halit-payza-karacaoglan-g-2442024201917.jpg


Âşık yazını, halk yazınının içinde görülse de Fuad Köprülü, Millî Tetebbûlar Mecmuası’nın ilk sayısında yayımlanan ‘Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe” makalesinin girişinde ayrı bir tür olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtir.

Ziya Gökalp tam karşıtı bir görüş ileri sürer, ‘Türkçülüğün Esasları’nda tekke ve saz şairlerinin eserlerini türkü, mâni, âşık öykülerini halk edebiyatı olarak nitelendirir.

Gerek Fuad Köprülü, gerekse Ziya Gökalp karşıt gibi görünse de on altıncı, on yedinci hatta daha önceki dönemlerde baskın divan yazınının karşısına ona alternatif ve saray dışı, konargöçer halkın kendi yaşamlarını belgeleyen, kendi ağıtlarını yakanların diğerleri olduklarını belirtmeleri açısından kullandıkları halk yazını ya da aşık yazını kavramları da birbiriyle çelişmez. Divan şairlerinin de aşk şiirleri yazdıkları gözetilirse halk yazını tür olarak daha öne çıkar.

Divan şairlerinin aşk şiirleri ile halk ya da aşıkların aşk şiirleri kavramca bir ve aynı gibi görünüyor olmasına karşın, Divan Şairlerinin aşktan anladıkları Osmanlı’da çok yaygın olan ve uzun bir süre kabul gören eşcinsel aşkı içerdiklerinden, halk ozanlarının ve özellikle Karacaoğlan’ın koşmalarında, semai ve türkülerinde sözünü ettiği karşı cinse duyulan aşkla ‘tutku ve eylemlilik’ dışında ortak yönleri yoktur.

Halk yazını kavramının aşık yazını kavramıyla ayrıştığı ter kırılma noktası halk yazını şair ve ozanlarının büyük çoğunluğu yazılı, âşık yazını ozanlarının büyük çoğunluğunun sözlü geleneğe dayanması olabilir. Pek çok ozanın okuma yazma bilmediği düşünülürse bunun olağan kabul görmesi gerekir. Okuma yazma bilen ozanların manilerini, koşma, semai ve türkülerinin sözlerini yazdıkları, uzunlamasına açılan Cönk adı verilen defterlere yazma gibi bir ayrıcalığı vardı. Âşık yazınının, halk yazınından ayrılmasında en önemli nitelik halk yazını şairlerinin çoğunun yazıyı araç kullanmasına karşın, âşık yazını ozanlarının daha çok sözün yanında sazı ya da başka bir müzik aletini iç içe kullanmaları olarak gösterilebilir. Âşıklar sazı, söze yaren kılmışlardır.

Bir diğer ayrıcalık âşık yazınının ozanları yalnızca hece veznini kullanmış olmalarıdır. Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal salt hece veznini kullanırken, yerleşik düzene uyum sağlamış Âşık Ömer, Gevheri, Kâtibi, Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli, Bayburtlu Zihni ve Şem’i gibi ozanların kimi zaman aruz veznini de kullandıkları görülür.

Bu ne bir eksiklik ne de fazlalık sayılmaz. Asıl olan biçim değil özdür. Yenilikçi sultanlardan olan II. Mahmut döneminden, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemine kadar âşıkların esnaf loncalarına benzeyen ocakları vardır. Bu loncalar yerleşik ozanlara açık olmalı, konargöçer âşıkların lonca dışı kaldıkları kabul edilmelidir. Nitekim XVII. yüzyılda Kul Deveci, Tımışvarlı Âşık Hasan, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gevherî, Âşık Ömer gibi ocak şairleri olarak adlandırılan ozanların yanı sıra ocak dışı, konargöçer ozanlar olan, başta Karacaoğlan, Ercişli Emrah gibi âşıklar adı geçen ocakçı ozanlardan ayrılırlar.

Ocakçı âşıklar ve ozanlar arasında sayılması gereken çok önemli diğer halk ozanları/âşıklar arasında Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Âşık Dertli, Dadaloğlu, Kayserili Seyrânî, Deliktaşlı Ruhsatî, Ispartalı Seyrânî, Sümmânî gibi isimler gösterilebilir. Günümüzde âşık geleneğini sürdüren halk ozanları/âşıklar arasında da Âşık Mahzuni Şerif, Âşık Veysel, Âşık Muharrem Ertaş, Âşık Neşet Ertaş, Âşık Daimi, Âşık Ali Ekber Çiçek,  Âşık Murat Çobanoğlu ve Âşık Yaşar Reyhanî gibi isimler vardır. Bunlara birçok isim eklenebilir.

Karacaoğlan konargöçer âşık / halk yazınının en önemli ismi. Karacaoğlan hakkında çok yaygın araştırma ve birçok yayın yapılmışsa da ne gerçek adı, ne yaşadığı yıl, ne de doğum tarihi bilinememektedir. Bu bilinmezlik Karacaoğlan’ı efsane yapmaya yeter.

Kaldı ki halk/âşık yazını içindeki önemi bile başlı başına bir efsanedir. Efsane ya da aynı anlama gelmek üzere söylence, ille de mitolojik ve gerçek ötesi olmak durumunda değildir, gerçekten olmuş, gerçekten yaşamış ve yaşamıyla olağandışı önem kazanmış, gerçekten yaşamış kişilere gerçek olaylara da dayanır.

Karacaoğlan yaşadıklarıyla, çalıp söyledikleriyle gerçek bir efsanedir.

Ala gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü Perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil

KARACAOĞLAN HAKKINDA İLK ARAŞTIRMA

Cahit Öztelli, Karacaoğlan hakkında yapılan ilk araştırmaya dayalı yayının onurunu Dana’lı İlköğretim Müfettişi Ali Rıza Yalman’a (Yalgın) verir. Yalman’ın Karacaoğlan araştırması Konya’da ‘Babalık’ gazetesinde yayımlanır.

Kitap olarak ilk Karacaoğlan kitabını yine Konya’da öğretmen olan Sadettin Nüzhet Ergun yapar. Ergun’un Halk şairlerini anlattığı ‘Karacaoğlan’ adını taşıyan kitap bu serinin ikinci kitabıdır ve 1927 yılında yayımlanır. Ergun’un kitabında Karacaoğlan’a ait olduğu belirtilen üç yüz şiir bulunur.

Ergun’un kitabını İshak Refet’in çıkardığı ve yayınevi olarak Ankara Halkevi’ni gösterdiği kitap izler. Refet’in çıkardığı kitabın en önemli niteliği sonuna eklenen sözlüktür ve bu Karacaoğlan’ın şiirlerinde geçen kimi kelimelerin anlamlarını içermektedir.

Ardı ardına Karacaoğlan kitapları yayımlanmaya başlanır, define bulunmuştur. Bu kez Adana’da Zihni Ardıç, Karacaoğlan’ın atmış dört şiirinin bulunduğu bir kitap yayımlar. Kitabın basım tarihi 1964’tür ve bu kitapta daha önce çıkan Karacaoğlan kitaplarındaki bulunmayan atmış dört şiir vardır.

Öztelli’ye gelince, Karacaoğlan üzerine yapılmış ilk çok önemli ve üç yüzden fazla kaynak -bunlar arasında yazma yapıtlar ve cönkler de var- incelenerek çıkarılan kitaptır. Öztelli’nin kitabındaki şiir sayısı iki yüzdür.

Öztelli kitabı hazırlarken Ahmet Mithat’ın Karacaoğlan’ın köyüne giderek derlediği bilgiler de dikkate alınmıştır.

Kitap bir başka açıdan da önemlidir, yapılan araştırmalar sonucu Karacaoğlan’ın bir değil birden fazla olduğu ortaya çıkar. İlk Karacaoğlan -bizim bildiğim değil- on altıncı yüzyılda yaşamıştır, bizim Karacaoğlan’la aralarında bir yüzyıllık bir fark görülür. Öztelli’nin kitabının bir diğer özelliği Karacaoğlan’ın türkü, semai, destan gibi türlerine ilişkin şiirlerinin ‘varyant’ da denilen benzer şiirleri de içeriyor olması. Örnek olsun: “Ala gözlerini sevdiğim dilber / Sevgini sevdamdan ayramıyorum / Gündüz hayalimde gece düşümde / Bana bir hal oldu bilemiyorum.”

Aynı dizeyle başlayan diğer varyant, “Ala gözlerini sevdiğim dilber / Sana bir sözüm var diyemiyorum  / Bilmem deli miyim, mecnun gezerim / Sırrımı yadlara veremiyorum”

Bir üçüncü varyant, “Ala gözlerini sevdiğim dilber / Uyuyup uykuya kanamaz oldum / Deli miyim, mecnun muyum, ben neyim / sırrımı yâd elle veremez oldum”

Ddiğeri, “Ala gözlerini sevdiğim dilber / Yâr senin ahdına durmaz mı sandın / Hatırın hoş olsun birin bin olsun / Senden âlâsını bulmaz mı sandın”

Öztelli’nin kitabında eklerdeki şiirler hariç dört yüz seksen koşma, destan, semai, türkü yer alır.1

Dostun bahçesine yâd eller dolmuş
Gülünü toplarken fidanın kırmış
Şunda bir kötünün koynuna girmiş
Şu benim sevmeye kıyamadığım

Karacaoğlan’ın doğum tarihi, doğum yeri, hatta yaşadığı yüzyıl bile bilinememektedir. Cahit Öztelli bile kesin bir tarih ve yer vermekten kaçınır; Bahçe ilçesinin Farsak köyünde Sayıloğulları soyundan geldiğini söylentiye dayandırır.

Ahmet Hamdi de doğrular bunu, köyde yaptığı araştırmalardan edindiği izlenim budur. Onun doğum yerini, yaşadığı yüzyılı varsaymak için söyleyip/yazdıklarına bakmak gerekir. Kozan dağını gösterir, Türkmen kökenli olduğunu Varsak’ta ikamet ettiğini yazar:

Kozan Dağından neslimiz
Arı Türkmen'dir aslımız
Varsak'tır durak yerimiz
Gurbet ilde yar eğler bizi

Bir başka yerde Sayıloğlu olduğunu vurgular:

Karacaoğlan der ciğerim dağlı
Yerim belli derler Sayıloğlu
Divana gönül dilbere bağlı
Gam ve kasavete aldırma beni

Ne var ki bir başka yerde de şunları yazar:

“Yaylamız Bulgar dağıdır.” Dahası “Vatanımız Adana Maraş Çukurova ilimiz var”. “Binboğa’dır benim ilim”, “Mamalı’da ben bir Rıdvanoğlu’yum”, “Maraş illerine giden kervancı / Selam söyle bizim ile obaya”, “Turna niyetiniz Maraş mı ola? / Ahır dağından görün Maraş bağını”, “Engizek’te derler ilin çoğunu / Bayra’dan, Bertiz’den Konur Dağını / Göksun güzel derler, ilin var dağlar”, “Erzurum’dur benim ilim”, “Misis köprüsünden Ceyhan suyundan / Boylan geçin Üreğil’in çayından / Emmim kızı kalleş yârin elinden / Bir haber getirin bağrı taş m’ola”

Salur Boyunun Varsak Aşiret’i Tarsus, Karsantı, Feke, Kadirli, Kozan ve Düziçi gibi geniş bir coğrafyaya dağılmış, Torosların zirvelerine,  Muğla, Antalya, İçel, Maraş, Gaziantep gibi illere dağılmış konargöçerlerdir. Karacaoğlan’ın bu coğrafyada Kozan’a bağlı Feke ilçesi Gökçe köyünde doğduğu söylenir; bu da bir varsayımdır.

Bu kafa karışıklığının efsanelere uygun olduğu görülür. Sırdan gelmiş, sırra karışmıştır. O kadar çok sevilir, saygı duyulur ki, her il kendinden sayar Karacaoğlan’ı. Bir diğer karışıklık da birden fazla Karacaoğlan’ın var olduğu savıdır.

Öztelli, Karacaoğlan’ın Kozan’a bağlı Feke ilçesi, Gökçınar köyünden olduğunu yine bir başka söylentiye bağlar. Barak Türkmenleri’nin, Kilis’in Musabeyli Türkmenleri’nin de kendinden sayması gibi Karacaoğlan’ı… Yine söylencelere göre Kozanoğulları Karacaoğlan’a kızarlar ve onu öldürmek isterler. Karacaoğlan, Kozanoğulları’nın bu niyetini anlayınca yurdunu terk eder Van’a sığınır. Efsane geleneği sır olduğunu da söyler: Tarsus’taki Ashab-ı Kehif mağarasına girer ve bir daha çıkmaz. Daha bitmedi… Öztelli ‘Bilgin Radloff’ adında birinden söz eder. Kimdir bu Friedrich Wilhelm Radloff?

Vasili Vasilyeviç Radlof veya Wilhelm Radloff, Türkoloji tarihinde adı geçen Alman asıllı Rus doğu bilimci ve Türkoloji’nin kurucusudur. Radloff’a göre Karacaoğlan Belgratlıdır ve ismi Smayıl’dir. İstemikân/İsmikan Sultan’a âşıktır. Ona olan aşkından deli divane olur ve Karacaoğlan mahlasını kullanarak şiirler yazar, türküler söyler.

Söylenceye şöyledir:

“Bir adamın Smayıl adında bir oğlu vardır. Smayıl, nefesi hak olan, Allah yolunda yürüyen biridir. Bu delikanlı bir gün çeşme başında yaşlı bir kadının bardağını kırar. Duruma çok üzülen yaşlı kadın ‘Çok güç bela çekesin de, keç muradına eresin’ diye beddua eder. Bu bedduayı alan Smayıl evinin yolunu tutar. Bir gece rüyasında kendisine ‘İsmikan Sultan’ gösterilir. Smayıl kızı görünce kendinden geçer ve şiir söylemeye başlar. Bunun üzerine ‘Karacaoğlan’ adını alır. Karacaoğlan başından geçenleri babasına anlatır ve izin alarak gurbete çıkar. Yolda peri kızları ile karşılaşır. Onlara başından geçenleri anlatır. Peri kızlarından aldığı mesajla Murat Paşa’nın kahvesinin olduğu şehre gelir. Çok geçmeden şehirde Karacaoğlan’ın ilim sahibi olduğu ve şiir söylediği öğrenilir. Bu durumu öğrenen Murat Paşa, onu kahvesine davet eder. Karacaoğlan kahvedeki mecliste ‘of İsmikan Sultan’ redifli bir türkü söyler. Mecliste bulunan İsmikan Sultan’ın babası, kızının adının anılmasına çok bozulur. Ancak Murat Paşa ve orada bulunanlar araya girerler. Babası, İsmikan Sultan’ı Karacaoğlan’a vermeye razı edilir. Karacaoğlan Belgratlı, İsmikan Sultan ise Tunalıdır. Belgratlı ve Tunalı gençlerin düğünü kurulur. Kırk gün kırk gece yapılan düğünden sonra Karacaoğlan Murat Paşa'dan yedi gün izin alıp o diyardan ayrılır. Ancak zamanında geri dönmediği için öldürülmesi talep edilir. Karacaoğlan çok yalvarır. Onun yalvarmalarına dayanamayan Murat Paşa, onu affeder. Karacaoğlan hemen İsmikan Sultan’ın yanına gider. Ancak onu bir Arap’la görür ve İsmikan Sultan’ı terk eder. İsmikan Sultan’ın diğer bir aşığı daha vardır, Prikaşçik. Bu durumu öğrenen ve fırsat kollayan Prikaşçik, büyük hediyelerle İsmikan Sultan’ın yanına gelir. Karacaoğlan’ın kendisini terk etmesine çok üzülen İsmikan Sultan, bir de karşısına Prikaşçik çıkınca üzüntüsünden büsbütün hastalanır ve yatağa düşer. Hatta hastalıktan vücudu şişer, her yeri yaralarla kaplanır ve kokmaya başlar. Ahali kokusuna daha fazla dayanamaz ve İsmikan Sultan’ı şehir dışına terk eder. Bu arada Murat Paşa’nın fermanıyla Karacaoğlan’ı aramaya çıkan Prikaşçik, sonunda onu bulur, yakalar ve Paşa’nın huzuruna götürmek üzere yola koyulur. Karacaoğlan Prikaşçik tarafından Murat Paşa’ya götürülürken yolda terk edilmiş ve hasta haldeki İsmikan Sultan ile karşılaşır. Sultan’ın kötü yola düşmediğini anlayınca çok üzülür, onu terk ettiğine pişman olur ve İsmikan Sultan’ı bir kaplıcaya götürür. Burada İsmikan Sultan hastalığından kurtulur. İki âşık birbirlerine türkü söylerler. Onların aşkını gören Prikaşçik, artık kendi sevdasından vazgeçip âşıkları Murat Paşa’nın huzuruna götürür ve olanları mecliste anlatır. Meclis, Karacaoğlan ile İsmikan Sultan’a kırk gün kırk gece düğün yaparak onları murada erdirirler.”

Nazlı yardan geldi bana bir name
Eğer doğru ise kırdı belimi
Dediler yârini yâd iller almış
Kadir Mevlâ’m ihsan eyle ölümü

Söylenceler daha önce de belirtildiği gibi ‘evrenin, tanrıların, insanın ortaya çıkışından, bir tarih olayına, bir kişiye değin türlü olay ve gerçeklikleri konu alan, onlara gerçeküstü bir nitelik vererek anlatan, başlıca özelliği inanış konusu olan kısa öykü’ olarak tanımlanır. Bunun içindir ki anlatıcıya ve anlatılışa göre anlatılırken değişir, dönüşür; her anlatıcı ona yeni bir anlam, yeni bir olgu yükler.

Yaşar Kemal de ‘Üç Anadolu Efsanesi’nde3 Karacaoğlan’ı destanlaştırarak anlatır. Elif’ten söz eder. Bu kez hastalanarak ölen Elif’tir, sağlığında yetişemez Karacaoğlan mezarına gider. Bir ağaca sazını asar, rüzgâr estikçe saz türküler söyler.

Divan şairleri hakkında kesine yakın bilgiler edinilebilir, kaynak olarak tezkireler gösterilir. Osmanlı dönemin hareketlerini, gelişmelerini, önemli adlarının kayıtlarını tutar, bu kayıtlar günümüze kadar gelir. Halk/âşık yazını söz konusu olunca iş tersine döner. Divan yazını yazılı, halk/âşık yazını sözlü yazındır. Latin kökenli savsözde denildiği gibi ‘verba volant scripta manent’, söz uçar yazı kalır. Halk şiiri ustaları/âşıklar anlık ve ‘irticalen’ aktarırlar duygu ve düşüncelerini.

Söylenilenler tutulursa bir süre belleklerde yaşar, belki biri sevdiğine karaladığı bir namede kayda geçirir, âşık cönk denilen defterine kaydeder, yoksa unutulur gider.

Karacaoğlan’ın yaşadığı tarih de kesin olarak bilinmemektedir. Öztelli kitabında Karacaoğlan’ın dilinin 17. yüzyıla uygun olduğunu belirtir. Halk ozanlarının, âşıklarının tuttuğu defterlerin tarihi 17. yüzyıla kadar iner ve orada biter, bugüne değin daha eskiye ilişkin cönk bulunamamıştır.

Karacaoğlan’a ait olan cönklerin de 17. yüzyıla ait olduğu varsayılabilir. “Karacaoğlan 1606-1679 yılları arasında yaşamıştır. Ölüm tarihi 1679 olarak belirlenmiştir.  Görüşümüze göre bu husus hatalı olmaktadır. Çünkü Karacaoğlan şiirlerinde Hama, Humus, Halep ve Rakka’ya gittiğinden bahseder. Padişah II. Süleyman tarafından 25 Ocak 1691 tarihinde çıkarılan fermanla Anadolu da ve Çukurova'da birçok aşiret değişik yerlere yerleştirilmek, toprağa bağlanmak istenmiştir. Çukurova’da otlak yüzünden kavga eden aşiretlerin büyük bir bölümü bu ferman ile Hama, Humus, ve Rakka'ya yerleştirilmek istenmiştir. Ferman'ın bir amacı da güneyden gelen Arap aşiretlerini belli bir noktada durdurmaktır. Karacaoğlan 1691 - 93 yılları arasında Hama, Humus, Halep üzerinden Rakka’ya gitmiş olmalıdır. Buna göre Karacaoğlan’ın ölüm tarihi 1679 değil Taha Toros’un belirttiği 1699 yılları olmalıdır.”4

Aynı sempozyum bildirisinde Karacaoğlan’ın fiziksel nitelikleri Hoca Hamdi Efendi’ye dayanılarak verilir. Buna göre Karacaoğlan adı gibi ‘karayağız, uzunca boylu, levent yapılı, şuh meşrep, babacan, sevecen ve doğruluğu ile güneyli şivesiyle tam Çukurovalı’dır.

Öte yandan Ahmet Kutsi Tecer, Topkapı Saray Müzesi Kitaplığında Üçüncü Murad’ın 1582 yılında elli beş gün süren sünnet düğününü anlatan yazma bir eserde gördüğü minyatürde elinden saz çalan bir figür gördüğünden söz eder. Tecer, yazma eserde “kimi kaval çalıp ol dağı yankılandırır ve kimi Karaca Oğlan türküsü ile gönül eğlendirir” sözüne takılır.  Öztelli, Tecer’in sözünü ettiği Karaca Oğlan’ın başka bir Karaca Oğlan olduğu kanısındadır.  Öztelli itirazına gerekçe olarak tarihçi Gelibolulu Mustafa Ali’nin ‘Mevd’idün-Nefâis fi Kavadidil Mecalis’ini gösterir. Kitap 16. yüzyılın son yıllarında yazılmış dönemi anlatmaktadır. Kitapta kimi şairlerin şiirleri kötü bulununca bunu kendilerinin değil Karacaoğlan’ın yazmış olduğunu söyleyerek, ona mal ettiklerinden söz edilmektedir. 16. yüzyıl ya da daha öncesine ilişkin Karaca Oğlan ismine rastlanması, onun asıl Karacaoğlan’la ilişkisi olmadığı, başkalarına ait olduğu anlamına gelmektedir.

Kendisi de şair olan Akşehirli Ahmet Hamdi Efendi anılarını yazdığı defterde Karacaoğlan’ın asıl adının Hasan olduğunu yazmaktadır. Karacaoğlan bir deyişinde bunu doğrular gibidir:

Karac’oğlan Hasan adım
Güzellerde kaldı dâdım
Soldu gülüm kurudu suyum
Gönül çağlar şimden geri

Karacaoğlan kısıtlı bir bölge içinde elinde sazıyla çalıp, söyleyip dolandığına bakılırsa Evliya Çelebi kadar olmasa da onun da seyyah olduğu ortadadır. Zaten konargöçerin oradan oraya savrulmaktan başka çaresi var mıdır? Karacaoğlan’ın konargöçerliği, Yörüklerin sürü ardından dolanıp durmaları dışında gönüllü sürgünlüğüyle de açıklanabilir. Bu sürgünlük kimi kez Kozanoğulları’nın gadrine uğramaktan kaçması gibi zorunluluğu da barındırır.

Öztelli Karacaoğlan’ın deyişlerini, semailerini, türkülerini derlediği yapıtında Güney illerindeki Türkmen köylerinde, aşiretlerinde ve Toros konargöçerlerinde ‘türkü söylemek’ yerine ‘Karacaoğlan çağırmak’ denildiğini de belirtir.

KARACAOĞLAN’IN MEZARI

Genel kanıya göre Karacaoğlan’ın mezarı Mersin’in Mut ilçesi Çukur köyü -şimdi Karacaoğlan Mahallesi- ile Dere köyü arasındaki bulunan bir tepe üzerindedir. Yöre halkı bu tepeyi Karacaoğlan Tepesi olarak adlandırır. Tepenin üzerinde eski birkaç ev temeli, bir su sarnıcı ve yıkık bir mezar yer alır. Karacaoğlan’ın mezarının bulunduğu tepede ayrıca Karacaoğlan’ın oturduğu ve cönkünün bulunduğu bir mağara yer alır. Bu tepenin tam karşısında başka bir tepe daha vardır ki o tepeye de Karacakız Tepesi denilir. Yine söylenceye göre Karacaoğlan Karacakız’a vurulur. Ona kavuşamayınca kendini Toros’lara vurur yayla yayla oba oba gezer. Ancak ayakları onu yine aynı yere getiriyor. Karacakız’ın öldüğünü ve adıyla anılan tepeye gömüldüğünü öğrenince, kendisi de öldüğünde Karacakız Tepesinin karşısında düşen tepeye gömülmek istediğini vaziyet ediyor. Bir başka söylenceye göre de Karacaoğlan’ın önce öldüğü, Karacakız’ın da haber alınca obasını terk ederek mezarı başına geldiği, üzüntüden günlerce ağlayarak mezarın üzerinde öldüğü anlatılır.

Yine söylenceye göre Karacakız, Elif’tir.

Efsaneler bin yürekli bin dillidir.

Karacaoğlan’ın bu mezar dışında Anadolu’da serpiştirilmiş başka mezarları da bulunmaktadır. Hangisinin gerçek mezarı olduğu tartışmalıdır. Selma Aktan ve Musa Yanık sempozyum bildirisinde Karacaoğlan’ın asıl mezarının Adana’nın Düziçi ilçesinin Hodu yaylasında olduğunu ileri sürer. “Hodu yaylası Karacaoğlan’ın Varsak köyüne bir saatlik uzaklıktadır. Yayla Haruniye, Maraş ve Bahçe’den gelen yolların birleştiği yerdedir. Yayla, Yörüklerin, yarı konargöçer aşiretlerinin, Varsak köyünün yaylağıdır. Yazı çok kalabalık olan bu yaylaya Karacaoğlan gelir. Karacaoğlan daha önce de Varsak’tan ayrıldıktan sonra Maraş’ın yeni Beyi, Ali Bey’in yanında kalmış. Taylan yaylasında uzun süre kaldıktan sonra dönüp dolaşıp Hodu yaylasına gelir. Şimdi (Karacaoğlan Pınarı) diye anılan pınarın başında Yörüklerle bir süre oturur. Pınarın yeri çanak şeklinde olan yaylanın yayla çiçekleri ile süslü bir tepe yamacıdır. Karacaoğlan bir ara yaylanın düzlüğündeki ikinci pınarın yanına gelir. Bu pınarın başında aniden hastalanır. Ölürse bu tenha pınarın yanına gömülmesini vasiyet eder. İsteği üzerine pınarın yanına gömülür. Sazı başucundaki ağaca asılır ve saz çürüyünceye kadar orada sallanır durur.”

Elbette bu da diğer söylenceler gibi bir varsayım olarak kabul edilmelidir. Yaşar Kemal’in ‘Üç Anadolu Efsanesi’nin bitiminde de sazının bir ağaca asıldığı söylentisi bu iddiayı güçlendirmektedir.

Karacaoğlan hâlâ konargöçerdir; sazıyla, sözüyle bilincimizde dolanıp durur:

Sunayı da deli gönül sunayı
Ben yoluna terkeyledim sılayı
Armağan gönderdim telli turnayı
İner gider bir gözleri sürmeli

Ataş yanmayınca tütün mü tüter
Ak göğsün üstünde çimen mi biter
Vakti gelmeyince bülbül mü öter
Öter gider bir gözleri sürmeli

Sabahtan uğradım onun yurduna
Dayanılmaz firkatine derdine
Yıkılası karlı dağlar ardına
Aşar gider bir gözleri sürmeli

Karac’oğlan kapınızda kul gibi
Gönül küsüverse ince kıl gibi
Seherde açılmış gonca gül gibi
Kokar gider bir gözleri sürmeli

KAYNAKLAR

1. Cahit Öztelli, ‘Karacaoğlan-Bütün Şiirleri’, Milliyet Yayınları, 5. Basım 1974.  Şiirler bu kitaptan.
2. Araştıran ve yazan: Hüseyin Araslı, Karacaoğlan ile İsmikan Sultan Hikâyesi, dasitan.blogspot.com/29.11.2015.
3. Yaşar Kemal, ‘Üç Anadolu Efsanesi/Köroğlu’nun Meydana Çıkışı-Karacaoğlan-Alageyik’ Cem Yayınevi, 1974.
4. Selma Aktan - Musa Yanık, ‘Karacaoğlan’ın Şiirlerinde ve Yapılan Araştırmalara Göre Hayatı’, turkoloji.cu.edu.tr.

Halit Payza
Gercekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler