetik açıdan yetersiz olduğunu söylediği toplumsalcı bakışla kaleme alınmış gerçekçi eserlerle ilgili bir çözümlemesi yoktur. Yazar, postmodernist ögeler taşıyan romanların neden “iyi” olduğunu ayrıntılı olarak anlatmakta ancak diğerlerinin neden “kötü” olduğunun cevabını vermemektedir. Ecevit’e göre bir sanat yapıtının estetik açıdan değerlendirilmesi, toplumsal-politik yaklaşımla değil ancak biçimi üzerinden yapılabilir (agy, s. 15). Böyle yapılmadığı için de gerçekçi yöntemle ürünler veren solcu yazarlar yıllarca hak etmedikleri ilgiye mazhar olmuşlardır (Yıldız Ecevit, “80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”, Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2. sayı s. 17). Ecevit, bu iddiaları ile estetiği biçime hapsetmekte, böylece, postmodernist yaklaşıma uygun olarak elbette, sanat ile hayat ilişkisini koparmaktadır; ne var ki gerçekçiliğin estetikle ilişkisi bütünseldir: “Estetik yalnızca sanatla ilgili değildir. Estetik yaşamla ilgilidir” (Cengiz, Gündoğdu, Aydınlanma İçin Kalkışma, İnsancıl Yayınevi, 2015, s. 342). Ecevit, “sanat yapıtı, içinde bulunduğu koşulların bir ürünüdür. Sanatçı binyıllardır, içinde yaşadığı tarihsel kesitin yaşama/doğaya/evrene/insana ilişkin sorulara verdiği doğabilimsel ve düşünsel yanıtlara koşut olarak oluşan estetik değer ölçütleri çerçevesinde biçimlendirir yapıtlarını” (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, Everest Yayınları, 2021. s. 20) demektedir. Dolayısıyla “bilimin neden-sonuç ilişkisini temel alan ve kesinlik/değişmezlik üzerine kurulu saptamaları, yerini giderek belirsizlik/olasılık/görecelik kavramlarının yön verdiği yeni bir doğabilim eğilimine bırakmakta” (Ecevit, agy, s. 29) iken yazara düşen; bir sorgulamaya girmeksizin bu değişimlere yani “postmoden durum”a uygun biçimsel güzellik yaratmaya çalışmak olacaktır. Bu yüzden Ecevit’in gerçekçi yaklaşımı estetik açıdan yetersiz bulması kendi açısından doğru ancak sorunludur: Ecevit, postmodernizmin edebiyata etkilerini olumlamak ve meşrulaştırmak için doğa bilimleri ile ilgili okura sık sık “bilgi” sunmaktadır ancak yazarın bu kuramsal izahlarının pek çoğu yanlış, hatalı veya eksiktir. Taylan Kara, Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 1. Cilt (Hayal Yayınları, 2019) kitabındaki "Bilimsel Terimlerle Hipnoz Yaratmak" başlıklı yazısında (s. 65-71) bunları ayrıntılı olarak örneklendirmektedir. Albayrak, “gerçekçi sanatla insan, tarihin ve toplumun karmaşık akışında yolunu bulmada güç kazanıyor. Yolculuğunu sürdürmede direnç buluyor. Kendini kavrıyor, içinde aktığı gerçekliği görüyor” (Düşkıranlar: Tekelci Burjuva Kültürü Üzerine İncelemeler, 2015, s. 32) demektedir. Tam da bu nedenle gerçekçi yöntemle oluşturulan edebiyat eserleri estetik açıdan gelişkin olmaya daha yakındır. Ancak bu, gerçekçi olduğu söylenen tüm yapıtların “güzel” olduğunu anlamına gelmemektedir. Bir edebiyat eserinin estetik bir değer taşıyabilmesi için eserde, “… gerçeği örtmeyen bir dil. Toplumsal çözümleme, nedensellik, nesnelerin birliği” gereklidir (Cengiz Gündoğdu, Estetik Kalkışma Roman - Öykü Nasıl Yazılmalı Nasıl Okunmalı, 2012, s. 6). Fakat Ecevit’in ilgili kitabında ayrıntılı biçimde anlattığı üzere postmodernist metinlerde bunların hiçbiri yer almamaktadır ve zaten edebiyatta postmodernizm, bunlara karşıtlık üzerinden şekillenmektedir (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar 2021, s. 19-97). Ecevit’e göre, “… çoğulculuk postmodernizmin tek felsefesidir; akıl ve düşün, bilim ve ezoteriğin, teknoloji ve mitosun, burjuva bir dünya görüşü ile toplum dışı bir marjinalliğin yan yana eşzamanlı var olduğu bir yaşam biçiminin adıdır” (Ecevit, agy, s. 68-69). Ancak bu “çoğulcu” yaklaşım Ecevit’in kendisinde yoktur. Bir örnek vermek gerekirse yazarın çok beğendiği bir romancıya ve onun kitaplarına yöneltilen eleştiriler üzerinden vardığı sonuçları özetlediği cümlelere bakılabilir: “1990’da Kara Kitap, 1996’da Yeni Hayat ve 1998’de Benim Adım Kırmızı romanlarıyla büyük bir çıkış yapan Orhan Pamuk’un söz konusu metinleri Türk edebiyat ortamındaki postmodernizm tartışmasının odağına oturur. Gazeteciler, tıp profesörleri, okurlar, edebiyatçılar, Kemalistler, sosyalistler, ahlakçılar vb. katılmaktadır bu tartışmaya. Herkes birçok karşıt değer kategorisinin estetik oluşumun hizmetinde yan yana sergilendiği bu metinlerde kendi ölçütlerine uymayan eğilimleri kıyasıya eleştiriyor, karşıt görüştekilerle bir edebiyat tartışmasının sınırlarını aşan söz düelloları yapıyor, Kemalist dedektifler metinlerde Atatürk karşıtı eğilimlerin izini sürüyor, sosyalistlerse Marx ya da Lukacs kılıcıyla hamlede bulunuyorlardı” (agy, s. 63). Yıldız Ecevit, Pamuk’un anlatılarının tarihsel ve diyalektik maddeci yöntemle eleştirilmesini “Marx ya da Lukacs kılıcıyla hamlede bulunmak” olarak görmekte; yazarın Yeni Hayat kitabındaki Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili olumsuz değinilerini eleştirenleri de onlara biçtiği “Kemalist dedektif”lik unvanıyla küçültmeye çalışmaktadır. [Ecevit’in kastettiği kişilerden biri olan akademisyen-yazar Ahmet Taner Kışlalı, "1999 20 Ekim’inde, evinin önünde katledilmesinden yaklaşık dokuz ay önce, Cumhuriyet’teki köşesinde Orhan Pamuk’u eleştiren bir yazı yazmıştı. 27 Ocak 1999 tarihinde yayımlanan ‘Balo Maskesiz Olsun!..’ başlıklı yazıda Kışlalı, Orhan Pamuk’un kitaplarının okunamadığını, satır aralarında Atatürk’e hakaret ettiğini ortaya koydu. Atatürk’e yönelik bir eleştirisi varsa bunu açıkça ve cesaretle yapması gerektiğini söyledi. Orhan Pamuk’un, edebiyat maskesinin arkasına saklanarak çirkin hakaretlerde bulunmasının yakışıksızlığını gösterdi” (Sadık Albayrak, Bestseller Okuma Kılavuzu. Doğu Kitabevi, 2017, s. 267)]. Bu “saldırı”dan “sıradan okur” da payına düşeni almaktadır. Kara’nın işaret ettiği üzere, Ecevit, Pamuk’un romanlarını beğenmeyen veya okuyamadığını söyleyenlerin de estetik, avangart edebiyat, modern sanat hakkında bilgisiz olduklarını (Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 1. Cilt. Hayal Yayınları, 2019, s. 112) iddia etmektedir. Doksanlardaki bu tartışmaların niteliğinden hoşnut olmayan Ecevit; “çoğunlukla edebiyat dışı alanlarda yoğunlaşan bu tartışmalarda Türk edebiyatı, geleneğine uygun bir yaklaşım sergilemekte, edebiyat yerine yine ideolojiyi / siyaseti konuşmaktadır” (“80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”, Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2. Sayı, s. 21) demektedir. Oysaki Ahmet Yıldız, Cengiz Gündoğdu, Tahsin Yücel gibi yazarların Orhan Pamuk’un romanlarını -Ecevit’in istediği gibi- “edebi ölçüt”lerle eleştirdikleri yazıları çeşitli mecralarda yayımlanmıştır (Taylan Kara, Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 1. Cilt, Hayal Yayınları, 2019, s. 118) ancak hem Pamuk hem de postmodernizm savunucusu edebiyatçılar, bugüne dek bunlara bir yanıt vermemişlerdir. Bu bir yana, Ecevit’in bizzat kendisi “postmoernist açılım” savlarını temellendirmeye çalışırken aslında edebiyattan değil, ideoloji ve siyasetten yola çıkmaktadır: Solcuların kendi aralarında eser, yayın, ödül ağları kurduklarını ve niteliksiz kitaplarla oluşturulan bir edebiyat geleneği yaratıldığını, bunun seksenlere kadar devam ettiğini söyleyen (“80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”, Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2. sayı, 2005, s. 17) ama bu iddiasını örnek metinler üzerinden okura sunmayan da odur. Ecevit’in, seksenlerde edebiyatımızda paradigmanın değiştiği (agy, s. 18), edebiyatımızın kalıplarını parçaladığı (Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, s. 92) tezleri de önemlidir. Doğru, 1980’li yıllardan itibaren, gerçekçi edebiyat geleneği gücünü yitirmiş, postmodernist eğilimler öne çıkmıştır. Bunun nasıl olabildiğini ise Ecevit kendisi söylemektedir: 12 Eylül Darbecilerinin edebiyatımıza istemeden çok büyük yararları dokunmuştur (“80 Sonrasından Günümüze Edebiyat”, Pasaj Edebiyat Eleştirisi Dergisi, 2. sayı, 2005s. 18). Postmodernist özellikler taşıyan metinlerin yazılıyor ve yayımlanıyor olmasının Türk edebiyatını geliştirdiği tezi üzerinden “dolaylı” da olsa darbecilere, darbeye olumlu nitelikler atfetmek, Türkiye halkının 12 Eylül ve sonrasında yaşadığı acıları umursamadan olumlamak, her şeyden önce “etik” değildir. Öte yandan bunu söylemek, Ecevit adına, edebiyatımızdaki değişimlerin “doğal” değil “zoraki” olduğunu da kabul etmek anlamına gelmektedir: “Bugünkü çürümüş edebiyatın kuramcılarından Prof. Dr. Yıldız Ecevit, sorunu bütün açıklığıyla ortaya koymuştur; Türk edebiyatının biçimlenmesinde 12 Eylül darbesinin parmağı vardır. Darbeyi yapan ‘bizim çocukların’ arkasında NATO’suyla, CİA’sıyla emperyalizmin ilgili kuruluşları vardır. Sanat edebiyat departmanının yeniden örgütlenmesi ve biçimlendirilmesinde de emperyalizmin ve işbirlikçilerinin, alanın özgünlüklerine göre inceltilmiş araç ve kurumlarının işbaşında olduğu kuşkusuzdur. Yıldız Ecevit’in yazdığı ‘iyilikler’ bunlarla yaşama geçirilmiştir” (B. Sadık Albayrak, “CİA’nın Türk Edebiyatına Müdahaleye İhtiyacı Var mı?”, Kir Teorisi: Tekeliyet’te Aydın ve Sanat-Edebiyat içinde, Doğu Kitabevi, 2018, s. 145). Alper Erdik
Gercekedebiyat.com