onur-bilge-kula-marx-yazi-2552024133535.jpg


Marx’ın ‘Ücretli Emek ve Sermaye’ kapsamındaki şu belirlemeleri, yazına da uyarlanabilir: “Üretimde insanlar salt doğayı etkilemezler; birbirini de etkilerler. Belli bir tarzda etkileşmek suretiyle ve karşılıklı olarak etkinliklerini değiş-tokuş etmek suretiyle üretirler. Üretmek için belli bağlantılara ve ilişkilere girerler.”

Bireylerin üretimde bulunduğu toplumsal ilişkiler, bir başka deyişle, “toplumsal üretim ilişkileri, özdeksel üretim araçlarının, üretim güçlerinin köklü değişimi ve gelişimiyle birlikte değişir, dönüşürler.”  

Sanat/yazın da değiştirme istencini ateşleyerek, buna uygun ortam hazırlar.  

Ayrıca, yazınsal yapıt okunmadığı sürece var olamaz. Dolayısıyla, yazmak ve okumak karşılık bir belirlenim ilişkisi içerisinde gerçekleşen eylemlerdir. 

Bu saptamalar uyarınca, her yazınsal ürün, daha önceki yazınsal birikim üzerine kurulur ve hem yazınsal etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıkar, hem de yazınsal etkileşimi özendirir. Yazınsal öznenin geçirdiği her deneyim, yazınsal yapıtı tinsel bakımdan derinleştirir ve çoğullaştırır. 

Marx’ın açımlamasına göre, üretim ilişkilerinin toplamı, “toplumsal ilişkileri”, diyesi, toplumu oluşturur. Dolayısıyla, toplum, insanların “karşılıklı eylemlerinin ürünüdür.” Her toplum biçimleniminde “iletişimin ve tüketimin belli biçimi” başattır. İnsanın her türlü üretim gücü, “edinilmiş güçtür; daha önceki etkenliklerin ürünüdür.” Dolayısıyla, üretim güçleri, “insanların harcadıkları enerjinin sonucudur.” 

Öte yandan, söz konusu enerji insanların kendilerini içinde buldukları “durumlar, daha önce edinilmiş üretim güçleri ve kendilerinden önce var olan, kendilerinin yaratmadığı, daha önceki kuşakların ürünü olan toplum biçimlenimi” tarafından sınırlanır. 

Üretim ilişkilerinin toplamı, toplumu oluşturduğuna göre, yazınsal ürünlerin ve etkileşimlerin toplamı da doğal olarak yazını oluşturur. 

Bu belirlemeler uyarınca, bir yazınsal türün, örneğin, destanın çok önceleri oluştuğu ve artık kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin geçerli olduğu toplumsal yapılarda üretilemeyeceği söylenebilir. 

Aynı şekilde düz-yazı edebiyatın, destan türünün sağladığı yazınsal birikim üzerinde yükseldiği ve yetkinleştiği de saptanabilir. Yazınsal anlatım tarzları, diyesi, tikel biçemler de üretim tarzının değişimine koşut olarak değişir. Her dönemin özgün biçemleri olmasının nedeni budur.  

YAZIN TARİHİ TEKİL YAZINSAL YAPITLARIN TARİHİDİR 

Marx’ın deyişiyle, her kuşağın önünde bulduğu “daha önceki kuşaklar tarafından edinilmiş olan üretim güçleri”, genç kuşaklara “yeni üretim için hammadde” olarak hizmet eder. Bu sayede insanların “tarihinde bir bağlantı” oluşur; “insanlığın tarihi” oluşur. İnsanların “üretim güçleri” ve bunun sonucu olarak da onların “tarihsel bağlantıları” arttığı ölçüde bu tarih, daha fazla insanlığın tarihi durumuna gelir. İnsanların sosyal tarihleri “her zaman onların bireysel gelişimlerinin tarihidir.” İnsanların “özdeksel ilişkileri, onların bütün ilişkilerinin temelidir.” Bu özdeksel ilişkileri, onların “özdeksel ve bireysel etkenliklerinin gerçekleştiği gerekli biçimlerden başka bir şey değildir.”  

Bu çözümleme uyarınca, içinde bulunulan dönemin yazını, daha önceki dönemlerin yazınsal birikimini, yazınsal üretimler için malzeme olarak kullanır.  

Böylece, yazın tarihinde “bağlantı” oluşur. Bu bağlantılar ne denli çoğalır ve ne denli uluslararası nitelik kazanırsa, yazın tarihi o denli tüm insanlığın yazın tarihi durumuna gelir. Yazın tarihi, tekil yazınsal yapıtların tarihidir. 

