‘Zamanı Geçtim’ / Hüseyin Atabaş
Bir arkadaşımla Yusuf Alper’in yeni yayımlanan şiir kitabı Zamanı Geçtim (*) üzerine konuşurken, arkadaşım, Alper’in şiirlerinin karamsar olduğunu söyledi. Her gün içli dışlı olduğumuz verili yaşamda da hep bir karamsarlık duygusu yok mudur, öyle bir duygu oymaz mı insanın içini? İnsan yaşadığı dünyadan mutlu ve umutlu değildir, sanatçılar ise hiç değildir; yaşam dipsiz bir kuyudur çünkü. Ama karamsarlık, “hiçbir şeyden mutlu olmama, her şeyin en kötüsünü akla getirme saplantısından muzdarip olma” durumu olarak çıkar karşımıza. Memnuniyetsizlik duygusu ‘hastalık’ derecesine vardırılmadıkça, saplantı durumuna gelmedikçe sorun yok demektir. İşte, o genel anlamdaki memnun olmama durumu içindir ki, insan sanatla verili yaşamı değiştirip dönüştürerek kendini sağaltmaya, dünyayı yaşanılır duruma getirmek için çalışır.
Bu bağlamda Yusuf Alper’in şiirlerinden ‘hastalıklı’ bir durum çıkmıyor ortaya sanırım. Bu görüşe, aslında öyle sıkıntılı bir hava ile başlayan söz konusu kitabın ilk şiirinin şu son iki dizesinden varıyorum: “Sessiz soluksuz yol kıyısında / Çiçek açmaya durmuş bir nar ağacı…” (Döküm, s. 8) Yaşamın tüm çirkinliklerine karşın umut fışkıran iki dize bunlar. Üstelik Uzakdoğu şiiri, örneğin “Bir küçümencik çiçekti / Tozlar arasında / Kelebeğin yoluna düştü” (Aşka Çağrı, s. 43) ya da “Boşuna gözyaşların / Gün ırak olsun bizden / Sen yıldızları kaçırma.” (Aşka Çağrı, s. 60) diyen Rabindranath Tagore’un şiirleri tadında iki dize.
Öte yandan, Zamanı Geçtim’deki çalışmalar, Yusuf Alper’in şiirinin, öncesine göre, daha bir rahatladığı kanısını uyandırdı bende. Bu kanı, Alper’in artık usta bir şair olduğunu da gösteriyor. Yusuf Alper’in “Zamanı Geçtim” demesi de sanırım bu güvenle olsa gerek. 1970’lerin ortalarından yola çıkan bir şairin nice engebesi, nice yokuşu/inişi, belki düzlükleri de olan uzun bir yolu geçerek geldiği yerdir: “Nerden geldik nerelerde ağladık türküsü / Sürecek yıllar boyu babadan oğula anadan kıza / Gelmeseydik umrumda mıydı dünya / Umrumda mıydı aşk sen ve diğerleri / -Umrumda umrumda-” (Yalan Yanlış, s. 9). Evet, eksiği ile fazlası ile yaşam her zaman şairlerin umurundadır.
Yusuf Alper’in şiirleri sıkıntılı bir yaşamdan söz ediyor olsa da genelde, onlar izleği olan şiirlerdir. Bu durum ise, son yıllarda hep şikâyetçi olduğumuz/olduğum içi boş, salt sözcük oyununa dönüştürülen, anlamsızlık sınırını da aşmış olan şiirler karşısında, şiir adına sevinilecek bir durumumdur, memnuniyet vericidir. Edip Cansever’in “Masa da Masaymış ha!” başlıklı şiirinin çağrışımıyla yazılan şu dizelerde olduğu gibi: “Hayat kavşağının tam ortasında / Kırların bayırların dünyanın tam ortasında / Kırılan bir dalın çıkardığı sesle / İrkilerek insanın kötülüklerinden / Hayat bu mu belki bu belki hep buydu / Ne geçmişe ağıt yakmak ne geleceğe (…) Gözleri yeni doğmuş bir bebeğin gözleri / İncecik bir çizgi güneşten korkan / Sonra karanlıktan hayattan insandan // İnsan da insanmış ha!”. (Masa da Masa Değilmiş, s. 18-19) Bu dizeler, içinden geçtiğimiz sıkıntılı yaşamdan kurtulma, yaşamı yeniden kurma umudu taşıyor olsa gerek.
Yusuf Alper’in genel olarak dünyayla, daha doğrusu insanla, yaşamla bir hesaplaşma isteği var; onu yalnızlığa sürükleyen yaşamla hep sorunları var kuşkusuz. Bu durum pek çok şiirinde ve kitabın ilk bölümü (“Sırf unutmak için”)’nün başına Ahmet Muhip Dıranas’tan seçip koyduğu şu iki dize ile de ele veriyor kendini: “Sırf unutmak için, unutmak ey kış / Büyük yalnızlığını dünyanın”.
* * *
Öte yandan şiirin bir tınısı, bir ses varsıllığı/uyumu olmalıdır. Ama özellikle düzenli uyak modern şiir için bir tuzaktır. Onun yerine, şair yazdığı dili kullanmayı çok iyi bilmeli, ahengi bu becerisiyle sağlamalıdır ya da bunu beceremiyorsa en azından düzenli uyaktan, yakın uyaklardan, eklerle yapılan uyaklardan kaçınmalıdır. Yusuf Alper’in şiirlerinde hem bu anlamdaki sıkı uyak sıkıntısı / ses savrukluğu yok, hem de şiirin ahenk sorunu uzak uyaklarla, anlatım ahengiyle, iç ahenkler oluşturularak aşılıyor. Bu söylediklerim bağlamında kimi aksaklılar, aksamalar da var kuşkusuz, ama kulak tırmalamıyorlar.
Alper, şiirlerinde biçeme önem verdiği gibi biçimi de önemsiyor. “Alıştıran” (s. 28-29) başlıklı şiir bu söylediğime ve gelenekselden yararlanmaya örnek olacak bütünlükte/özellikte bir şiir, son iki bölümü şöyle:
“Tadı tuzu yerinde olmayan bir hayat
Zamanlardır herkesin ensesinde
Elleri boşluğu alkışlamaktan yorgun
Olmayan adamlar, olmuş gibi anlayan
Yabanıl adamları hayata alıştıran
Derim ki yıldızlar gökte yalnızlar
Derim ki yerde insanlar kadar
Ama insanın acıyla doğurduğu insanı
Hiçbir yıldız hiçbir ay doğuramazlar
Acılı adamları acıya alıştıran”
Zamanı Geçtim’in ikinci bölümü (Şen olasın demiyorum)’nde dünyaya daha derinden ironik bir gözle bakan, güncel olana göndermelerde bulunan, biraz da şiir geleneğimizden daha çok biçimsel olarak yararlanılan şiirler var. Bu arada söyleyelim, güncel ve gelenekten yararlanma durumu iyi kullanılmazsa şiir için kuskusuz tehlike oluşturulur, ama Yusuf Alper o sınırı fazla zorlamıyor: “Taraf ol diyorlar bertaraf ediyorlar / Kendinin adamıysan sürümüze giremezsin / Giremez sin git sürün”. Üçüncü bölüm (“Yaşamın yarım çemberi”) ikiliklerle yazılmış şiirlerden oluşturulmuş. Bu şiirlerin izlek olarak ötekilerden pek farkları yok. Aslında tüm şiirler, galiba sevgili Yusuf’un biraz da yaşlanmaya doğru yol alış duygusuyla, yaşamla hesaplaşma üzerine kurulmuş: “Hangi insanı öldürdüm, kime eziyet ettim / Beni benle bırakmayan bu dünya bu insanlar”.(Ceza, s. 63)
Ne zamandır, bir iki kitabın dışında, yeni şiir kitabı okumamıştım. O anlamda, biraz da eski günleri anımsayarak, Yusuf Alper’in Zamanı Geçtim’i ile bir Pazar günü soluklandım.
-----------------------
*) Zamanı Geçtim / Şiirler / Yazılı Kâğıt Yayınları, Nisan 2011 / 80 s.
Hüseyin Atabaş
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR