mustafa-bilgin-salah-birs-932024220610.jpg


Salâh Birsel, çeyrek asır önce bugün, 10 Mart 1999’da verildiği toprağa mineral oldu vitamin oldu, coşturdu üstünde açan kır çiçeklerini. Tıpkı sağlığında Türkçemize yaptığı gibi.
1986 yılında Kadıköy-Bilim Kitabevi’ndeki imza gününde, kitabevi yöneticilerinden ağabeyim Zafer Bilgin, büyük ustanın “Yapıştırma Bıyık” adlı deneme kitabını, ortak babamız Ali Rıza Bilgin adına imzalatmış.
Bendeniz, 1990 yılında evlendim ve bu imzalı kitabın da içinde olduğu “çeyiz bohçamı” cici evime getirdim.
Türk Edebiyatı var oldukça yaşayacak Salâh Birsel’in aşağıdaki denemesini –kendinize bir iyilik yaparak- okursanız, yukarda andığım gibi bir imza günü notunu atladığını “papçiniklerle” öğreneceksiniz. Salâh Bey Kitaplarını İmzalıyor
İmza günlerinde yazarlar Beyoğlu imiş gibi bakarlar.
O günler, yazarların yazar olduklarını anladıkları günlerdir. Bunu okurlar da bilir. Onların gönüllerinde yediveren açtırmak için tıkır mıkır yaklaşırlar.

Uzaktan gelenler, çokluk bir demet kır çiçeğini de yanında getirir. Şehirdekiler ise sümbüle ya da jerbera’ya yatar. Bir tek gül sunanlar bile vardır. Bunların topu Salâh Beyin makbuludur. O kasımpatına bile fittir. Çünkü bunlar dostlar, düşmanlar katında –ikincilerin sayısı daha kalabalıktır- yazarımızın saygınlığını artırır.
Armağanlar arasında Salâh Beyin yaşama sevinci üzerine bir tümcesiyle bir dergide çıkan resmini birbirine perçinleyen bir fotomontaj da yer alabilir. Ama daha önce, yazarımızın evine gidip fotografisini çekmiş olanlar onu aile boyunda ve çerçeveli olarak peşkeş ederler.
Körpe ses sanatçıları ise yeni çıkmış, 45’lik plaklarını getirirler. İmzacılar arasında şair varsa, onlar da Beyimiz için yazdıkları şiiri parlatırlar. Şiire de “Salâhtar” adını verirler ki bu yazarımızın kafasına şiirlerinin ve de Salâh Bey Tarihi’nin okunduğunu sokmak içindir. Oysa yazarımız şiirin üstünde kendi adını görür görmez darmaduman olur.
Onu dağıtan bir ikinci olay da bir öğrencinin gelip kendi üzerine bir yüksek-okul bitirme tezi hazırladığını muştulamasıdır. Bu da yazarımızı çok söyletir, çok inletir.
İmzacılardan kimileri de –en sütbeyaz okurlar bunlardır- Beyimizin elini öpmeye kalkarlar. Bu, her zaman olmaz. Olduğu vakit de yazarımızın gücü dizlerinden çekilip düşer. Gerçi Salâh Bey, bu ulu iş için kendisine saldıranlardan elini hemen kaçırır ama bunu zamanı yayarak ve uzatarak yapar. Yaparken de kimseler görüyor mu, görmüyor mu diye gözünün kuyruğu ile çevresini süzer.
Kimileri de gelir, Salâh Beyi iyisinden yere yıkacak ve bir daha kaldırtmayacak sözü yuvarlar:
-Sizin kitaplarınız on beş gündü bir çıksın alırım.
İmzacılar kimi zaman da eskiden imzalattıkları kitaba bir ikinci imza attırmak isterler. Bunların içinde tam dört imza derlemiş olanlar da vardır. Bu da Salâh Beyin imza günleri tarihi için bulunmaz bir belge niteliğindedir.
Durun, hemen oruç bozmaya kalkmayın, kimi zaman da tam tersi olur: İki kitaba bir imza alınır. Yalnız bunun da bir nedeni vardır. Kitaplardan biri memlekettedir. İmza için aynı kitaptan bir ikincisi alınmıştır.
İmzacılar, aralık aralık, torbalarla da gelirler.
O güne kadar aldıkları bütün kitaplara imza bastırmak istiyorlardır.
Doğrusu bunlar gerçek okurlardır.
Salâh Bey kendini şaşırıp ne işleyeceğini bilemez duruma düşer. Ne ki, kitapçıların buna adamakıllı sinirleri boşanır. Hele kimisi kitapların parasını bile almaya kalkar.
Her şey yatıştıktan sonra da yazarımız oradaki bir dostuna şunu fıslar:
-Alt tarafı bir torba Salâh Birsel.
Okurlar velinimettir.
Torbacılar bunu okudukları kitaplar üzerine boca ettikleri izlenimlerle belli ederler.
Kitabın biri üzerinde: “9.10.77’de okuyunca güldüm. Oh be! Ne güzelmiş özgür ve dümdüz düşünüp duymak, algılamak!” yazısı varsa bir başkasında da şu okunur:
-Bitip tutuluyorum bu adamın Türkçesine.
Aynı okur Fransa’da İzlenimcilik adlı kitabı da almıştır. Okuduktan sonra mı, okumadan önce mi –orası pek belli değildir- kitaba şu düşünceyi geçirmiştir:
-İzlenimcilik şöyle dursun, Salâh için aldık biz.
İmzacıların adları ya da soyadları kimi zaman hiç duyulmadık türdendir. Alto saksafoncu Charlie Parker’in bir plağının adı gibi (Klactoveesedstene) pek kaşmerlikozdur. Salâh Bey onları çakmakta zorluk çekerse de okurlar onun anlamasını sağlayıncaya değin alfabenin tüm harflerine göbek attırırlar.
İmzalara, bir iki dost bir yana, yazarlardan kimse yüzünü bağışlamaz. Bunlardan kimisi imzalı kitaplara daha önce konmuş olanlardır. Kimileri de Salâh Beyi sevmemeyi görev belleyenler, ya da onun hayranı görünmeyi kimi çıkar odaklarını tedirgin edeceğini düşünenlerdir.  Kimileri de yazarımızdan bir şeyler tırtıklamayı alışkanlık durumuna getirdikleri için onun karşısına çıkmaya yüzü tutmayanlardır.
Eleştirmenler de imza atılan yerlerde zinhar görünmezler. Onların demesi de şudur:
-Ben onun ayağıma gideceğime o benim ayağıma gelsin.
Söyleşi günlerinde ise okurlar, ya kendilerinin de günlük tuttuğunu söylerler, ya da şu soruyu sorarlar:
-Siz nasıl bu kadar güzel yazıyorsunuz?
Bunun karşılığı da şu olur:
-Biz yazarlar, yüzlerimiz yırtılınca, iyi bir şeyler karalarız. Çokluk ileri yaşlarda, yani pimpirikleşince olur bu. Kimi yazarların ise yüzleri ve gözleri genç yaşlarda açılır. Çığır başlatanlar da bunlardır.
Söyleşiye gelenler arasında sahteci okurlar da vardır.
Bunlar öğretmenlerinin Salâh Birsel üzerine verdiği ödevi Salâh Beye yazdırmak isteyenlerdir. Vakit yitirmemek için hemen bir iskemle kapıp yazarımızın yanına çökerler ve Üç Ahbap Çavuşlar filmindeki Arşak Palabıyıkyan gibi kaşlarını bir kez yukarı kaldırıp indirdikten sonra ilk soruyu patlatır:
-Bize yaşamöykünüzü anlatır mısınız?
Salâh Bey bu işin iki, üç saati alacağını, bu gibi bilgilere de herhangi bir ansiklopedide raslanabileceğini söylerse de sahteci okurlar kararlıdır.  Bu kez soruyu biraz yana kaydırır:
-İlkokulu nerde okudunuz?
Söyleşilerde düşman okurlar –bunlar da yeni yetmelerdir- da görünür. Ne var, bunlar yazarımızın yanına yaklaşamaz. Uzaktaki bir yere tünerler. Salâh Beyin hiçbir sözünü de kaçırmamaya bakarlar. Gülmece-güldürmece katılan yerlerde de yüzlerini paltolarının içine gömerler. Arada bir de –düşmanlık için olacak- Salâh Beyin kimi sözlerini bir kağıda not ederler.
Ah bize, vahlar bize, kimi zaman da imza gününe gelenler aldıkları kitabı imzalatmak istemezler. Ne var, bunlar da Salâh Beyi yerde bırakmayacak sözü söylemeden ordan uzaklaşmazlar:
-İmza olmasa da olur. Biz size okur adanmışız. Sizin varlığınız bize yeter.
Mustafa Bilgin
Gercekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler