‘Uçtu uçtu’ üzerinden 63 yıl geçti…
Ali Ulvi Ersoy ustamız, 12 Eylül’ün ürkütücü günlerinde de Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında birbirinden çarpıcı karikatürler çizmeyi sürdürüyordu: Gelin görün ki, Ali Ulvi Ersoy askeri darbeden 1 ay 10 gün sonra dostu Hıfzı Topuz’a yazdığı 22 Ekim 1980 tarihli mektubunda şöyle dert yanmış: “Hıfzıcığım, ben 12 Eylül’den sonra üç haftalık bir suskunluk devresine girdim. Hiçbir şey çizemedim gazeteye. Çizdiğim üç dört karikatür de gazeteye konmadı. Yeni döneme biraz güçlükle intibak ettim. Yani ne kadar edebildimse de can güvenliğimin büyük ölçüde sağlandığını söyleyemem. Türkiye’nin ekonomisi ve siyasal gelişmeleri için hayırlısı diyoruz, o kadar.” Can güvenliğinden kaygılıymış Ali Ulvi Ersoy ki haklıdır! Çünkü daha on yıl önce, 12 Eylül’ün küçük bir provası diyebileceğimiz 12 Mart darbesinin işkencehanelerinde, meslektaşı Turhan Selçuk’u dövmüşler, kaburga kemiğini kırmışlardı 12 Mart’tan sonra 12 Eylül, ‘içimizdeki abd’lilerin’ üstünlüğü ele geçirip gemi azıya aldığı zamanlardı… Ali Ulvi Ersoy, dostuna yazdığı aynı mektupta, ‘üç haftalık bir suskunluk devresinden’ de söz ediyor. En azından gazetesine zarar gelmesin diye “yoğurdu üfleyerek yiyen” bir gazete karikatürcüsüdür o günlerde Ali Ulvi! Çünkü bu sefer de ‘12 Mart’tan on yıl önce; 1960’da, dönemin abd’ci zorba başbakanı Menderes’i anıştırdığı bu karikatürü yüzünden çalıştığı gazetesi 10 gün kapatılmıştı. Karikatürdeki alt yazı gibi yıllar da kuş misali “uçtu uçtu” ve bugün, 30 Nisan’da tam 63 yıl geçti üzerinden. Bu yazıda - sümme hâşâ - ne kimseyi göçüp gitmiş diktatörlere benzetmektir niyetim, ne de devamıyız dedikleri Adnan Menderes’e… An itibariyle yoğurdu üfleyerek yiyenlerden biri olarak ben de bir uçtu uçtu benzetmesi yapsam, belki biraz ‘şeyhini uçuran müritlerinden’ söz edebilirim, biraz da itibarı uçak filosunda gören, kibri göklerde bir partili cumhurbaşkanından… Öyle ya da böyle… Sultan Süleyman’a kalmayan dünyada, elden ne gelir, günü gelince herkes siyaseten de, bedenen de “uçtu uçtu” olacak! Geride kalanların “akıl alanına” bir soru inecek fakat: Uçmağa vardı mı demeli, Rahmetsiz mi demeli? Mustafa Bilgin
Gerçekedebiyat.com