İNSAN ÇOK-YÖNLÜ ÖZÜNÜ ÇOK-YÖNLÜ EDİNİR 

Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Giriş (1857) adlı yapıtında yer alan “İnsan, Çok-Yönlü Tözünü, Çok-Yönlü Edinir” adlı bölümde şu görüşleri öne çıkarır: Üretim, “salt gereksinmeye bir malzeme sunmaz; malzemeye de bir gereksinme sunar.” Tüketim, “doğal hamlığının ve dolaysızlığının dışına çıktığında”, nesne sayesinde “bir güdü” olarak dolayımlanır ve aktarılır. Tüketimin nesneye duyduğu gereksinme, “nesnenin algılanımıyla yaratılmış olur.” Diğer her ürün gibi, “sanat nesnesi, sanata duyarlı ve güzelin hazzına varma yeteneğine sahip bir izleyici/okuyucu topluluğu” yaratır. Bundan ötürü, “üretim, özne için salt bir nesne üretmekle kalmaz; nesne için bir özne de üretir.” Bu yüzden, üretim; tüketime malzeme sağlamak, tüketimin tarzını belirlemek ve nesne olarak belirlediği ürünleri, tüketicide gereksinme olarak uyandırmak suretiyle tüketimi üretir. Bir başka anlatımla, üretim, “tüketimin nesnesini”, “tüketimin tarzını” ve “tüketim güdüsü/itkisini” üretir.  

Aynı şekilde tüketim de, üreticiyi, “amacın belirlediği gereksinme olarak üreticinin yetisini” arzulanır kılmak suretiyle, üretir. Bu saptamalar yazına şöyle uyarlanabilir: Her üretim gibi, yazınsal üretim de estetik duyumsamanın sonucudur ve estetik gereksinmeyi gidermeye yönelik bir nesnedir. 

Somut bir nesne olan yazınsal ürün, edebiyatın malzemesi olan dili biçimlendirdiği gibi, dilde ve dili kullanan okurda da yeni gereksinmeler uyandırır. Sanatın değiştirici gücü buradan kaynaklanır. Sosyal-ekonomik üretim tarzı ve ilişkisi, yazınsal üretiminin tarzını belirler; ancak genel anlamda üretim tarzı, estetik üretim tarzını tümüyle belirleyemez. 

Böyle olsaydı, yaratıcı özne, diyesi, sanatçı/yazıncı özgün yaratımlar gerçekleştiremezdi ve bu nedenle de tikel veya özgün sanat yapıtından söz edilemezdi. 

Bazen çağının kendisine sunduğu yazınsal birikim ve üretim tarzlarını da aşan, ancak çoğunlukla onların sınırları içinde kalan yazınsal öznenin üretimi, okuyucuya malzeme sağlar; okuyucunun alımlama tarzını biçimler ve onlarda yeni yazınsal gereksinmeler uyandırır. 

Böylece hem edebiyat birikimi hem de o birikimi alımlayan okuyucu tinsel bakımdan çoğullaşır. Marx’ın deyişiyle, çok-yönlü tözünü, çok-yönlü edinir ve etkinleştirir. 

ÖZDEKSEL ÜRETİM SANATSAL ÜRETİMİ TÜMÜYLE BELİRLEYEBİLİR Mİ? 

Marx’ın, Politik Ekonominin Eleştirisine Giriş yapıtındaki belirlemesiyle, özdeksel üretimin gelişiminin, “sanatsal üretimin gelişimiyle eşitsiz ilişkisi”, özellikle de “modern sanat ve ilerleme kavramı alışılmış soyutlama içinde kavranmamalıdır.” Bu belirleme, sanatsal üretimi tümüyle özdeksel üretime bağımlılaştırmaması bakımından önem taşımaktadır. 

Marx, böylece sanatsal üretimin kendine bir özerklik/bağımsızlık alanı yarattığını kabul ederek şu ilkeyi vurgular: Sanatın belli gelişme dönemleri, “asla toplumun genel gelişimiyle, dolayısıyla da özdeksel temelin gelişimiyle, adeta örgütlenişinin kemik yapısının gelişimiyle bulunduğu ilişki içinde bulunmadığı” bilinen bir şeydir.  

Yunanlar “modern sanat, hatta Shakespeare” ile karşılaştırıldığında, bu durum açıkça görülür. Sanatın bazı biçimlerinin, örneğin, destanın, bazı sanatsal biçimleri, “sanat üretimi böyle bir şey olarak ortaya çıkar çıkmaz, dünya ölçeğinde çağ açıcı, klasik biçimleri içinde asla üretemeyeceği” kabul edilir. Bir başka anlatımla, sanat alanında bile “sanat üretiminin bazı önemli biçimlemeleri, sadece sanat gelişiminin gelişmemiş aşamasında olanaklıdır.”  

Eğer bu, sanatın alanı içinde “çeşitli sanat türlerinin ilişkisinde” dahi söz konusuysa, “sanatın bütün alanının, toplumun genel gelişimiyle ilişkisi içinde” söz konusu olması olağandır. Zorluk, Marx’ın deyişiyle, “bu çelişkilerin genel kavranışındadır.” Bu çelişkiler, “özgüleştirildikleri anda açıklanmış demektir.” 

BIR ULUSAL YAZIN NASIL ULUSLARARASILAŞIR? 

Genel toplumsal gelişim ile sanatsal yetkinleşme arasındaki ilişkiyi açıklamak için, roman iyi bir örnektir. Romanın kökleri ve belirtileri çok gerilere uzanmasına karşın, modern roman ancak sanayi toplumunun ortaya çıkmasıyla başatlaşmış ve bireyin tikelleşmesiyle kalıcılaşmıştır. 

Genel toplumsal gelişme ile yazınsal gelişme arasındaki eşitsizlik ilişkisi bir çelişki gibi görülebilir; ancak bu eşitsiz ilişkinin kuramsal olarak açıklanması, bir başka deyişle, söz konusu çelişkilerin özgüleştirilmesi, yazınsal üretimi ve yazın-kuramsal kavrayışı geliştirir; böylece zorlukları ortadan kaldırır. 

Marx’ın çözümlemesi uyarınca, “Yunan sanatı ve Shakespeare’in şimdi ile ilişkisi” ele alındığında şu söylenebilir: Yunan mitolojisi, “Yunan sanatının sadece deposu değil, aynı zamanda onun zeminidir.” 

Yunan fantezisinin ve mitolojisinin temelinde yatan doğaya ve toplumsal ilişkilere ilişkin görü, “kendi başına çalışan makineler, demiryolları, lokomotifler ve elektrikli telgraflar ile olanaklı mıdır?” 

Bütün mitolojiler, “imgelemde doğa güçlerini aşar, egemenliği altına alır ve biçimlendirir.” Yunan mitolojisine ilişkin bu saptamalar uyarınca, genel toplumsal gelişim düzeyi ve üretim tarzı, her türlü duyusal-tinsel etkinliği ve ürünü belirlemektedir. Ulusal edebiyatlara özgünlük kazandıran başlıca etmen de budur.  

Antik Yunan sanatı/yazını, hem Helen kültür birikiminin içinde geliştiği tarihsel, coğrafi ve sosyal koşulların bir ürünü olan Yunan mitolojisinden beslenmiş, hem de onu beslemiş ve boyutlandırmıştır. 

Güncel anlatımla, ulusal yazınlar, kendilerini yaratan toplumların, tarih ve coğrafya tarafından belirlenen özgün yaşam koşullarınca biçimlenir. Bir ulusal yazını, uluslar-arasılaştıran etmen, diğer ulusal yazınlarla etkileşimidir; bu etkileşimin derinliği ve genişliğidir. 

Marx’ın belirlemesiyle, imgelem sayesinde doğa üzerindeki “gerçek egemenlik” yok olur. Yunan sanatı, “Yunan mitolojisini gerektirir”; bir başka anlatımla, Yunan sanatı, “doğayı ve toplumsal biçimleri, bilinçsiz ve sanatsal bir tarzda halk fanteziyle işler.” Bu, Yunan sanatının “malzemesidir.” Rastgele her mitoloji, bir başka deyişle, “doğanın rastgele her bilinçsiz sanatsal işlenişi”, Yunan sanatının malzemesi değildir. Örneğin, Mısır mitolojisi, Yunan sanatının “zemini veya ana kucağı” olamamıştır. Böyle olmasına karşın, Mısır mitolojisi, “yine de bir mitolojidir.” Bu nedenle, “doğaya ilişkin her türlü mitolojik ilişkiyi dışlayan” bir toplum gelişimi, doğaya ilişkin her şeyi “mitolojileştiren ilişki, sanatçıdan “mitolojiden bağımsız bir fantezi” talep etmez. 

Marx’ın yaklaşımı uyarınca, konuya bir başka yönden de bakılabilir: Örneğin, “Barut ve kurşun ile Akhilleus olanaklı mıdır?” Veya “basılı basın ile hatta basım makinesiyle ‘İliade’ olabilir mi?” 

Her türlü “söz, şarkı ve esin perisi”, basım tekniğiyle birlikte son bulmuştur. Dolayısıyla, “epik şiirin gerekli koşulları da” bununla birlikte yok olmuştur. 

Öte yandan, zorluk, “Yunan sanatı ve destanının belli toplumsal gelişim biçimlerine bağlı oluşunda” değildir. Zorluk, Yunan sanatının “bize hâlâ sanat hazzı vermesini ve bazı açılardan ölçün ve ulaşılamaz örnek olmasını” anlamaktadır. “Yetişkin bir adam” yeniden çocuk olamaz; olmaya kalkarsa “çocuklaşır.” Böyle olmakla birlikte, “çocuğun saflığı” onun hoşuna gider ve o “daha yüksek bir aşamada kendi gerçekliğini yeniden üretmeye” uğraşır.  

Prof. Dr. Onur Bilge Kula 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler